Müttefiklikte çıkar anlaşması, ortaklıkta riskli işbirliği, rakipler ile rekabet,
dostlukta şartsız güven, düşmanlıkta sürekli aleyhte olmak vardır.
Bunların her biri değişen şartlara ve çıkarlara göre diğerine dönüşebilir.
Ülkeler gibi insanlar da dost/düşmanlarla çevrelenmiştir.
Dost ve rakip az, düşman çoktur.
Dayanışma dostla, barış düşmanla yapılır.
Gerçek düşman, her zaman düşmandır.
Geçmiş, şimdiye pek benzemez. Bugünkü jeopolitik ortam Soğuk Savaş şartlarından oldukça farklıdır ve aynı oyun kitabı ile devam edemezsiniz. Bu nedenle, çok taraflılık ve işbirliği yapmak için mümkün olduğu kadar çok müttefik ve ortak bulmak gerekli. İçinde bulunduğumuz Haziran ayı içinde iki önemli gelişme dikkat çekici idi. İlki ABD başkanı Joe Biden ve İngiltere başbakanı Rishi Sunak tarafından yeni “stratejik ortaklık” çerçevesinde Londra’da açıklanan “Atlantik Deklarasyonu”, diğeri ise geçen hafta Brüksel’de yapılan NATO Savunma Bakanları görüşmelerinin Türkiye’nin rezervleri nedeni ile tıkanması. İngiltere, Atlantik Anlaşması öncesi benzer konularda Avrupa Birliği ile de Şubat 2023’de Windsor Çerçeve Anlaşması yapmıştı. Küresel büyük güç çekişmesi, Hint-Pasifik ekseninde hemen her gün yeni ittifaklar ve ortaklıklarla yeniden şekilleniyor. Hatta eski ittifaklar bile elden geçiriliyor, alet kutuları yani güç mekanizmaları yenileniyor. Dikkat çekici adımlar ABD’den geliyor. ABD başkanı Joe Biden, hâlihazırdaki G7 liderliği döneminde en kritik müttefik gördüğü birkaç ülke ile yeni ilişkiler kuruyor. Bunların başında da İngiltere geliyor. Biden’ın son zamanlarda görüştüğü iki lider arasında İtalya başbakanı Giorgia Meloni ve Danimarka başbakanı Mette Frederiksen var. Bu iki lider ve İngiliz başbakan Rishi Sunak ile görüşmesinin ortak yanları şunlar; seçilen liderler genç, jeopolitik vizyonları var ve yeni fırsatların farkındalar. Biden ile özel sohbetler (sevdikleri çikolatalı yiyecekler gibi) yapıyorlar. Biden, diğerler liderler ile zamanı boşa harcamak istemiyor. NATO görüşmelerine dönecek olursak, Winston Churchill’in dediği gibi “Bir ittifak için en büyük tehlike, (çıkarlarda) ittifak olmamasıdır.” Türkiye, NATO’dan ve Batıda boşanma sürecine hızla devam ediyor ve bu ülkemizin bekasını ilgilendiren tehlikeli boyutlara ulaşıyor.
İttifaklar, koalisyonlar, stratejik ortaklıklar vb. ilişkilerin arkasında ülkelerin ortak bir çıkar ya da tehdide karşı güç dengesi kurma beklentisi yatar. Güç dengesi, kuruluşundan beri ABD dış politikasının her zaman en önemli unsuru oldu. Kuruluş safhasında bağımsızlığını kazanmak için İngiltere’ye karşı Fransa ile ittifak yaptı. Sonrasında kendi bağımsızlığını ve çıkarlarını geliştirmek için Avrupa’nın güç mücadelelerinden uzak durmayı seçti. 20. Yüzyıl boyunca yaşanan savaşlarda ise dünyanın diğer yarısındaki kaynakların rakip bir gücün eline geçmemesi için çıkarlarına uygun şekilde güç dengesi sağlayacağı müttefikler ve düşmanlar (Almanlar, Japonlar, Sovyetler) belirledi. Soğuk Savaş döneminde nükleer silahlar da bu güç rekabetinin parçası oldu. İdeolojik rekabet içinde uydu devletler oluşturmak için halk savaşları, darbeler, ayaklanmalar bu rekabetin diğer uygulamaları oldu. Daha sonra bu güç dengesi rekabetinde ekonomi savaşları ve devlet-dışı aktörlerin kullanıldığı “halklar arası savaş (war amongst the people)” öne çıktı. Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna topraklarını işgali ile konvansiyonel tehdit geri döndü. Güç dengesine dönecek olursak, ABD’nin denge politikaları şu şekilde özetlenebilir;
- Rusya’ya karşı NATO,
- Çin ve Kuzey Kore’ye karşı Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Tayland, Filipinler ve Tayvan ile olan ikili savunma anlaşmaları QUAD ve AUKUS ile yeniden yapılandırılıyor,
- Ortadoğu’da İran’a karşı İsrail, S. Arabistan, Ürdün, Fas, Mısır, Kuveyt ve Bahreyn (Şu anda Ortadoğu’da bir türbülans yaşanıyor, kartlar yeniden dağıtılıyor),
- Güney Asya’da Pakistan ile olan müttefiklik ilişkisi Çin’e karşı daha önemli görülen Hindistan ile değiştiriliyor,
- Küresel ideolojik dayanışma; İngiltere.
