Bir çınar ağacı

Pamir Şen

Atatürk’ü anmak bir tür ritueldir. O öldüğünden beri her sene ısrarla sürdürülen, siyasi cereyanların önüne geçemediği, kaçınılması mümkün olmayan bir ritüel. Elbette aynı duyguyu memleketteki her ferdin paylaştığını söyleyemeyiz. Atatürk’ü saygı ve sevgiyle yâd eden herkes de birebir aynı nedenlerle yâd etmez. İdeolojileri kadar Atatürk’leri de farklıdır. Belki de bu yüzden bu kadar geniş bir kesimin ‘kült nesnesi’ olmaya mukadder olmuştur. Bu durumu yabancılara anlatmak kolay değildir. Ama her ülkenin kendine has ‘delilikleri’ olur. Fransızlar hâlâ ülkelerini kana bulamış bir ihtilali milli sembol olarak tutarlar, çünkü ulusal mitler de din gibidir. Akıl sır ermez.

En başa dönersek, Türkiye Cumhuriyeti travmatik bir dönemin ürünüdür. Kurtuluş Savaşı ‘imparatorluk elden gidiyor’ korkusunun başa geldiği çok zor zamanların sonunda, küllerinden yeniden doğmak için verilen bir mücadelenin başarıya ulaştığı, kendi başına destansı olmakla beraber, bu destansılığın resmî anlatı tarafından daha da destanlaştırılmasıyla oluşturulmuş bir ‘kuruluş miti’dir.

Bu mitin başkahramanı, diğer pek çok figürün de rolü yadsınmamakla beraber, eski adıyla Gazi Mustafa Kemal’dir. Türk milletine kaybettiği öfke ve gayreti (ecnebiler buna zeal derler) kazandıran hareketin lideridir. Belki de bu nedenle Batılı yazarlar, mesela Atatürk’e fevkalade müspet yaklaşan Arnold Toynbee ve paşayı hayranlık uyandırıcı bir ‘şark diktatörü’ olarak gören H. C. Armstrong, adeta bir ‘bozkır uyanışının başbuğu’ portresi çizmişlerdir.

Bu kahraman kendi zamanında ülkenin ‘ebedi şefi’ unvanını kazanmakla kalmayıp, bu unvanı öldükten sonra da korudu. Anıtkabir 1953’te açıldığında, o artık ülkenin -o devirde hâlâ hafızalarda yaşamasıyla alışılagelmiş emsallerinden çok farklı olan- kurucu mitinin en önemli simgesi olmuştu. Aynı soyadını kimse taşıyamazdı. Paralarda artık sadece onun resmi bulunabilecekti. Dairelerde sadece onun fotoğrafı olacaktı. Kısaca Atatürk, ölümünden çok kısa bir süre sonra ‘soyutlaşarak’ Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün en önemli, en canlı, en ‘tapılan’ sembolü hâline geldi.

60’lardan sonra bu portre bazı değişikliklere uğrayacak, bilhassa 90’lardan itibaren gayriresmî bir ‘kimlik göstergesi’ halini alarak laik/seküler hayat tarzının bayrağı rolünü de edinecekti. Ama bu ikinci rol, onun ilk rolünün heybetini görece zedelese de tamamen yok etmedi. O günlerde olduğu gibi bugün de Atatürk, Türk toplumunun altında gölgelendiği, kendini dış ve iç cereyanların güneşinden koruyarak rahat yüzü gördüğü bir çınar ağacıdır.