Arkonların Dönüşü

Pamir Şen

Geçen haftaki yazımın konusu olan Arınma Gecesi filminin ilham kaynağı, Uzay Yolu dizisinin ilk sezonundaki “Arkonların dönüşü” adlı bölümdür. Bu hikayede Kaptan Kirk, Mr. Spock ve Doktor McCoy, vahşi batı temalı bir gezegene inerler ve karşılarına Turist Ömer… yanlış hikaye. Karşılarına cinnet geçirircesine birbirlerine saldırmaya başlayan insanlar çıkar. Gezegenin ‘kolluk kuvvetleri’ bu cinnete katılmamalarından şüphelenerek onları gözaltına alır ve yıllardır beklenen kıyamet alameti, bizdeki Ye’cüc ve Me’cüc’den mülhem “Arkonlar” oldukları kanaatine varır.

Peki kimdir bu Arkonlar? Bu gezegene yüzlerce yıl önce gelmiş olan Landru isimli bir tür peygamber, nizam getirici, patriyark denebilecek zat, gezegeni çok kötü zamanlardan kurtararak bizimkilerin şahit olduğu müesses nizamı kurmuştur. Aslında yaptığı, kendini bir bilgisayara kodlayarak ölümsüz kılmakla kalmayıp, gezegendeki tüm insanların zihnini de bu bilgisayarın kontrolüne geçirerek hür iradeyi ortadan kaldırmaktan başka bir şey değildir. Teknolojiyi de yasaklamış, 19. asrın Amerikan kasaba hayatının ‘en ideal hayat tarzı’ olduğu neticesine varmıştır. Gezegen halkını çocuğu gibi sevdiği için, onların bir daha birbirlerine zarar vermesi riskini göze alamamış, onların iyiliği için onlara rağmen onları lobotomiye maruz tutmuştur.

Landru’nun yaptığı, güç yetirebilen pek çok devletin yaptığından farklı değildir. Halkı için en iyisini bildiğine inanan liderler, çoğu zaman hür iradeyi, itirazı, insanlar arasında ayrılığa neden olan meseleleri çıbanın başı olarak görürler. Bu belaları bertaraf ederek yararlı bir iş yaptıklarına inanırlar. Bugünün en demokratik liderlerinden en azılı diktatörlerine kadar eminim ki tüm liderler Landru’nun yaptığını yapabilecek olsalar tereddüt etmezlerdi, ama iyi ama kötü niyetlerle.

Uzay Yolu’nun sağduyu elçisi Kaptan Kirk ve ekibi, elbette bu anlayışa karşı çıkar. Kirk’e göre insanların kendi seçmedikleri bir iyilik onlara ait olmadığından anlamsızdır. Hür iradenin yokluğu kabul edilemez bir zulümdür. Atılgan’ın görevi bu insanları ‘kurtarmak’ değilse nedir? Neticede başka gezegenlerin iç işlerine müdahaleyi yasaklayan ‘Prime Order’ hâlâ devrededir. Ama bu gezegendeki insanlar kendi rızaları dışında itaat ettiklerinden ve bir ‘dış gücün’ etkisi altında olduklarından, bu seferlik müdahaleye fetva verilebilir. Başka deyişle, bir yerlere demokrasi götürmedikten sonra uzayda keşfe çıkmanın ne anlamı vardır?

Landru ve Kirk, iki ayrı ekolün mensubudur. Bunu günümüz dünyasında iki ayrı ebeveynlik modelinde bile görebiliriz. Biri ne olursa olsun çocuğunun iyiliğini isteyen, öbürü de zararına bile olsa kendi yolunu çizmesi gerektiğine inanan ebeveyn modelidir. Devletler de temelde buna benzer bir mantıkla işlerler. Ama aslında devleti ‘denetleyen’ ve müdahale gücünü sınırlı tutan liderlerin vicdanı değil, devletin vicdanı sayılabilecek, yürütme erkini dengeleyen kurumlar, bağımsız teşkilatlar, yaptırım gücü olan bağımsız mahkemeler, özgür basın ve sivil toplum örgütleridir. Umutlu bir senaryoda bu kurumlarla devletin dengeli ve birinin diğerini yenemediği bir ilişki içinde olması, uzunca bir süre hem hürriyetin hem de toplum nizamının beraber yürüdüğü, çarkın birinden yana kaymadığı bir sistemi mümkün kılabilir.

Ama o sistem çıkmaza girerse, toplumsal meşruiyetini kaybeder, insanları her şeyi çözecek ‘büyülü sözcükleri bilen’ bir tiranı desteklemeye veya nizamı hiçe sayarak tabiat ahvalini, yani anarşik, hukuksuz düzeni yeniden tesis etmeye götürürse. İlki korkunç, ikincisi daha da korkunçtur. Tarihte bir benzerine Fransız İhtilali’nde şahit oluruz. Yüzlerce yıldır bir şekilde varlığını sürdüren, ona bakan birinin yıkılmaz sayacağı Fransız ‘Ancien Régime’i kısacık bir sürede darmadağın oldu. Fransa 1945’e, belki 58’e kadar kaos içinde yaşadı. Sonunda bugün hâlâ devam eden beşinci cumhuriyet kuruldu. Ama o günden 1789’a bakan bir Fransız, rahatlıkla ‘ne çok yıkmışız ama’ diyebilir. Demek ki bir nizamın köklü ve uzun yıllar idareyi mümkün kılmış olması, onun sarsılmaz, yıkılmaz olduğunun kanıtı değildir. Bugün inandığımız ‘masumiyet karinesi’, ‘hukukun idaresi’ gibi kavramlar benim de hâlâ inandığım değerler olup, onlarsız bir dünyayı ancak distopya olarak tahayyül edebilirim. Ama neticede bu kavramlar da tarihseldir ve rüzgar hiçbir zaman, onları götürmeyeceğine dair garanti vermemiştir.