Marx ve Corona

Prof. Dr. Sait Yılmaz

On dokuzuncu yüzyıl kendilerinden sonra toplumsal düzeni küresel düzeyde etkileyecek üç önemli düşünür ve dahi çıkardı. Üçü de Alman kökenli olan bu kişiler sırası ile George Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), Karl Marx (1818-1883), Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) idi. Alman Yahudisi Marx’ın hayatı aslında tam bir dram.

Çocukları açlık çekti, yedi çocuğundan dördü zatürre vb. hastalıklardan çocuk yaşta öldü. 8 yaşında ölen kızını gömmek için tabut alacak parası yoktu. Geriye kalan üç kızından ikisi ise intihar etti. Esmer olduğu için lakabı “Mağribi (Faslı)” idi. Yakın arkadaşı ve ortağı Friedrich Engels (1820-1895) kuramsal çalışmalarına yardım etti, maddi destek sağladı. Fikirleri tehlikeli bulunduğu için hep takibata uğradı, Belçika ve ülkesi Almanya’dan sürgün edildi. Sanayi Devrimi’nin yaşandığı İngiltere’de hayatını sürdürdü. Almanya’nın güneybatısındaki Trier şehrinde bulunan ve bugün müze olan kasvetli evini ziyaret etme imkânım oldu.

Marx, dönemin en ileri üç ülkesince temsil edilen, 19 yüzyılın üç temel ideolojik akımını sürdüren ve tamamlayan bir deha idi; klasik Alman felsefesi, klasik İngiliz ekonomi politiği ve genel olarak Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi.

Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası Komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır. Marx, Kapitalizm serveti (artı değer) eşit olarak dağıtmadığından kendi cellâdını kendisinin yaratacağını düşünüyordu. Eninde sonunda yeni üretim yollarının ortak mülkiyetinin olduğu, zenginlik ve yoksulluk aşırılıklarının olmadığı, daha adil bir toplum düzenine yani Komünizm’egidilecekti.

Ancak, Sosyalizm ile servetin eşit bölüşümünü değil üretim araçlarının toplumun elinde olmasını ve herkese eşit değil ihtiyacı kadar üretimden pay verilmesini savunur. Bunları söylerken, 1789’daki Fransız Devrimi’nin mirasından etkilenmişti ama 1871’de Paris’teki yeni devrim girişimi başarısız olmuştu. Karl Marx, bugün için ne anlam ifade ediyor, günümüzün bilim ve teknoloji ile hızla değişen çağında Marx’ı nasıl anlamalıyız?

Çoğu insan için Marx’ın çağı çoktan bitti ve bu yüzden ona en uygun yer Londra’daki mezarlığı olmaya devam ediyor. Marx, öğretisini yazdığı dönemde henüz mekanik üretime dayanan Birinci Sanayi Devrimi yaşanıyordu yani elektriğe dayalı İkinci, otomasyona dayalı Üçüncü ve geçmekte olduğumuz otonom makineler ve sanal uygulamalaradayalı Dördüncü Sanayi Devrimi’nden haberi olmamıştı. Ancak, Marx’ın takipçileri onun yazdıklarında her zaman yeni döneme uygun bir şeyler buldular ya da felsefi ve bilimsel alandaki düşüncelerinin her zaman için geçerli olacağını savundular. Kısaca Marxizm bazılarınca hala bir din gibi kutsal olmaya devam ediyor. Bu makaledeki amacımız ise geçen hafta 137 ölüm yıldönümü (14 Mart 1883) nedeni ile anılan Karl Marx’ı nasıl anlamamız

gerektiği hakkında akademik bir bakış açısı ortaya koymak.

