Ayakları Yere Basan Mitoloji

Pamir Şen

Truva savaşı belki de kadim Yunan mitolojisinin en bilinen olayıdır. Elbette tanrıların doğuşu, Zeus’un çapkınlıkları, Orfe’nin çilesi ve Dionis’in dirilişi gibi unsurlar da epey bilinir. Herkül tek başına pek çoğundan daha popüler, Disney versiyonu bile olan bir figürdür. Ancak Yunan mitolojisinden dört başı mamur bir hikaye anlatmak gerektiği takdirde pek çok kişinin aklına yine de Paris’in Helen’i Sparta’dan kaçırmasıyla başlayan ve sonunda o zenginlikler yuvası Truva’nın yerle yeksan olduğu hikaye gelir. Bu durumda İlyada ve Odisea destanlarının edebiyattaki popülerliği kadar, bu destanların sağladığı ham materyalin yirminci asırdaki popüler kültür tarafından defaatle işlenmiş olması da rol oynar.

Hikayenin ana karakterleri Aşil, Hektor, Paris, Helen, Priam ve Odisseus, kahraman özellikleri taşıyan ve soyları tanrılara dayanan kişiler olsalar da insanlardır. Ama bu, tanrıların önemsiz bir rol üstlendiği anlamına gelmez. Zaten olayların fitili Olimpos’ta ateşlenmiştir. Huzursuzluk tanrıçası Eris’in Aşil’in anne ve babasının düğününde ortaya attığı ‘en güzele’ layık görülen elmanın sahibi olmak için kapışan Athena, Hera ve Afrodit, Zeus tarafından yatıştırılırlar. Zeus onların arasından “en güzeli” seçmekle çoban Paris’i görevlendirir ve böylelikle ‘tarihin’ ilk güzellik yarışması sahnelenmiş olur.

Sonrasında savaşın pek çok kısmında Tanrılar olaya dahil olurlar. Afrodit Paris’i ‘boynuzlusu’ Menelaus’un kılıcından kurtarır. Poseidon -ki Akaların yani Yunanlıların tarafındadır- bir ara kendine mani olamayarak muharebeye dahil olur ve bu yüzden kardeşi Zeus’tan tabiri caizse ‘şamar yer’. Daha nice vakada tanrılar, Yunanlıların saz eşliğinde dinlediği destanlarda hikayenin önemli bir parçasıdır.

Yunanlıların bu mitlere gerçekten inanıp inanmadığı tartışma konusudur. Monoteist dinlerdeki Tanrı kavramının ‘her şeye kadir’ ve soyut özellikleriyle uyuşmadıklarından, bu tanrılar insanlığın çok ilkel bir fazında üretilmiş efsanevi figürler, belki kahramanların zamanla evrildiği mitik karakterler olarak görülebilirler.

Paul Veyne Yunanlılar Mitlerine İnanmış mıydı? kitabında daha Hristiyanlığın ortaya çıkmasından önce bile ‘okumuş’ Yunanlılar ve Romalıların, kahramanların efsanevi özelliklerine ve tanrıların varlığına şüpheyle yaklaştıklarını belirtir. Kahramanların varlıkları ise ekseriyetle sorgulanmazdı. Hikayelerin ‘akıl süzgecinden geçirilmiş’ versiyonlarının gerçekten yaşandığı kabul edilirdi.

Günümüzde ise bu gibi kahramanların yaşadığına da şüpheyle yaklaşılır ve aynı tanrılar gibi onların da kolektif Grek muhayyilesinin bir ürünü olduğu kabul edilir. Yine de bu efsaneler hümanist tedrisatın ve insanları etkileme güçlerinin tesiriyle hala anlatılır, saygı görürler. Antik kentlere seyahat düzenleyen bir tur rehberinin bunları bilmesi gerekir. Gerçek olsun veya olmasın, Truva’nın efsanevi tarihi hala hikayenin ‘hakiki’ versiyonlarından daha popülerdir.

Popüler kültür de tabiatıyla bu materyali istimal hatta belki suistimal edecektir. Hollywood’da şimdiye kadar Truva muharebelerini anlatan iki popüler film yapılmıştır. İlki 50’lerde çekilmiş olup, başrollerinde Rossana Podesta ve Stanley Baker vardır. Odak noktası Helen ve Paris’in ‘dillere destan’ aşkıdır. Menelaus kalleş bir kocadır ve Paris, Helen’in kurtarıcısı rolündedir. 2004 yapımı Truva filminde ise odak noktası Aşil (Brad Pitt) ve Hektor (Eric Bana) arasındaki kısmen centilmence mücadeledir. Her iki hikayede de karakterlerin olağanüstü özellikleri törpülenirken, tanrılar sadece bu insanların inanç dünyasında bulunurlar. Onları insan bedeninde görmeyiz veya herhangi bir eylemlerine şahit olmayız. Olayları ‘tanrılara yorup yormamak’ bize kalmıştır. Aynı tercih David Gemmell’in Truva romanlarında da görülür.

Böyle bakınca çağdaş yazarların Veyne’in tasvir ettiği ‘okumuş Yunanlılar’a benzer bir yaklaşım sergilediklerini görürüz. Mitolojik bir efsane ele alınır ve ‘fazla mitik’ unsurlar törpülenerek hikayenin ayaklarının yere basması sağlanır. Ortaya çıkan ürün gerçekten yaşanmışlık iddiası taşımasa da, seyirci bunun ‘yaşanmış olması mümkün’ bir olay olduğuna iknaya çalışılır.

Bu durumda Hollywood’da yapılan, belki bir tür çaresizlik içinde kadim Yunanlı ve Romalı münevverlerinin yaptığına benzer. İçinde etten kemikten karakterlerin olmadığı, tamamen arkeolojik bulgulara dayanan bir Truva filmi muhtemelen pek kimsenin ilgisini çekmeyecektir. Çekse bile bu anlatı mitolojiye referans yapmadığı için, bambaşka bir eser olacaktır.

Tanrıların temsil edildiği bir anlatı ise, onların nasıl gösterileceği, üzerlerinde bir ışık halesinin olup olmayacağı, dinlerken tahayyül etmesi mümkün ama kamera önünde hakkıyla realize edilmesi çok zor sahnelerle ne yapılacağı gibi soruları beraberinde getirir. Birçok çağdaş yazar da bu sorular karşısında binlerce yıl önceki insanların yolundan gider ve ne yardan ne serden geçerek bize ‘eh’ denilecek materyaller takdim eder.

Kaynaklar ve Tavsiyeler

Paul Veyne, Yunanlılar Mitlerine İnanmışlar mıydı? trc. Mehmet Alkan, Dost Kitabevi Yayınları, 2003.

David Gemmell, Truva: Gümüş Yayın Efendisi, trc. Barbaros Bostan, Artemis Yayınları, 2006.