Birkaç ay önce sinema ve müzik üzerine yazdığım yazıda filmlerin müzikleriyle, yani ‘soundtrack’leriyle ilişkileri, müzisyenin filmin atmosferini oluşturmakta ve seyirciye duyguları hissettirmede üstlendiği rol üzerine fikirlerimi yazmıştım. Bu yazı ona benzer olmakla, odağı ‘Türk dizileri’ olacak.
Televizyon Türkiye’ye görece geç, 60'ların sonlarında giriş yaptı. Tek kanallı devir bir kenara, 90'lardan itibaren çok kanallı yani rekabete açık bir 'evde seyir zevki' Türk seyircilerini karşıladı. Yani artık TRT’nin entelektüel tahakkümü sona ermiş, seçme şansı seçenek havuzunu genişletirken, televizyonun ‘öğretmen’ tarafı kim bilir kaçıncı plana atılmıştı.
Bu arada kanallarla beraber dizilerin sayısı da arttı. Türkçe dublajla yayınlanan yabancı film ve diziler hala varlığını sürdürüyordu ve Cine5 ve Digiturk gibi ‘kablolu yayınlar’ devreye girene kadar bildiğimiz ‘karasal yayın’ üzerinden evlerimize girmeye muvaffak oldular. CNBC-e ise daha ileri giderek, yabancı film ve dizileri orijinal dillerinde yayınlamak gibi epey ‘elitist’ bir misyon üstlendi.
90'lardan 2000'lere kanallarla beraber yerli dizilerin sayısı da arttı. 90'larda Sıcak Saatler, Deli Yürek, Yılan Hikayesi gibi yapımlar, 2000'lerde İkinci Bahar, Tatlı Hayat, Kurtlar Vadisi, Avrupa Yakası ve daha nice ‘TV şovu’ neredeyse her gecemizi ele geçirdi. Hatta bazı geceler iki ayrı major kanalda iki büyük dizi oynadığından kimi insanlar seçim yapacak, kimileri ise o kanaldan öbürüne atlayarak hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışacaktı.
Doğrusu bu diziler, tema seçimi bakımından hiç değilse bu devirde belli bir çeşitlilik barındırıyordu. Yabancı sitkomlardan uyarlamalar, orijinal komedi ve dramalar, töre veya dönem dizileri ve bazı Hollywood filmlerinin sakız gibi uzatılan uyarlamaları (örneğin Sabrina’dan uyarlanan Bir İstanbul Masalı) gibi nice örnekle, belki fikirler orijinal olmasa da, her akşam farklı bir döneme, atmosfere konuk olabiliyorduk.
Bu dizilerin müzikleri, esasen Melih Kibar’la özdeşleşen o eski Yeşilçam günlerine benzer şekilde, aynı zamanda klasik Hollywood’un da ruhunu yansıtarak, özenilmiş ve hikayeye uygun şekilde hazırlanırdı. Ancak bir filmin aksine, dizi yaklaşık otuzar bölümden iki-üç sezonluk bir anlatı olduğundan, müzikler daha çeşitli olmalıydı. Hiç değilse bir bölümün içine farklı temalar, seyirciyi sıkmayacak şekilde serpiştirilmeliydi ve bunu başarmak, seyirci fark etmese bile onu hikayenin içinde tutmak için epey mühimdi.
Bu dizilerin müzikleri de aynı oyuncular ve hikaye gibi yavaş bir değişim gösterirdi. Mesela ilk bölümlerde epey sık çalınan bir tema, sonlara doğru, tıpkı diziden ayrılan bir oyuncu gibi, kulaklarımızdan kaybolabilirdi. Yeni temalar eklenir, bazen eski temalara söz yazılarak veya ritmi değiştirilerek yeni bir hava kazandırılırdı. Dizinin evrimiyle müziğin evrimi adeta centilmence bir koşu yarışı içinde birbirlerine paralel şekilde pistte ilerlerdi.
Tüm bu sürecin, yani diziye verilen yılların sonucunda (ki kanımca bir diziyi senelerce günü gününe takip etmek romantik ilişki yürütmek derecesinde emek isteyen bir iştir) akılda kalan müzikler, aynı filmlerde olduğu gibi, seyircinin diziyle geçen yıllarının ve dizide geçen olayların, karakterlerin, dramatik anları şıp diye yeniden hatıra getirecek birer uyarıcı işlevi kazanır. Adeta hatıraların anahtarı olarak çalışır.