ABD’de henüz tamamlanan seçimler gene kaotik bir ortam oluşturmuş gibi gözükse de, Joe Biden’ın kazandığı artık belli. Bu seçimler, ABD tarihinde son 120 yılın en yüksek katılım oranına sahip. Bu yüzden, kazanan da kaybeden de tarihi oy sayılarına ulaştı. Demokratlar 74 milyon oy alırken, Cumhuriyetçilerin oyu 70 milyonda kaldı. Tabii ki Amerikan seçmeni Trump ve Biden’a bizim baktığımız gibi bakmıyor. Oyların bu kadar yakın olmasının nedeni, liderler ile ilgili temel bakış açılarına ya da parametrelere ilişkin.
Trump, görevi süresince iç politikaya yönelik popülistpolitikalar izledi, şirketlerin istediği vergi indirimini yaptı, dışarıda ise ABD yükümlülüklerinden kaçınma ve daha az para harcama yönünde bir eğilim gösterdi. ABD halkı ekonomi politikaları için Trump’ı daha çok tercih ederken, Obama döneminde tökezlenen sağlık kanunu, Trump’ınpandemi yönetimindeki performansı ve Mineapolis’te bir siyahinin öldürülmesi sonrası başlayan ve uzun süre devam eden olaylar nedeni ile Biden’ı tercih etti. ABD’nin dış politikası, Trump’ın ideolojik atamaları ve geleneksel kürtaj tartışmaları başkan seçiminde etkili olmadı.
Sonuçta, Trump; daha çok orta halli ve fakir kesimler ile beyaz evanjelikler ve ırkçılardan oy aldı. Hatta geçen seçim büyük tepki gördüğü Latinler bile Trump’a daha çok oy verdi. Biden ise daha eğitimli kesim ve gençlerin oyunu topladı.
Trump, ideolojik olarak ekonomi milliyetçisi idi ve başlangıçta arkasında olan güçler ayrışınca Siyonistlerin elinde kaldı ve bu durum, özellikle İsrail lehine politikalar geliştirmesine neden oldu. Trump, devlet teamüllerini genellikle unuttu, ülkeyi kutuplaştırması nedeni ile ABD demokrasisi geriye gitti. Nihayetinde işine gelmeyenleri değiştirmeye, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere devleti ele geçirmeye çalıştı. Ona muhalefet eden başını Wall Street, Pentagon ve istihbaratın çektiği adresler alternatif ya da derin bir devlet yapısı oluşturarak; ya Trump’ın başını belaya sokmaya çalıştılar ya da dediklerini pratikte yapmadılar.
77 yaşındaki Biden ise ömrünün 47 yılını politikada geçirmiş, Obama döneninde iki dönem başkan yarımcılığı yapmış tecrübeli biri olmasına rağmen defoları ve gafları çok. Biden’a yöneltilen genel eleştiri, doğru dürüst hiçbir vizyonunun olmaması ve ortaya çıkan problemlere hep geçici çözümler önermesi. Eski Savunma Bakanı Robert Gates, 2014 yılında yazdığı hatıralarında Biden’ın son 40 yılda hemen her dış politika ya da ulusal güvenlik konusunda yanlış karar verdiğini yazdı. Biden, Obama döneminde daha çok Ortadoğu’da Irak, İran, Mısır, Suriye ve Libya arasında ABD politikalarının arka planını yönetmeye çalışmıştı.
Peki, yeni başkan Joe Biden ne yapacak?
Aslında ABD’deki iki parti de bir paranın iki yüzü gibi, aynı adrese hizmet ediyorlar; Yeni Dünya Düzeni peşindeki Küresel Sermaye. Trump ile aralarındaki güç savaşı ve ayrışmalarının kaynağını daha önce yazmıştık. Küresel sermayenin has adamı olan Biden, Trump’ı sevmeyen derin devletin istediği kişi. Biden, her şeyden önce “ABD’nin eski gücüne kavuşması” mottosu ile Amerikan hegemonyasını yeniden kurgulamaya girişecek. Bununla birlikte, ilk 100 günde ülke içinde daha çok pandemi, işsizlik ve vergi sorunları ile uğraşması gerekecek.