Bazı ülkeler, stratejik ortak bulmakta zorlanır. Örneğin İsrail’in Ortadoğu’da güvenilir barış için bir ortağı yoktur. İsrail, Asya’da kendine stratejik ortak olarak Hindistan’ı seçmiş durumda ve 1992’de başlayan anlaşmalar son yıllarda silah satışları ile hızlandı. Türkiye ise ne Batı ne de Doğu tarafından kendi tarafında görülmeyen, dışarıda tutulmaya çalışılan bir ülke. Batı dünyasındaki en önemli konumumuz olan NATO üyeliğimizin altını kendi elimizle oyuyoruz. Halbuki tarih yolculuğumuz yeni yüzyılda bize yeni bir vizyon ve daha yapılandırılmış güç ilişkileri dikte ediyor. Bu makalede, hegemonya ve küresel güç çekişmesinden başlayarak, uluslararası sistemdeki müttefik ve ortaklık ilişkilerini inceledikten sonra sözü Türkiye’ye getireceğiz.
Müttefik & Ortak, Stratejik Ortak & Stratejik İşbirliği
“Müttefik” ülkeler; NATO gibi bir savunma anlaşması ile bir saldırıya karşı korunması garanti altına alınmış ülkelerdir. “Ortak” ise müttefiklerin aksine karşılıklı savunma anlaşması imzalanmamış olan saldırı riski altındaki ülkelerdir. Günümüzde genellikle “stratejik ortaklık” kavramı yanlış anlaşılmakta, birbiri ile güvenlik ve savunma işbirliği alanında anlaşmalar imzalayan her ülke bu kategoride kabul edilmektedir. Bu yüzden, çeşitli ülkelerin resmi açıklamalarına bakıldığında hemen her ülke onlarca stratejik ortağından bahsetmektedir. Bunlar daha çok “stratejik işbirliği” kapsamındadır.
ABD’nin müttefikleri ve ortakları şu şekilde sınıflandırılabilir;
- Müttefik ülkeler; NATO gibi bir savunma anlaşması ile bir saldırıya karşı korunması garanti altına alınmış ülkelerdir. Rusya ya da başka bir ülke bu müttefiklere saldırmaya cesaret edemez. ABD’nin 29’u NATO üyesi olmak üzere 51 müttefik ülkesi var. ABD’nin ikili savunma anlaşmaları ile kurduğu müttefiklik ilişkileri de var; Güney Kore, Filipinler, Japonya ve Rio Anlaşması ile Güney Amerika’daki müttefikleri bu gruptadır. Çok taraflı ittifakları içinde NATO’dan başka ANZUS ve AUKUS anlaşmaları bulunmakta.
- Ortak ülkeler; müttefiklerin aksine karşılıklı savunma anlaşması imzalanmamış olan Tayvan, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi ABD’den önemli destek almakla birlikte büyük saldırı riski altındadırlar. Bu ülkelere bir saldırı zamanında verilecek doğrudan destek ABD kamuoyunun tutumuna göre şekillenir. Bu ülkeler ile ortaklık daha çok istihbarat ve askeri ilişkilerde çeşitli işbirliklerine, ortaklık programlarına dayanır (Meksika, İsrail, S.Arabistan, BAE).
ABD’nin müttefik arayışında hedefte olan ülkelerden ilki Rusya ve sürekli bu ülkeye karşı yeni arayışlar var. Rusya, ABD’ye iki açıdan zorluk teşkil ediyor. Öncelikle güçlü ikinci-vuruş (nükleer bir saldırıya karşılık verme) kabiliyeti olan büyük bir nükleer silah envanterine sahip. Bu açıdan hem ABD hem de Avrupa’yı tehdit ediyor.
