AKP’de de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili yakınmalar sürüyor. Hatta, sistemde değişiklik yapılacağı da AKP yetkililerince dillendiriliyor.
Belli ki, parti içinde tek adam rejiminden rahatsız olanlar giderek artınca, AKP yöneticileri tek adam rejiminden geri adım atılabileceğini açıkladılar.
AKP’liler, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin; erkler ayrılığına saygı gösterdiğini, tek adamlığın söz konusu olmadığını kanıtlamak amacındalar.
Bir çok kez yapılan değişikliğe rağmen, Türkiye yamalı bohçaya dönüşen 12 Eylül anayasası ile yönetiliyor. Yani demokrasi kavramından uzak, baskıcı bir anayasa ile… Buna son zamanlarda çok sık kullanılan KHK’lar eklenince durum daha da vahim hale dönüşüverdi.
Bülent Ecevit 1981 yılında şunları yazmıştı:
“Dikta rejimleri ancak zor kullanılarak ayakta durabilirken, demokrasi kendi gücüyle ayakta durabiliyor. Demokrasiyi yaşatmak için değil, ancak yıkmak için zora başvurmak gerekiyor. Bu da çağımız koşullarına en uygun rejimin demokrasi olduğunu kanıtlar.”
Anımsayın, 12 Eylül sonrasında da parlamenter sistem yok edilmiş, siyasi partiler kapatılmış, siyasilere yasak getirilmiş, erkler ayrılığına son verilmiş, yargıda hak arama sınırlandırılmış, tüm yetki darbecilerde toplanmıştı.
Günümüz Türkiye’sinde de durum çok farklı değil. Toplum korkutulmuş, sindirilmiş, Demokratik Kitle Örgütleri susturulmuş durumda.
İktidarın istemediği adımları atanlarla, yapılan işleri eleştirenlerle ilgili hemen soruşturma veya dava açılıyor. Bir kısmı mahkum ediliyor. Kimilerine de gözdağı veriliyor.
2010 yılında yapılan anayasa referandum ile , yargı yürütmenin emrine verilirken, ikinci referandum ile getirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile tek adam rejimine geçilmiş, parlamento yetkisiz hale getirilmişti.
İşin garibi, bu değişiklikler yapılır, hak ve özgürlükler sınırlanırken CHP dışında karşı çıkan neredeyse olmamıştı.
Anayasa değiştirilirken,Türkiye’de rejimin geleceğiyle bazı ülkeler bile kaygı duyup ilgilenirken, halkımızın bir bölümünün kayıtsız kalması, üzüntü vericidir. Gerçi kaygı duyup sesini çıkarmayanların hemen hepsi iki referandumda değişiklikler için “hayır” oyu vermişlerse de sonuç değişmemişti.
Bir de, terör öne sürülerek demokrtik hak ve özgürlüklerin sınırlandırıması vahimdir.Terörün amacı, devletin zayıflığını, demokrasinin geçersizliğini kanıtlamak değil midir? Terör bahane edilerek demokrasiden geri adım atmak, ödün vermek, onun isteğine hizmet değil midir?
1961 anayasasının getirdiği demokratik hak ve özgürlüklerle yaşamış bir Türk toplumu, uzun süre demokrasiden yoksun bırakıldı.
Hak ve özgürlükleri sınırlayan FETÖ’cülerin getirdiği değişikliklere “yetmez, ama evet” diyerek destek veren aydın geçinenler, ikinci cumhuriyetçiler, kazdıkları kuyuya düştüklerinde aykırı ses çıkarmaya başladılar.
Ergenekon, Şike, Casusluk gibi kumpas davaları destekleyip, FETÖ’cülerle birlikte hareket eden, davaların savcısı olduğunu söyleyenler ve liboşlar şimdi mağduru oynamaya çabalıyorlar.
AKP’lilerin desteklediği, savunduğu Ergenekon davası da çökmüş, sanıkların tümü beraat etmiştir.
Bu davaların gerçek mağdurları, yıllarca tutuklu kalanlar, hapishanede yaşamını yitirenler, onurlarına yediremeyip intihar edenler ve aileleridir.
FETÖ’nün iktidarı kullanarak kurguladığı kumpas davaları sonucu TSK çökertilmeseydi, 15 Temmuz kalkışması yapılamazdı. Ergenekon, Casusluk gibi düzmece davalarla görevden alınan, laik Cumhuriyete inan, liyakat sahibi komutanlar hapse atılmasaydı FETÖ’cü askerler darbeyi akıllarından bile geçiremezlerdi.
Bülent Ecevit’in 1981 yılında söylediği gibi, “dikta rejimleri ancak zor kullanılarak ayakta durabilir”…
Yeniden demokrasinin işleyebilmesi için Türkiye, tek adam rejiminden vazgeçip parlamenter sisteme dönmeli, “1961 Anayasası”ndaki hak ve özgürlükleri daha da genişleten bir Anayasa’ya kavuşturulmalıdır.
Çünkü; Türk Milleti, demokrasiyi içine sindirerek yaşamaya hem alışık, hem de layıktır.