Öyle bir 2015i geride bıraktık ki. Ne yazık ki, ülkemiz insanları ve basınımız açısından söylenebilecek iyi bir söz, olay yok gibi.
Siyaset dibe vurmuş, ülke tek kişinin hükümranlığına girmiş, yargı bağımsızlığı büyük oranda ortadan kaldırılmış, kalkmış, ayakta kalabilen kurum sayısı parmakla sayılacak kadar azalmış.
Türk basınının önemli bölümü yandaş olmuş, merkez basın korkudan sesini çıkaramaz, yazarları eleştiremez hale gelmiş... Bir kaç medya kuruluşu dışında...
Basın mesleğinde çalışan arkadaşlarımız toplu kıyıma uğrarken, diğer yandan kimi gazeteciler mahpus damında...
Silopide genç bir gazeteci yaka paça gözaltına alındıktan sonra nereye götürüldüğü bile bilinmiyor. Kapatılan Ege bürosunda çalışırken Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "Kayyumdan damat çıktı" haberi nedeniyle gazeteci Hakan Dirik, İzmir Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro amirliğinde ifade veriyor.
Ülkenin ve basın mesleğinin geleceğinden kuşku duyan gazeteci kuruluşları ise dağınık. Bireysel çıkışlarla yetiniyor.
Yıllar önce, 1960ın ikinci yarısında TBMMye Plan Bütçe görüşmelerine gazeteci olarak gönderilmiştim. Henüz Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanlığı görevini üstlenmemiş olan, ağabeyim Can Pulak, bana gazetecinin cesur olması, inandığını yazması gerektiğini söylemişti. Sonra Onun başkanlığı döneminde de Parlamento Muhabirleri Derneğine üyeliğim kabul edilmişti.
Ulus Gazetesinin yayın danışmanlığı görevini yürüten, gazetecilik yüksek okulunda hocam olan Nihat Subaşı, 27 Mayıs öncesi baskıları anımsatıp, kalemini satan, baskıya boyun eğen gazetecinin kölelikten kurtulamayacağını anlatmıştı.
Kaldı ki o günlerde basın özgürce yazabiliyor, gazeteciler, gazetecilik yaptığı için hapse atılmıyor, tutuklanmıyordu.
Ben de neden bana bu öğütleri veriyorlar diye düşünüyordum.
Olağanüstü dönemler geldiğinde bu öğütlerin ne denli önemli olduğunu anladım.
12 Mart ile 12 Eylül muhtıra ve darbelerinde bugünle kıyaslanabilecek baskı, sindirme, sansür ve antidemokratik uygulamalarını görmüş, gözaltına alınmayı, mahpus damına atılmayı bizzat yaşamıştım.
Örgütsüzlük 12 Martta teşvik edilmiş, 12 Eylül ve sonrasında tırmanmıştı. Bugün nerede ise örgütlenme suç sayılır hale getirildi.
Türkiyenin önemli meslek kuruluşları, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Cemiyeti - Ankara - , İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği ve TGS...
Hepsi bugün basına uygulanan baskıdan yakınıyor, anti demokratik uygulamalara karşı çıkıyor. Tutuklanan, hüküm verilip hapse atılan, kapı önüne konulan gazetecilere ağıt yakıyor.
Yani, hepsi bir başına mesleği, demokrasiyi, özgürlükleri savunmaya çabalıyorlar.
***
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin Türk medyasının 2016ya büyük endişeler ve gittikçe kötüleşen bir korku iklimiyle girdiğini söylüyor.
TGC Başkanı Turgay Olcayto, 2015 yılında ülkemizde basın ve ifade özgürlüğünün gerilemeye devam ettiğini, 500e yakın gazeteci işsiz kaldığını, 70 gazetecinin saldırıya uğradığını ifade ediyor.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Misket Dikmen, basına uygulanan baskılara karşı çıkıyor ve tüm basın kuruluşlarının birlikte baskılara karşı çıkılmasını öneriyor.
Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, gazeteciliği süresince böyle bir dönem görmediğini vurgulayıp, özgürlükler konusunda Türkiyenin Sudanın bile gerisinde olduğundan yakınıyor.
ÇGD Başkanı Ahmet Abakay ve TGS de baskılardan şikayetçiler.
***
Gazetecilerin meslek kuruluşlarının teker teker yakınmaları sorunun çözümüne, hatta gündeme oturmasına yetmiyor. Çünkü iktidar, tek tek çıkışları ciddiye almıyor, karşısında da bir araya gelmiş basın kuruluşlarını göremiyor.
Meslek kuruluşlarımız, neden bir araya gelmeyi denemez, neden birlikte direnmez, neden baskılara karşı ortak bir tutum sergilemez?
Değerli okurlar, 2015 Türkiye için, basın için, çalışanlar için kaybedilmiş bir yıldır. 2016nın hem Türkiye, hem basın, hem özgürlükler açısından yitirilmemesi için, adım atılmalı ve birlik sağlanmalıdır.
Bunu hangi basın kuruluşu veya Başkanı gerçekleştirirse tarihe geçecektir.
Bir de, bu konuda konuşmanın dışında bir şeyler yapması gereken muhalefet partileri var. Ne yazık ki, yalnızca konuşuyorlar.
Muhalefet, iktidarın, Beştepenin gündeminin peşinden gideceğine, kendi gündemini hayata geçirip, demokratikleşme, basın, halkın haber alma özgürlüğü, çalışanların sorunları, terörün önlenme yolları, dış politikada sapılan devlet siyaseti gibi konularda harekete geçmeli, bunun için mücadele vermelidir.
Aksi takdirde korkum odur ki; Türkiye ve Türk halkı bu iktidara mahkum olacak, sonuçta, insanlar, konuşamaz yazamaz hale getirilecektir, konuşmayı yazmayı sürdürmek isteyenler de hapislerde çürütülecektir.