Biden, Savunma Bakanlığı ve istihbaratın sözünü daha çok dinleyecek, ulusal güvenlik danışmanlarını daha çok dikkate alacak ve Trump döneminde sekteye uğrayan projelere destek verecek, yeni askeri maceralardan kaçınmayacak. Bunun Türkiye için de önemli olumsuz sonuçları olacak. Önce Biden’dan dış politikada neler bekliyoruz, bundan bahsedelim.
Asıl ve uzak hedef Çin olacak, bu kapsamda Uygur meselesi de dâhil, ekonomi ve güvenlik kapsamında daha sıkı politikalar bekleyebiliriz. Amerikan güvenlik ve savunma sistemi uzun vadede Çin ile büyük bir savaş için hazırlık yapıyor.
Rusya ile ilişkiler daha iyi olmayacak, Biden Rusya’ya baskıyı artıracak.
En dramatik değişiklik İran konusunda; Obama döneminde yapılan ve Trump tarafından rafa kaldırılan nükleer program anlaşmasına dönülmesi bekleniyor. Bu gelişme, en çok İsrail’i rahatsız edecek. Biden, Arap-İsrail anlaşmalarına destek verdiğini açıklasa Batı Şeria’nın işgali yani bölgenin İsrail’e verilmesi konusunda aynı düşünmüyor.
Biden, Obama döneminin sonuna doğru West Point’teyaptığı bir konuşmada Suudi Arabistan’ı kast ederek, “Dünyanın en iğrenç ve karanlık rejimi bizim müttefikimiz” demişti. Biden’ın Suudi diktatörlüğüne iyi bakmadığı biliniyor ve muhtemelen Yemen’de Suudi savaşına verdiği desteği de kesecek.
Biden’ın ABD’nin geleceğini tümden değiştirecek bir vizyona sahip olmadığı biliniyor, daha çok “restorasyon” adamı olarak, kurumların ve lobilerin sözünü dinleyecek biri olarak görülüyor. Bu yönü özellikle NATO ve Avrupa Birliği tarafından önemli bulunuyor.
Biden’ın başkan olduğu ABD’nin Türkiye ile ilişkilerine gelince..
Ankara, ABD’deki ikili yönetiminden birincisi ile yani Trump ile özel ilişkiler kurmuş, kendi gündemi üzerinden doğrudan pazarlıklar yapmıştı. Ama arkadaki derin devlet bundan memnun değildi. Örneğin Trump, üç kere Suriye’den çıkma kararı aldı ama Savunma Bakanlığı ve istihbarat bu kararları bir şekilde sulandırıp, sahada kalmaya devam etti.
Önümüzdeki dönemde ikili ilişkilerde en sıkıntılı bölge Suriye ve YPG/PKK konusu olacak. ABD derin devleti için PKK uzun vadeli bir stratejinin parçası ve çok emek verdikleri bu projeden vazgeçmek istemiyorlar.
Bu konuya paralel olarak, Türkiye’deki demokrasi ile ilgili yakın zamanda bizzat Biden’ın yaptığı eleştiriler, dış politika konularını etkileyecek bir gündem oluşturabilir.
Özellikle S-400 ve F-35 gibi konular ile birlikte, Türkiye’nin Batı müttefikliği NATO içinde de tartışmaya açılabilir.
Halen zaten Doğu Akdeniz, Yunanistan ve Kıbrıs konularında Türkiye aleyhine olan ABD politikaları daha da kötüye gidebilir.
ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da yeni yapılanma gayretleri de Türkiye ile ilişkilerinde yeni sayfalar açabilir.
Bununla beraber, her ABD başkanı seçilmeden önce Türkiye aleyhine sarf ettiği sözlere rağmen seçildikten sonra, ülkesinin çıkarları yönünde Ankara ile iyi ilişkilere önem vermiştir. ABD ile Türkiye ilişkilerinin yeni dönemde belirli bir süre daha da sertleşse de uzun dönemde belirli bir istikrara kavuşacağı beklenmelidir. Bu iyileşmede Ankara’nın performansı da etkili olacaktır.