Hapse girme özgürlüğü!

Nahit Duru

Nasıl bir Türkiyede yaşıyoruz. CHP genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun ileri sürdüğü gibi "ülke yarı açık cezaevi" mi ? Yoksa özgürlüklerin sınırsız olduğu, ileri demokrasinin yaşandığı bir ülke mi?

Bu soruya yanıt vermeden önce 1980 12 Eylül dönemine göz atmak gerekiyor.

ARAYIŞ dergisinde birlikte çalıştığımız kardeşim Mehmet Erdül, bir söyleşisinde benim hapishaneden çıkıştaki bir cümlemden söz edip, sosyal medyada paylaşmış.

12 Eylül döneminde Bülent Ecevitnin yayın hayatına kazandırdığı Mart 1982de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca kapatılan, ARAYIŞ dergisinde yayınlanan ortak bir yazı nedeniyle hüküm giymiş, Ulucanlar Ceza ve Tutukevinde cezamı çekmiştim.

1982 yılının Şubat ayının son günleri. Cezaevinin önü ana baba günü. Annem Nadide Duru, babam rahmetli A. Kemal Duru, ağabeyim Cahit Duru, eşi Gülsün, amcam, kızım ailenin diğer bireyleri, Arayışta ve Gençlik ve Spor Bakanlığında birlikte çalıştığımız arkadaşlarım ve her şeye karşın bir kaç gazeteci...

Önce hasret giderme, kucaklaşma... Bu arada, gazeteci kardeşlerimden biri "Bir şeyler söyle de haber olsun. Biz de görevimizi yapmış olalım" diyor.

Benim verdiğim yanıt özgürlük üzerine oluyor:

"Ben hapse girme özgürlüğümü kullandım. Özgürlüğün hepsi güzel"

Bu söylediklerim, hiçbir gazetede yer almadı. Yalnızca Arayış dergisinde yayınlandı.

Arayışın kurucusu ve yayın danışmanı Bülent Ecevit de, cezaevine girerken, hapiste olması  ile dışarıda olması arasındaki ayrımı şöyle dile getirecekti:

"Dışarıda tutsak olmaktansa, hapishanede özgür olmayı tercih ederim.

Ecevit, özgürce düşünme ve bunu yayma Hakkından söz ediyordu bu sözleri ile.

Gerçekten o tarihlerde dışarıda özgürlük ve çoğunlukla hukuk da yoktu. Emir komuta zinciri ile insanlar hapse atılıyor, yaşları büyütülüp dar ağacına gönderiliyordu.

Gazeteler, dergiler kapatılıyor, gazeteciler sorgusuz sualsiz mahkum edilip hapse atılıyordu.

Darbecileri eleştirmek, darbeciye darbeci demek, hüküm giymek ve yayın yasağı, gazete ve dergilerin kapatılması için yeterliydi.

Sıkıyönetim komutanı tarafından dava açılması istenen bir gazetecinin, bilim adamının hüküm giymemesi olası değildi.

Günümüzde de, iktidarı elinde tutanların mahkemeleri etkileyen sözleri "emir" sayılıyor, derhal davalar açılıyor, gazeteciler, bilim insanları tutuklanıyor, Anayasa mahkemesinin verdiği kararların tanınmayacağı açıklanıyor, yerel mahkemelerin, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyma zorunlunu olmadığı ileri sürülebiliyor. Kendi getirdikleri hak arama yollarını bile daraltma yolları aranıyor.

İnsanların yaşam haklarının korunamamasına "kader" , "alın yazısı" gibi sözcüklerle mazeret aranıyor.

Sonra da hak ve hukuktan söz ediliyor.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, özgürlükler ortadan kaldıran 12 Eylülün "beşi bir yerde"si aradan yıllar geçtikten sonra yargılandılar. Ve en azından halk vicdanının yanı sıra yargıda tarafından da mahkum edildi.

Günümüz de ise, iktidar ve muktedir herkese korku salıyor, kimi gazeteciler ve gazeteler "fabrika ayarlarına" dönüyor, 180 derece çark ediyor, köşe yazarları, özgürlüklerin yok edilmesine vurgu yapacaklarına argo başlıklarla, ona buna "alçak" sıfatı yakıştırarak günü geçiştiriyor.

Şunu unutmamak gerekir; korku toplumu yaratılmasına, özgürlüklerin sınırlandırılmasına, yok edilmesine medya ses çıkarmazsa,- tabii yandaşları kastetmiyorum-  ülkede özgürlük kalmaz ve hapishanede bile özgürce düşüncenize pranga vurulur.

Döneklere, çark edenlere, fabrika ayarlarına dönenlere, yetmez ama evetçilere, 2nci cumhuriyetçilere ve akil adam geçinenlere ilanen duyurulur.