Diğer yandan ise Ukrayna’da da görüldüğü gibi ne zaman ne yapacağı belli olmayan askeri tehdit. Kendini Çar zanneden Rusya, toprak kazanma ve küresel liderlik peşinde ABD ve müttefiklerine tehdit oluşturuyor. Rusya, esasında ABD ile boy ölçüşecek bir ülke değil ve azalan bir güç. Nüfusu ve ekonomisi ile geniş topraklarını uzun süre bir arada tutamaz ve Putin, bu çelişkiyi aşmak için kumar oynuyor, hesapsız askeri maceralara giriyor. Aslında Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk on yılında iki ülke arasında iyimser bir ortam vardı. Ama ABD, Rusya’yı analiz edemedi ve Ruslar kendilerine ihanet edildiğini düşünüyor. ABD, Rusya ne kadar güçlü olursa olsun küresel çekirdek çıkarlarına tehdit olmadığını, sorunun müttefiklerine karşı tutumu ile ilgili olduğunu hesaplıyor. ABD’nin yanlış hesabı aslında Rusya’nın kendisi için çok değerli bir müttefik olabileceği. Bu müttefiklik Avrupa’nın doğu sınırlarına istikrar getirirken ve enerji problemini çözerken; İran, Çin gibi ülkelere karşı dengeleri değiştirebilir, Ortadoğu’da işe yarar ve iklim değişikliği, terörizmle mücadele gibi ortak pek çok yönleri var.
Grafik 1: ABD’nin Diğer Ülkeler İle İlişkileri
ABD’nin adamı yani müttefik saydığı ya da ortağı bir ülke olabilmek için onun politikalarının gösterdiği işaret çubuğunu takip etmeniz beklenir. Ülkeler bağımsız politika izleyebilir ama bunu yaparken karşılıklı çıkar ya da ABD’nin de beklentilerini düşünmeniz beklenir. Sonuçta ABD bardağın ne kadar dolu ya da boş olduğuna bakar. Bunlar kadar diğer bir önemli konu ülkenizin demokrasi karnesidir.
ABD sizi her zaman kontrol edilebilir bir ülke konumunda tutmak ister yani istediğiniz her şeyi vermez, bağımsız politikalar izlemenizi ve kendi kendinize yeterli hale gelmenizi tehlikeli bulur. 1990’lı yıllarda ABD ve Türkiye ilişkilerinde başlayan kırılmanın arkasında ordumuzun iyice güçlenmesi ve Irak, PKK terörü gibi konularda yaşanan ayrışmalar etkili oldu.Bu yüzden, 2000’li yıllardan itibaren en güçlü yanımız (Tablo 7) Türk Silahlı Kuvvetleri hedef alındı.
Tablo : Büyük Güçlerin Güç Kaynakları ve Türkiye
Kaynak: Joseph Nye, Robert Jackson, George Sorensen: Introduction to International Relations, Theories and Approaches, Oxford University Press, (New York, 2003), p.200’den faydalanarak hazırlanmıştır.
ABD tarafından demokratik görülmeyen ülkelerin önüne her zaman bazı engeller ya da kısıtlamalar çıkar. Ancak, bunların hepsinin arka kapısı vardır. Örneğin İran ile yapılan görüşmelerde ABD, perde arkasında üç şey istemiştir;
- Medya ve sivil toplum özgürlüğü (ABD tarafından ülkenin damarlarına nüfuz etmek için siyasi ağın kurulması için).
- Serbest pazar ekonomisi (ABD şirketlerinin ülke ekonomisine sızması).
- Büyük bir büyükelçilik binası. (CIA’nın üslenmesi).
Büyük güçler ile ilişki ona tamamen teslim olmak demek değildir. Bu ilişki, ülkenizin uluslar arası ilişkilerinin kabul görmesi, krizlerde masada olmanız, savunma ihtiyaçlarınızın karşılanması, en azından Batının hedefi olmamanız için elzemdir. Bu dengeyi kuramayan ve içe kapanan ülkeler Kuzey Kore’nin ya da İran’ın durumuna düşerler. Refah devleti olmak yerine güvenlik ve istihbarat devletine durumuna düşer, ülke olarak paranoya ve komplo teorileri ile yaşar, genç nesillerinizi sağlıklı bir şekilde yetiştiremez, uluslar arası kamuoyundan uzak kalırsınız.
