Son günlerde aklıma düşen meselelerden biri, geçmişin büyük, kültleşmiş figürlerinin büyük bir kısmının genç veya beklenenden erken ölmüş olması. Bu durumun elbette istisnaları vardır. Yine de hikayesini bitirmeden gidenlerin farklı şekillerde kutsal mertebesine ulaşması, bana onların hikayelerinin, kitlelerce bitirilmeye çalışıldığını, yarım kalmış olanın bu yolla tamamlanmak istendiğini düşündürüyor. Gelin birkaç örnek ele alalım.
Atatürk her ne kadar on beş senelik bir riyasetin tadını çıkarmış olsa da, beklenenden erken öldüğü söylenebilir. Üstelik ülke önemli bir dönüm noktası olan İkinci Dünya Savaşına onun taze hatırasıyla, ama onsuz girdi. Büyük tarihçi Eric Hobsbawm, yirminci asrın 1914-45 arası dönemini ‘katastrofi devri’ olarak adlandırır. Mustafa Kemal Paşa katastrofi devrinin Milli Mücadeleyi de sayarsak yirmi yıla yakın bir süresi zarfında Türkiye’nin başında bulunmuş, ama son perdesine yetişememişti.
Görev başında vefat eden diğer cumhurbaşkanımızın da benzer bir yarım kalmışlığın konusu olduğunu söyleyebiliriz. Turgut Özal bir sabah aniden aramızdan ayrıldı. Hikayesi yarım kaldı. Ağabeyi Demirel ondan çok daha büyük badireler atlatmış, bir muhtıra bir darbe yaşamış, hepsinde de ‘yeniden gelmeyi’ başarmıştı. Ama onu bekleyen, uzun bir emeklilik sonunda yatağında ölmekti. Hayatın ‘hakkını vermişti’ ama bir efsanesi olmadı, kültleşmedi.
Hem Yılmaz Güney hem Cem Karaca, 70lerin sert ortamında idarenin balyozuna maruz kaldılar. İkisi de yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Yılmaz Güney gurbette ölürken, Cem Karaca Özal’ın affıyla yurda döndü ve sadece “Allah’la” değil, Türkiye’nin müesses nizamıyla da barıştı. Bu durumda o artık bir nostalji nesnesiydi, ama bir sosyalist ikon değildi. Yılmaz Güney belki on sene daha yaşasa benzer bir sona ulaşırdı. Ama erken ölüm, onu ölümlü olmaktan kurtardı.
Marlon Brando, Paul Newman ve James Dean, her üçü de 50lerin asi gençlerini canlandıran, Elia Kazan’ın keşfettiği metot oyuncularıydı. Genç kızlar üçüne de tapardı. Erkekler onlara özenirdi. Bugün Marlon Brando Baba filmindeki Don Corleone rolüyle hatırlanıyor. Paul Newman’ın akıbeti daha beter oldu. Çoğu insan bu ismi duysa bön bön bakar. Oysa James Dean, bir motorsiklet kazasında, o zamanki şanına yaraşır şekilde b.. yoluna giderek, hep genç kalmaya muvaffak oldu.
Tüm bu hikayelerden şunu anlıyorum. Uzun yaşayan veya en azından makul bir yaşı gören insan, hikayesini kendi tamamlamış, son noktayı koymuş, kitabı kapatmış olur. Vakitsiz gidenlerin hikayelerini ise geride kalanlar tamamlar, onları efsaneleştirir, kült haline getirir, dokunulmaz kılarlar.