Türkiyede siyasal gerilim her geçen gün derinleşiyor. Ülke adım adım bir çatışmaya, hatta iç savaşa doğru sürükleniyor. Toplum çözülüyor, bizi bir ulus olarak birleştiren bütün zeminler imha oluyor. Büyük bir ülke, dar ve gerici bir ideolojik saplantıya kurban ediliyor. Sadece Türkler ve Kürtler arasındaki kopuştan söz etmiyorum; ülke bir önceki çağa ait değerler temelinde bölünüyor. Halk arasında keskin bir saflaşma yaşanıyor.
Bu saflaşma, arkasında modern sınıfların bulunduğu, örneğin işçi sınıfı, emekçi halk kesimleri ve sermaye arasında yaşanan ve sınıf mücadelesinden beslenen bir saflaşma olmaktan çok, sosyo-kültürel eksenli bir bölünmeye işaret ediyor. Ülke ve toplum, 100 yıldır ertelenerek biriken, dolayısıyla tarihsel ilerlemenin önünü her dönemeçte tıkayan sorunları ve gerici engeli aşmaya çalışıyor.
AKP iktidarı karşı devrim sürecini tamamlamaya ve siyasal hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştıkça, toplum bütün uzlaşma zeminlerinin yok edildiği bir belirsizlik içine yuvarlanıyor.
Çünkü Türkiye, gericilikle hesaplaşmasını, dinin eleştirisini tamamlamış değil. Oysa dinin eleştirisinin tamamlanması, bütün diğer eleştirilerin başlangıcıdır. Eğer bu hesaplaşma tamamlanmamış, kilise ya da caminin iktidar talebi bir daha gündeme gelemeyecek ölçüde tasfiye edilmemiş ve dolayısıyla din, özel alana, yani kişilerin vicdanlarına bırakılıp orada özgürleştirilmemişse, modern çağa özgü eleştirileri de (örneğin kapitalizmin eleştirisini) gerçek anlamda başlatmak mümkün olmaz. Diğer bir anlatımla o ülke ya da toplum için gerçek anlamda modern çağ henüz başlamamış demektir.
Türkiyede bu hesaplaşma yarım bırakılmış durumda. Defter açık. Gericiler o defteri kendi anlayışlarına göre dürmeye (kapatmaya) çalışıyor. Türk burjuvazisinin sınıfsal zayıflığı, sermaye birikiminin yetersizliği, dünyada sosyalizmin maddi bir seçenek olarak yükselişinin yarattığı tehdit gibi nedenlere bağlayıp açıklayabileceğimiz bu durum; yine de tam olarak ikna edici değildir. Çünkü, bütün bu gerekçelerin yanı sıra bir başka önemli neden daha vardır; Cumhuriyetin kurucu unsurlarının kendi devrimlerine ihaneti...
* * *
Tamamlanmayan bütün devrimler gibi, Cumhuriyet de kendi mezar kazıcılarını hazırladı. Kürt sorununun bile böyle bir kangrenleşme halini alması; gericilikle hesaplaşmanın tamamlanıp, feodalitenin zamanında tasfiye edilememesiyle yakından ilgilidir.
Dolayısıyla, Cumhuriyet devriminin taşıyıcı güçleri ve Kemalistler bu kaderden (nihai hesaplaşma) kaçamazdı. Nitekim kaçamadılar da... Yıktıkları eski dünyanın güçleriyle uzlaşmanın ve sol korkusu nedeniyle kendi devrimlerine ihanet etmenin bedelini ağır şekilde ödediler. Ödemeye de devam ediyorlar.
Peki, Türkiye bu tarihsel, kültürel ve toplumsal yükle 21. yüzyılda yoluna devam edebilir mi? Hayır! Bu mümkün değildir. Ülke, ya gericilikle hesaplaşmasını tamamlayarak önündeki bu tarihsel engeli aşacak ya da en iyi olasılıkla Pakistanlaşarak hibrit bir ülkeye dönüşecektir.
* * *
Tam burada bir açıklama yapmak ihtiyacı duyuyorum. Bu değerlendirmenin çarpıcı bir yazı yazmak ya da dikkat çekmek için yapılmadığını beni izleyenler bilir. Akademik bir disiplinle kuşkucu ve dikkatli davrandığım da ortadadır. Ancak, yapılması gereken tespit, konulması gereken tanı konusunda da tereddüt etmediğimi söyleyebilirim. Yanılma olasılığı nedeniyle öngörüde bulunmaktan kaçınmak ise, hiç bana ait bir tutum değildir. Her alanda, özellikle entelektüel ve siyasal planda cesarete inanırım.
* * *
Dünyada ve bölgede siyasal İslamcılık büyük bir başarısızlık yaşıyor. İslamcıların bütün tarihsel, kültürel, sosyolojik ve politik tezleri çökmüş durumda. Dinciliğin bir gelecek projesi oluşturma ve toplumu bir arada tutma yeteneğine sahip olmadığı anlaşıldıkça; AKP ve dinci kadroların modern bir ülkeyi yönetme becerisi ve birikimine sahip olmadığı ortaya çıktıkça gerilim daha da artıyor.
Ancak, AKP ve Türkiye gericiliği, neredeyse 200 yıllık bir tarihsel oyluma sahip Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma sürecinde köklü bir kırılma yarattı. Fransız Devriminin İslam dünyasındaki en kapsamlı yorumu sayabileceğimiz 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimlerinin neredeyse bütün kazanımları tasfiye edildi.
Artık ortada savunulacak bir cumhuriyet ve korunacak bir rejim yok. Sadece bir cumhuriyetçi bir atmosfer ve tarihin ruhu var. Türkiye iki çağ arasında adeta salınan, yön uygusu kaybetmiş bir ülke durumunda. Dolayısıyla bu melez rejimi yıkmadan bu ülke yoluna devam edemez. Eğer yıkılmaz ve gerici engel aşılamazsa, Türkiye içine doğru büzülerek küçülecek, kapanacak ve kendi karanlığında boğulacaktır.
Tarihin yasası da çağrısı da budur.
Bu nedenle, önümüzdeki günler siyasetin sokakta yapılacağı ve ülkenin kaderinin yaşamın sıcak pratiğinde belirleneceği bir dönem olacaktır. Türkiye, 100 yıldır süren tarihsel hesaplaşmanın belki de son muharebesinin yaşanacağı bir dönemece girmiştir.
Ülke, tarihsel bir hesaplaşma kavşağına doğru, adeta frenleri patlayan ağır bir araç gibi sürükleniyor. Ya gericilik ve dinci faşistler kazanacak ya da cumhuriyetin ima ettiği bütün değerler ve aydınlanma tartışmasız şekilde yeniden bu topraklarda egemen olacak. Artık bunun ortalaması da ara yolu da yoktur.
Türkiye gericiliğinin yaptığı en büyük hata, bu toprakların 200 yıla yayılan ilerici birikimini ve aydınlanma geleneğini hafife almak oldu. Bu hesap hatasını pahalıya ödeyecekler.
Unutmayın ki, eski olanı, çürüyeni ve gericiliği temsil edenler ancak geçici zaferler elde edebilir. Tarihin akışına karşı direnenlerin kazanması mümkün değildir.
Savaşı başlatan onlar oldu. Gereğini yapmak bize düşüyor.