Sanat ve Yapay Zeka

Pamir Şen

Önceki yazılarımla sanatla zanaatın özdeş, veya hiç değilse dirsek teması içinde olduğu pre-modern zamanlardan, sanayi devrimi sonucunda sanatın kendisini yeniden üretemeyen olanla sınırlaması, en sonunda fotograf ve sinemayla o sınırların aşılarak sanatın da yeniden üretilebilir hale geldiği yirminci yüzyıla kadar uzanan bir hikayeyi anlatmaya çalıştım. Şimdi ise yirmibirinci asra zıplayarak, yapay zekanın sanat üretebildiği bir çağda sanatın akıbeti üzerine düşüneceğim.

Meseleye birkaç anıyla dalış yapmak istiyorum. Sanal sanat küratörü olan bir tanıdığım, ona bir başka arkadaşımın sorduğu yapay zekanın yaptığıyla gerçek insanın yaptığı işleri nasıl ayırt ediyorsun sorusuna, gerek olmadığından denemiyorum mealinde bir cevap vermişti. Bugünlerde Twitter’da -muhtemelen MidJourney programı üzerinden- yapay zekaya resimler yaptırıp sergileyen çok kişiye rastlıyorum. Elbette bu insanlar yaptıklarının sanat olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmiyorlar. Ama zaten amatör ressamlar da çizimlerini galerilere satmaya çalışmıyor. Bu durumda kodu iyi eğiterek ortaya resim çıkarmakta ‘etik olmayan’ ne var?

Burada çok daha bencil, belki iptidai bir zihniyetle hareket edecek ve yine vaktiyle Twitter’da gördüğüm bir cümleye referans yapacağım: mealen “Vaktiyle biz resim yaparken evi temizleyecek robotlar hayal ederdik, şimdi biz hâlâ evi temizliyoruz ama robotlar resim yapıyor.” Pek çok insan kendini bildi bileli ‘angarya’ olarak tanımladığı işleri hâlen kendisi yaparken yapay zekanın zaten zevk için yapılan ve ayrıcalıklı bir sınıfa ait meşgalelere el atması, belki sadece o ayrıcalıklı sınıfın mensuplarını rahatsız edeceği için toplumsal düzen açısından daha az risklidir.

On dokuzuncu yüzyıldaki makine kırıcı işçiler misali ressamlar da bilgisayar parçalamaya başlarsa şaşırmamak gerekir. Ne var ki sanatçı olarak tanımlanan kesimin fertleri çoğunlukla yalnız ve narin olmaya meyyal olduklarından, belki de yirminci yüzyıl onları yonta yonta bu hale getirdiğinden, ondokuzuncu yüzyıldaki mağduriyet ikizlerinin başardığı ses çıkarma ve tarihe geçme etkisini bile yaratamayacak durumda olduklarını düşünüyorum.

‘Sıradan vatandaş’ zaten -bilhassa 1970lerden itibaren- yüksek kültürle bağlarını koparırken ve devlet aygıtı ‘halk için halka rağmen’ siyaset yapma huyundan çoktan vazgeçmişken (yani TRT artık klasik romanlardan sekiz bölümlük teleromanlar değil, tarihi figürlerden beş sezonluk popüler-hamasi diziler çıkarırken), ‘yüksek sanat’ sadece minik bir elite hitap edecek, arenanın geri kalanında neyin ne kadar değerli olduğuna ise piyasa -ve seçmen- karar verecektir.

Bu noktada yapay zekanın el attığı sanatın fotoğraf ve sinemanın denkleme dahil olmasından sonra yarattıklarına benzer bir etkisi olacağını varsayabiliriz. Nasıl ki bir filme, örneğin Hitchcock’un Arka Pencere’si veya Fellini’nin Tatlı Hayat’ına, çoğaltılmak için üretilmiş, bugün ise neredeyse tamamen dijital bir alemin parçası olmalarına rağmen sanat diyebiliyorsak, AA 202 isimli bilgisayarın elinden çıkacak bir resme de aynı sıfatı layık görebiliriz.

Ancak bu durumda biyolojik bedene sahip sanatçıların alanı daha da daralacağından, kendilerini ifade edecek yeni yollar arama gayesi içinde belki de zarureten ‘deneysel’ ve ‘avangart’ olanın sınırlarını zorlamaya kalkacaklar. Ama bundan daha beteri, ‘değer üretme’ kapısı yapay zeka ve serbest piyasa tarafından tamamen kapatılmış hale gelirse, bir takım sanatçılar, radikal aktivizmin yoluna saparak imha etmenin yolunu benimseyebilir, geçmişin izlerini silerek veya onlara zarar vererek geleceğe yön verme yoluna gidebilir. Bunu da ‘ezilenlerin hakkını aramak’ bahanesiyle politik doğruculuk ve insan hakları aktivizminin yarattığı kolektif koruma kalkanının güvenli sınırları içinde yapmaya kalkabilirler.

Netice olarak: Tablolara ‘zarar vermediğini bilerek’ püre atmak ile onları parçalamak arasındaki nereden baktığımıza göre kalınlığı değişen çizgiyi yaratan belki de sanatın tarih içindeki seyahatinde yeni bir yol ayrımına gelmiş olmasıdır. Nasıl ki sanayi devrimi vesilesiyle sanat ve zanaat bir çeşit boşanma yaşadıysa, belki bugün de modern çağın yarattığı ‘saf sanat’ kavramı kendi içinde bir boşanma davası veriyordur.