Gazeteciliği kim, ya da kimler katletti?

Nahit Duru

Sosyal medyaya ve elektronik gazetelere yansıdığı kadarıyla gazete patron ve yöneticileri, bir kısım gazeteciler mesleklerini yapmaktan çok, iktidara yaranma çabası içindeler.

Bir yandan, genç gazeteci arkadaşlarımıza güvenmek isterken, diğer yandan son nesil gazetecilere bakıp umutsuzluğa kapılmamak imkansız.

Gazeteciler, 1960lı yılların başlarına kadar simitle karınlarını doyurur, ancak; görevlerini adam gibi yaparlardı.

212 sayılı basın çalışanlarının haklarını düzenleyen yasa çıktıktan, toplu iş sözleşmesi ile bazı hakları kazandıktan sonra, gazeteciler ekonomik açıdan eskiye göre daha iyi duruma gelmeye başladılar. Kooperatiflere girerek bir kısmı ev sahibi olmayı bile başardı.

Belki çoğunuz inanmakta güçlük çekeceksiniz ama, Tercüman Gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak, katıksız bir sağcı ve Demirelci olmasına rağmen Türkiye Gazeteciler Sendikası TGS ile ilk toplu sözleşme imzalayanlardandı. Ve çalışanlarının önemli bir bölümü CHPli veya daha solda olanlardan oluşuyordu.

Bu Kemal beyi hiç rahatsız etmiyordu. Yazıişleri kadrosu içlerine sindiremese de, sağ politikayı uygulamayı sürdürüyordu.

Ve o Tercüman gazetesi, CHP haberlerini vermezlik etmiyordu.

O nedenle de CHPliler bile Tercüman gazetesi alabiliyordu...

Basın, Gazetecilikle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, iktidara yakın olmak isteten iş adamlarının medya patronu olması ile bozuldu. Bunun belki de tek istisnası, Güneş Gazetesini satın alan Mehmet Ali Yılmazdı...

Gerçi 1950-60 arası kimi gazete patronları çıkarları için veya korkudan hatalı davranmışlarsa da 1960-1980 arası özgürce gazetecilik yapabilir duruma geldiler.

Günümüzde medyaya, biat kültürü aşılandı, halk kandırılmaya başlandı. Kimi gazeteci geçinenler de bunu kabullenip biat ederek çalışmalarını bu uğraşa katkı verdiler.

Başbakanları istediği konularda köşe yazıları yazılmaya, haberler yapılmaya başlandı.

Turgut Özal döneminde yavaş yavaş ilerleyen çürüme, bir duraklama devresi sonrasında 2002den sonra bir kaç istisna dışında tüm medya kuruluşlarına sıçradı...

Ve merkezde medya kalmadığı gibi, özgür medya gurubu da parmakla sayılacak kadar azaldı.

Açıklanan ses kayıtları ve sızan e-posta yazışmaları da medyanın ne hale geldiğini anlatan, utanç belgesi oldu.

Biri gazete içindeki olayları iktidara ihbar ediyor, bir diğeri ağzını aradığı yetkiliden aldığı bilgileri haber yapmak yerine, bir bakana aktarmayı yeğliyor.

Gazete patron ve yöneticileri, iktidarın isteği ile görev değişiklikleri yapıyor, gazetecilerin işlerine son veriyor, televizyonlarda kimlerin konuk edilmeyeceği yolunda emirler yağdırılıyor.

Televizyonlar, akıl almaz bir şekilde saçma sapan programlarla halkı uyutup, iktidarın istediği noktaya getirmeyi başarıyor.

Bir de kendilerini haber kanalı diye halka yutturulan Televizyon kanalları var.

Bunlar, günün önemli bölümünde en az iki kez, hala AKP Genel Başkanı gibi davranan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın her türlü toplantısını, sonra aynı şekilde Başbakan Binali Yıldımın ve de en az üç bakanın söyleşisini, basın toplantısını "canlı" olarak yayınlıyorlar.

İktidarın istemediği haberleri görmemeleri, halkın bilgi edinme hakkına tecavüz etmeleri de cabası.
Bu işi yapan medya grupları ve çalışanları tabii köşe oluyor.

Basın özgürlüğü, halkın bilgi edinme hakkı gibi temel haklar mı?
Hak getire...

Siz düşünmeyin, akıl yürütmeyin, ülke sorunları ile ilgilenmeyin hatta ülke sorunu yokmuş gibi davranın... Sizin yerinize sizi yönetenler düşünsün.

Bu halkı bir süre kandırabilir, uyutabilirsiniz.

O nedenle de gazetelerin satış rakamları hala 1982 yılındaki düzeyde...
Bu arada, kendisine merkez medya diyen guruba ise söyleyecek tek söz var.

Korkunun ecele faydası yok.

Siz, 1981 yılında Eceviti de yarı yolda bırakmamış mıydınız?

Yazık ki, yazık...

Medyayı 4üncü kuvvet olmaktan çıkarmayı başarıp, yandaş yaptınız.

İktidarı, medya patronu ve çalışanları...

Şimdi söyleyin, gazeteciliği kim, ya da kimler katletti?