Hatırla(t) Sevgili!

Pamir Şen

Geçtiğimiz hafta 32. Gün belgesellerini ve bilhassa serinin ilk mini-dizisi olan Demirkırat’ı (1991) ele almıştım. Bu hafta ise belgeselden kurmaca alana atlayarak, yine bu belgesellerden aşikar bir ilhamla ortaya çıkarılmış Hatırla Sevgili (2006-2008) dizisine yoğunlaşıyorum.

Hatırla Sevgili ile ilk tanışıklığım bilinçsizce, ara ara televizyonda denk gelmekle oldu. Ancak lise sondayken, “Üniversite sınavı için test çözmekten nasıl kaytarabilirim?” sorusuna cevap olarak bu diziyi internetten yeni tabirle “binge” etmeye başladım.

Dizinin ismi beyhude yere “Hatırla Sevgili” değildi. Daha ilk sahnesinde ana karakter Ahmet Gürsoy, Adnan Menderes’in de olduğu bir uçakla Londra’ya uçma niyetiyle yola çıkıyordu. Tarihin akışının içine, kurmaca karakterini böylece sızdırmıştı dizi. Zira mezkur uçak Menderes’in 1959 senesinde düşen uçağıydı. Bundan sonra dizi, Demokrat Parti iktidarının son demleri, 27 Mayıs ihtilali, Yassıada mahkemeleri, sonraki yıllarda yaşanan sağ-sol kavgaları, 1969’daki Kanlı Pazar, 12 Mart muhtırası ve nihayet 12 Eylül müdahalesine kadar geçen olayları bir aşk üçgeninin üyelerinin hayatına temas içinde anlatıyordu. Tipik bir tarihi melodramdı yani.

Belgesellerden farklı olarak burada, olayların sıradan insanla temasına şahit oluyorduk. Böylelikle hafıza, tarihin “peripheral” (çevre) alanlarından da materyal toplayabiliyordu. Bir zamanlar İstanbullu üst orta sınıf, kışları bugünkü Şişli ve civarındaki evlerini, yazları Büyükada’yı mesken tutardı. Dame de Sion’da okuyan iki kız çocuğundan -o zaman sâfi kız okulu idi- birisinin babası Yassıada’da yargılanırken, diğeri o mahkemede savcı olabilirdi. Zira siyasi bölünme, erken cumhuriyet elitinin kapsama alanı sınırlı olduğundan, henüz toplumsal düzleme yansımamıştı. Kullanılan kelimeler de farklıydı. İnsanlar zorluk değil, “müşkülat” çekerdi.

Daha nice otantik motif ile süslenmiş bu anlatının içinde seyircinin, eğer belli bir yaşın üzerindeyse o eski zamanları hatırlama şansı oldu. Bazıları “Bu böyle olmamıştı.” diye tepki de verebilirdi. Eski nesil bir hafıza tazeleme yaşarken, gençler evlerindeki dede yadigârı abajürün henüz dede yadigârı olmadığı zamanlara yolculuk şansı elde ettiler.

“Hayat geriye doğru anlaşılır, ancak ileriye doğru yaşanır.” demişti Kierkegaard. İşte bu geriye doğru giden uçsuz bucaksız yolun anahtarı hafızadır. Ancak hatırlamak için illa olayları yaşamış olmak gerekmez. Yaşanmışlıklar öğrenilerek de tecrübe sepetine katılabilir. İnsanlar, bunun bilincinde olarak veya olmayarak, binlerce yıldır tarih yazmak suretiyle beşeriyetin birikimi kaydederek, kendilerinin ve etraflarındaki dünyanın tecrübe sepetini genişletmektedirler.

Kitâbi-akademik tarih, onu okuyacak sabrı ve azmi olanlara tarihi bir dramanın kattığından çok daha geniş bir dünya katar. Ancak okunacak materyalin sonsuza yakın olduğu bir dünyada tarihçiler ve tarih okurları bile, bireysel hafızalarını temasa geçirebilecekleri bir “agora”ya ihtiyaç duyarlar. Tarihi romanlar ve diziler-filmler işte bu agoralardır. Hatırla Sevgili -bilhassa ilk sezonu- kanımca bu türün iyi bir örneğidir. İlaveten Elveda Rumeli, Muhteşem Yüzyıl ve yabancı bir örnek olarak The Crown dizilerinden de bahsetmek istiyorum. Ancak bana ayrılan satırların sonuna geldiğimden, onlara sırasıyla gelecek haftalarda temas edeceğim.