Türkiye İçin Doğru Müttefik
Osmanlı İmparatorluğu’nun güç politikaları açısından 1699’daki Karlofça Antlaşması bir dönüm noktasıdır. Bu anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu'nun batıda büyük çapta toprak kaybettiği ilk anlaşma olmasından öte bundan sonra hep büyük güçlere karşı bir başka güçle ittifak içinde olma ihtiyacında olmuştur. 1699 sonrası Osmanlı güç denge politikası;
- 1791-1878 yılları arasında Rus tehlikesine karşı İngiltere’ye,
- 1888-1918 arasında Rus ve İngiliz tehlikesine karşı Almanya’ya dayanmayı tercih etmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nda 1920 yılında Batılılara karşı Sovyet Rusya ile olan yakınlığımız 1936 yılına kadar sürmüştür.
Müteakiben, 1938-1945 yılları arasında Faşist İtalya’ya karşı İngiltere, 1945’den günümüze kadar ise (1990’a kadar Sovyet tehdidine karşı) ABD ile işbirliği tercih edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ortaya çıkan açık Sovyet tehdidi, Soğuk Savaş boyunca Türkiye’yi NATO içinde -daha çok Amerika olmak üzere, batıya dayalı bir güvenlik anlayışına itti.
Türkiye, jeopolitik ve bölgesel güvenlik kompleksleri ile ilişkileri bakımından ilginç bir ülke konumundadır. Soğuk Savaş döneminde NATO ittifakının kanat ülkesi olan Türkiye, sonrasında kendisine Batı ile Doğu arasında “merkez”, özellikle enerji politikaları söz konusu olduğunda “köprü” rolü tanımlaması yaptı.
Barry Buzan ise Türkiye’nin jeopolitik konumu için “ayırıcı (insulator)” tanımı yapmıştı. Tampon devlet, bölgesel güvenlik kompleksinin içinde dâhil iken ayırıcı devlet dışındadır. Bir bölgesel güvenlik kompleksi içindeki ayırıcı ülke, etrafındaki güvenlik bölgeleri ile bağlar kuramadığı için daha büyük bir bölgesel güvenlik kompleksine katılmakta zorlanır.
Türkiye’nin ayırıcı konumu çevre bölgeler ile ilişkilerinde önemli bir rol oynamaktadır (Şekil). Türk jeopolitiğinin diğer bir özelliği ise onu çevreleyen güvenlik komplekslerinin büyük ya da süper güç karışımlı olması ve uyguladığı denge politikaları nedeni ile bağımsız hareket edememesidir. Türkiye sınırlarının ötesine etki ederek farklı istikametlere açılmaya çalışmakta ancak güç diğer güçlerin kısıtlamalarına takılmaktadır.
Şekil: Güvenlik Bölgeleri ve Türkiye
Atatürk’ten sonra gelen siyasal seçkinlerin Atatürk’ün çizgisini yeterince derinliğine kavradıkları ve sürdürdükleri söylenemez. Türkiye coğrafyası üzerinde zayıf toplumların yaşama şansı yoktur. Türkiye coğrafyasında ancak güçlü, üniter, ulus devletler yaşayabilir. Üç tarafı denizle çevrili olmasına rağmen birden fazla cephede mücadele etme gereği Türkiye’yi tarih boyunca olduğu gibi gene iç hat konumuna düşürmektedir. Türkiye, politik, ekonomik, sosyal, ahlâkî, kültürel, etnik ve askerî boyutları içeren bir krizden geçmektedir. Yaşanan kriz, devleti ve toplumsal yapıyı sarsmış, değerler sisteminde yıpranmalara neden olmuştur. Ekonomik az gelişmişlik halklara ve fikirlere dışarıdan nüfuz etmeyi kolaylaştırmakta, ülke birliğini tehlikeye sokmaktadır.
Modern Türkiye iki önemli engel ile karşı karşıyadır; genişleme istikametleri zorluklarla doludur ve Türklerin doğası değişmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Anadolu’ya sıkışmış Türk halkının yaşadığı bölgesel gelişme farkı, ülkenin laik ve dini bakımdan kutuplaşması yanında çorak topraklar, kuru iklim ve dağlık arazi, nehirlerin azlığı ve doğal kaynakların nispi azlığı halkın ekonomiye katılımını etkilemektedir.
Türkiye, üzerinde ve bulunduğu coğrafi bölgede dünya güç merkezleri arasındaki dengeyi etkileyecek şekilde, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarının yaşandığı, kritik bir coğrafi konuma sahiptir. Bu konumu ile Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir düğüm noktası, bir köprü durumundadır. Farklı özelliklere sahip Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki ülkelerin fiziki, sosyal, ekonomik ve kültürel çıkarları Türkiye üzerinde çakışmaktadır. Anadolu yarım adası, kara, deniz ve hava sahası, Asya, Avrupa ve Afrika’dan stratejik düzeyde kuvvet intikali için lüzumlu bir bölgedir. Hassasiyet arz eden coğrafi konumundan kaynaklanan bütün bu avantajları Türkiye’ye, dünya hâkimiyetini amaçlayan güçlerin, mutlak kontrol altında tutmak ve elde etmek istedikleri bir hedef niteliği kazandırmaktadır.
