Fikirlerin kana karışması

Pamir Şen

Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri, bir zamanlar koca koca ciltlerin, sonra raflara yerleştirilmiş ‘al beni’ diye bağıran kitapların, iki üç saatte derli toplu hikayeleri bize yıldız aktörlerle anlatan filmlerin, sezonlarca süren dizilerin ve belgesellerin yerini kısacık ‘reeller’ ve ‘tvitler’ almış bulunuyor. Elbette eski janrlar tamamen kaybolmadı, ama hayatımızda işgal ettikleri yer azaldı ve yeni ‘kısa’ içeriklerin rolü her geçen gün artıyor. Bu da üstesinden gelmemiz gereken yeni bir sorunu getiriyor: bağlamından koparılmış sansasyonel repliklerin beynimize yaptığı uyarılarla baş etmek, ki bu da hiç kolay değil.

Her insan birtakım konularda birtakım fikirlere sahiptir. Ailemiz, okul, sosyal hayat, entelektüel alışkanlıklarımızın katkısıyla, her birinin katkıda bulunduğu bir dünya görüşü inşa ederiz. Bazılarının farkında bile olmadığımız dogmalara sahibizdir. Bunlar adeta vücudumuzun hormon dengesi gibidir. O kadar içselleştirmişizdir ki, varlıklarını ancak bir bozulma olduğunda, yani biri onlara karşı bir şey iddia ettiğinde fark ederiz.

Yeni bir fikir veya bilgi duymak tüm bu dengeleri bozmaya namzettir. O nedenle ilk tepkimiz çoğu zaman ‘hadi oradan!’ olur. Eğer açık fikirli birisiysek, karşı tarafı anlamaya, hatta düşüncelerimizi sorgulamaya kadar işi vardırabiliriz. Ama bunun için önce, o fikri veya bilgiyi hazmetmemiz gerekir, ancak hazımdan sonra anlamaya, hatta belki hak vermeye başlayabiliriz ki ikincisi her zaman şart değildir. Hak vermeden de anlamak mümkündür.

Ancak yeni bir fikrin hiç hazır olmadığımız bir yerde bodoslama önümüze çıkması, bizi en ilkel güdülerimizle hareket etmeye, yeni olanı şeytanlaştırmaya otomatik olarak yöneltir. Bu güdüye kapılmamak neredeyse imkansızdır. Nasıl ki hayatında hiç içki içmemiş biri bir duble viskiyi kafasına dikerse bir anda sarhoş olacaksa, yeni fikir de ona benzer bir denge bozukluğu yaratır. Yabancı fikir yabancı madde gibidir. Bu da ani ve öfkeli bir tepkiyle kendini gösterir. “Nasıl böyle bir şey söyler!” diye duvarı yumruklamak isteyebiliriz.

Bir kitap, makale veya uzun bir seminerde bizimkinden farklı fikrin sahibi, öncesinde bizi hazırlamaya, egzersiz yaptırarak ısıtmaya, içkiyi küçük yudumlarla içirmeye imkan bulur ve yeterince iyi bir hatipse, zehri kanımıza yavaş yavaş verir. Aykırı fikirlerini ana-akım fikirlerle dengeleyerek yumuşatır. Belki yine biraz öfkelenebiliriz. Ama öfkemizi kontrol edebilecek, yumuşatabilecek imkanları da bulmuş oluruz.

Sosyal medya aykırı fikirleri karşımıza hazırlıksız anımızda çıkarıp kanı beynimize hücum ettirdiği gibi, bir de bize kan beynimizde iken cevap verme, aklımıza ilk geleni söyleme imkanı sağlar. Tanıdığımız birine asla söylemeye cesaret edemeyeceğimiz şeyleri, kamusal alanda kullanmaktan çekineceğimiz bir üslupla, hatta küfür ederek yazmamızın önünde hiçbir engel yoktur. Hele hesabımız anonimse yaşadık. İlk aklımıza gelen, en ham, en işlemden geçirilmemiş haliyle muhtemelen yanlış anladığımız bir argümana verdiğimiz tepki artık kamu malı olmuştur. Arkadaşlarımıza, ailemize, eşimize bile belki açamayacağımız, mahremin de mahremi, başka deyişle ‘hayvan’ tarafımızı ortaya dökeriz.

Bu ‘hayvanlaşma’ halinden korunmak için yapılması gereken en mantıklı hareket, başlangıçtaki gayet normal, doğal bir tepki olan sinirlenme halimizin geçmesini beklemek, alıntının kaynağının tamamını incelemek, hangi bağlamda söylendiğini anlamak, fikirlerimizi ancak ondan sonra düzgün cümlelerle ifade etmektir. Sosyal medyada herkes okur, herkes yazar, ve bunun getirdiği bir sorumluluk var. “Ben yazar değilim, hoca değilim, düşünür değilim.” gibi bir savunma olamaz. Zira kamuya açık bir yerde öyle ya da böyle yayın yapabiliyorsak, bu bizim yazar olduğumuzu gösterir. Tükettiğimiz şey de bal gibi medyadır. Sadece eski usul medyadan biraz daha hızlı, daha çarpık, daha kuralsız, en önemlisi de daha tuzaklarla dolu bir medyadır. Tam da bu nedenle tuzaklara karşı daha tetikte olmamız, editörü olmayan bu mecrada kendi kendimizin editörü olmayı öğrenmemiz gerekir.

Bugünkü eğitim sisteminde çok zor olduğu ve merkezi kurumları ne kapasite ne de niyet bakımından yeterli görmediğim için ‘sosyal medya okuryazarlığı dersi olsun’ demiyorum. Ama keşke hiç değilse ‘bilinçli ebeveynler’ çocuklarını sosyal medyadan öcüden korur gibi koruyadururken, ona hazırlamayı da akıl etseler. Zira kaçışı yok. O çocuk o ‘ilk birasını’ önünde sonunda içecek.