Saldırı, linç, yakma eylemlerinin cezasız kalması bir yana, ödüllendirilmesi, yalnızca isimleri, tarihleri ve şehirleri değiştiriyor. Sanki araya bir karbon kağıdı konmuş gibi isim bazen Ogün, bazen Osman, bazen Madımak, bazen Çubuk oluyor ama sonuç değişmiyor!
Katliama “hadise”, linç girişimine “meşru protesto”, “o evi yakın” bağırmalarına “tepki”, bu işe taş atarak, yumruk atarak ya da slogan atarak katılanlara da “Sevgili Arkadaşlarım” dedikçe sonuç değişmez. Yapılan her ne ise ona “ağır tahrik sonucu ortaya çıkan münerit bir olay” denir ve bir sonraki beklenir!
ÜÇ BEŞ KİŞİ DEĞİL, BİNLER!
Katliamla neticelenecek linç girişimlerinin “kitlesel katılımı” ise asla görülmek istenmez. Bu işi yapan hep “üç-beş çapulcudur”! Sanki sorun bir tek yumruk atan ya da “o evi yakın” diyen kişideymiş gibi davranılır.
Polis rakamları Madımak’ta oteli yakanlara “yakın ula yakın” diye bağırarak destek verenlerin sayısını 15 bin kişi olarak veriyor. Bu sayı 1993 Sivas’ında yetişkin her 10 kişiden birinin katliama katıldığı anlamına geliyor!
Aynı polis rakamları Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’nun sığınmak zorunda kaldığı eve taş atan, “o evi yakın” diye bağıranların sayısını da 2-3 bin kişi olarak veriyor. Çubuk Akkuzu’nun nüfusunun yaklaşık 3 bin kişi olduğunu yazayım, gerisini siz hesap edin!
İş burada kalsa yine de “iyi”!
Bunlar olurken bir de cinayete, katliama, linç girişimine katılanlar cezalandırılmaz, bazen hemen serbest bırakarak, bazen de büyük bir “Avukatlar Ordusu” ile savunularak bir süre tutup bırakarak ödüllendirilirler ve bu “ödüllendirme” sonucu kahraman yaratılır! Bakınız: Mehmet Ali Ağca, Ogün Samast, Maraş ve Madımak sanıkları ve son olarak “eli öpülesi” ilan edilen Osman Sarıgün!
Çok açık ki, bu gerçeklerle yüzleşilmediği sürece söylenen her şey havada asılı kalır.
HERKES ORADA!
Her şey orta yerde herkesin gözü önünde olmuştur. Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında ya da Yakup Kadri’nin yaban romanında anlattığı gibi…
Herkes oradadır: Milli Savunma Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Eğitim Bakanı, Vali, Kaymakam, yüzlerce resmi ve sivil polis, asker oradadır. Kuşkusuz istihbarat elemanları da…
Olacak her şey de sanki bellidir: CHP’yi ve liderini terörle ve terör gruplarıyla birlikte hedef gösteren, nefret ve kutuplaştırıcı dili sürekli geliştiren, “CHP’lileri şehit cenazelerinde protokole almayın” diyen siyasi aktörler, seçim sonuçları için “darbe”, şehitler sonrası “mutlu musun Ekrem” manşeti atan gazeteciler, “Kılıçdaroğlu da idam edilmeli” diyen televizyoncular…
Ve her şey kameralar önünde olur. Tıpkı Madımak gibi…
Çubuk dediğin yer ise Ankara merkeze 40 dakikadır.
İstense anında kalabalık dağıtılır, saldırı engellenirdi! Ama devletin en yetkili isimleri orada olmalarına rağmen, linç girişimini seyretmeyi tercih ederler. Yetmez Kılıçdaroğlu’nun sığınmak zorunda kaldığı evde 2 saat beklemesini ve “Bay Kemal” bağırmaları arasında evin taşlanmasını sağlarlar. Sonra da Kılıçdaroğlu’nu itibarsızlaştırmak için ona “kamuflaj” giydirerek çıkartılması teklif edilir!
HERKESİN BİLDİĞİ “SIR”LAR!
Hepimizin bildiği bu gerçekleri "sır" olarak kabul etmekten vazgeçmezsek hiçbir sonuç alamayız, her seferinde başa döneriz! Lafı eğip bükmeye gerek yok:
1) Kılıçdaroğlu'na saldırı anlık bir provokasyon değil, açık ve planlı bir saldırıdır!
2) "Yakma" eylemi ve "linç kültürü" bu topraklarda hep oldu! Yalnızca Madımak ve Kılıçdaroğlu’na yapılana bakıp değerlendirme yapmak da eksik kalır. Son dönemlerde HDP yöneticilerine, Kürt işçilerine ve Suriyelilere yönelik linç girişimleri hafızalardadır!
3) İstihbarat güçlerinden, dolayısıyla devletten destek almadan bu tür eylemler olamaz!
4) İnsan yakma ve can alma talebi de, girişimi de suçtur ve ceza gerektirir ama yargı şiddeti cezalandırmıyor, ödüllendiriyor!
5) Mevcut siyasal iklimin bir sonucu olarak, ahlak ve adalet çöktüğü için vicdan da çöktü! Çünkü siyasi iklim haklıyı değil, güçlüyü besliyor. Vicdansızlık çok hızlı yayılan bir virüse dönüşmüş durumda!
6) Siyasal güç dengesi olmayınca, yüzleşme de olmuyor, toplumsal çürüme hızlanıyor. Hak, hukuk, adalet kavramları iktidar gücünün karşısında önce soyut kavramlara dönüşüyor, sonra da kıyaslamalarla anlamsızlaştırılıyor!
7) Vicdanın dine, dinin de iktidara tabi kılınması kaçınılmaz bir şekilde ahlakı ve erdemi değil, riyakarlığı ve zalimliği üretiyor!
8) Nerdeyse bütün Büyükşehirlerin el değiştirdiği 31 Mart seçim sonuçları, siyasal dengeleri değiştirerek, yeni bir siyasl iklimi ortaya çıkaracağı için Çubuk hamlesi bu dengeyi bozma hamlesi olarak ortaya çıkmıştır! Çok açık ki, siyasal iktidar 17 yıldır, hatta 25 yıldır kendi lehine olan bu güç dengesinin bozulmasını istemiyor!
9) Kılıçdaroğlu’na yumruk atan Osman Sarıgün serbest bırakılarak “eli öpülesi” yapılarak kahraman gibi yapılmaya çalışılsa da, Türkiye’nin normalleşmesinin yolunu açacak yeni siyasal iklimi bozamaz!
10) 31 Mart sonuçlarıyla AKP’nin çözülme süreci başlamış, bu linç girişimine alınan tavırla daha da hızlanacaktır. Sertleşme de, Kılıçdaroğlu’na saldırı da bunu durduramaz. Sistem tutmadı, tıkandı, yol alamıyor! Din üzerinden de, milliyetçilik üzerinden de iktidar kurgusunda sona gelindi. Erdoğan’la iki parti sistemi de tutmadı. Bu sistem kendisini 4,5 yıl daha taşıyamaz. 25 yıldır ülkeyi yöneten AKP de kendisini yenileyemeyeceği gibi MHP’yi de daha fazla sırtında taşıyamaz!
“İsimlerin değiştiği ama sonuçların değişmediği” bu sonucu değiştirecek en önemli güç, eğer üzerine düşen rolü oynarsa CHP’dir!