Türkiye Asya ile Avrupa'yı birleştiren, Avrupa'dan İran ve Ortadoğu'ya giden karayollarının, Akdeniz'le Karadeniz'i birleştiren deniz yollarının üzerinde bulunması ve doğu illerinin Kafkasya'ya kadar sokulmuş olması nedeniyle jeopolitik ve stratejik önemi olan bir konuma sahiptir.
Hâlihazırda Türkiye, stratejik olarak üç konuda köşeye sıkışmış durumdadır;
- Ekonomik darboğaz.
- ABD ve Rusya ile ilişkileri.
- Suriye ve Doğu Akdeniz’de beklenen gelişmeler.
Bunların hepsi birbiri ile iç içe ve çok yakında önemli gelişmelere, Batı ve hatta Rusya ile ilişkilerde önemli bir gerilimlere yol açabilir.
Doğru müttefiki seçmek, ortak vizyon ve çıkarlarda birleşmeyi gerektirir. Türkiye’nin olması gereken vizyonu Türk Dünyası ile birleşmek olmalıdır. Türk Devletleri Teşkilatındaki her ülke doğal müttefikimizdir. Türk Dünyası, Çin’i asıl tehdit algılıyor, Rusya ile denge sağlamaya çalışıyor ama ona da güvenmiyor. Çin tehdidine karşı Rusya’ya bağımlı kalmak istemiyorlar. Çin-Rusya çatışma potansiyeli Türk devletlerini tehdit ediyor, üçüncü büyük aktöre ihtiyaç var. Türkiye ise Batı ile ilişkilerini kullanarak bu denge ihtiyacını karşılayabilir. Bu yüzden, Türkiye, ABD ve NATO ile ilişkilerini koparmamalıdır. Türkiye, Çin-Rusya ve ABD’nin İran sonrası daha belirginleşecek Türkistan coğrafyasındaki çatışmasında merkez konumda olarak bir denge politikasına hazır olmalıdır. Büyük güçlerin oyunlarının bir parçası değil, kendi oyunumuzun aktörü olmalıyız.
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde en önemli sorunlarından birisi büyük güçlerle ilişki kurmayı bilmememiz, aceleci ve duygusal davranmamızdır. Bugünün gerçeği, ABD’nin küresel üstünlüğü ve bizim de ancak Batı kanadında olursak ülkemizin gelişmesinin önünü açabileceğimiz ve bu konumumuzun komşu ülkelerden çok Türk Dünyası için gerekli olduğudur. Aksi takdirde bugün olduğu gibi her coğrafyada dışlanır, ait olduğunuz ittifakta bile istenmeyen ülke konumuna düşer, sonunda da İran ya da Suriye gibi hedef ülke haline gelirsiniz. Bir zamanlar üye olduğunuz ittifak bu sefer sizi yok etmek için planlar yapar.
Türkiye’nin müttefiklik/ortaklık ilişkileri ile ilgili olarak şu sonuçlara varabiliriz;
- Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları gereği Batı ve NATO ittifakı ile ilişkiler eski seviyesine getirilmelidir. Demokratik-Otokratik ayırımında Türkiye yerini açıkça demokrasi olarak belirlemeli ve bunun gereklerini yerine getirmelidir.
- Türkiye; yeni yüzyılın savunma, ekonomi ve teknoloji ihtiyaçlarını Batıdan karşılayabilir. Ancak, ABD ile ilişkiler stratejik ortaklık seviyesine ulaşamaz. Güç dengeleri açısından, yapılan bilimsel çalışmalara göre; Türkiye ile stratejik ortaklığa en yakın ülkeler İngiltere ve (teokrasi sonrası) İran olabilir.
- Rusya ve Çin ile ilişkilerin derinleşmesi, bu ülkelerin uzun vadeli hevesleri açısından Türkiye ve Türk Dünyasının hayrına değildir. Türkiye, Avrasya’daki gelişmeler ile ilgili senaryolara hazır olmalı, ulusal gücünü ve Türk Dünyasındaki kapasitesini geliştirmelidir.
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;
https://www.academia.edu/103511426/Doğru_Müttefik_and_Gerçek_Düşman