Marx, zamanını dahi kişilerden biriydi. Marx’ın artı değer konsepti ve sınıf çatışması gibi öngörülerinin devam ettiğini düşünenler var. Onlara göre, Marx’ın tarihsel yaklaşımı geçerli ve herkesin yeteneğine, ihtiyacına göre katkı sağlayacağı, herkesin farklı pay alacağı bir düzene gidiyoruz. Marx’ın işçi sınıfı bittiğinde karşıtı da bitecek. Marx, önce Almanya’da Toplumsal (Sosyal) Devrim öngörmüştü. Bunu daha fazla beklemek istemeyen Lenin ise Siyasal Devrim ile bu dönüşümü çabuklaştırmıştı.

19 yüzyılın ikinci yarısında İngiliz başbakanı Benjamin Disraeli ve Alman Otto Von Bismarck, Komünizm tehlikesi karşısında kendilerine şu soruyu sormuşlardı; sanayileşen toplumları, içinde yaşayan tüm insanların yararına olacak şekilde, en iyi nasıl yönetebiliriz? Soğuk Savaş bittiğinde devlet adamlarının yeni dünya düzeni için sordukları asıl soru ise şu idi; insan toplumunun en iyi şekilde nasıl düzenleneceği?

İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında da böyle bir soru ile karşı karşıyayız. Bugün hala zengin fakirin aleyhine daha zengin oluyorsa, toplumsal eşitsizlik artıyorsa, Marx’ın öngörüleri geçerli demektir. Fakiri korumalı ve eğitmeliyiz. Kapitalizm sadece insanlara değil, kolay para peşinde yaptığı tahribat ile yaşadığımız çevreye de zarar veriyor. Bu yüzden, sadece toplumsal ilişkileri değil, insan ve doğa ilişkisini de yeniden düzenleme görevimiz devam ediyor. Küreselleşme ve neo-liberalizmin sürüklediği dünya ekonomisinde geldiğimiz nokta neo-liberalizimin daha da acımasız ucu olan finansallaşma'dır.

Elektronik ve dijitalleşmenin getirdiği gelişmenin hayatın reel kesimine doğrudan müdahale şansı vermesi ile finansal kesim, günlük hayatın akışını kontrol altına aldı. Finansal sermaye reel sektöre etki ederken, sermaye-sınıf çatışmasında emek devre dışı kalıyor. Sol düşünce, finansallaşmanın dinamiklerini öğrenmeli, geleceğine çalışmalıdır.

Kapitalizm ölürken bugün olan bitenler iki yüzyıl öncesinin teorisyenlerinin öngörülerine uymuyor, yeni bir ekonomi teorisine ihtiyaç var. Öte yandan, şu an içinde bulunduğumuz çelişkiler yumağı içinde geçmişten gelen her düşünce akımı kendi teorik evrimini de gerçekleştirme mükellefiyetindedir.

Atatürkçü olmak dışında kendimi hiçbir zaman bir siyasi görüş içinde etiketlemedim ama sağlıklı bir sol düşüncenin demokrasi adına yararına inanıyorum. Özetle, sol, önemli bir teorik değişime ihtiyacı duyuyor ve Türkiye’de solun başarısızlığının arkasında düşünsel fakirlik var. Yeni sol, şu sorulara cevap vermek zorunda;

- Kim nasıl üretecek, nasıl bölüşülecek?

- Yeni düzende hayat nasıl şekillenecek?

- Üretimin amacı toplumsal ihtiyacı karşılamak mı olacak yoksa liberallerin istediği gibi her alan teşebbüs sahibine, toplumun ne dediğine bakılmaksızın açık mı olacak? Örneğin birileri kazanacak diye ormanları kesip maden sahası yapacak mıyız?

- Coronavirüs gelişmelerinin gösterdiği gibi karşılıklı bağımlılık dünyasında ekonomi ve güvenlik ilişkileri nasıl yeniden kurgulanacak?

Büyük bir değişime ihtiyacımız var ama bu değişim ancak devrimsel nitelikte olabilir.

Bu devrimin düşünsel hazırlığı için yani küresel ekonominin dönüşümü ve insanın kendi geleceğini şekillendirmesi için tamamen yeni bir düşünce sistemine gerek var. Gelecekte emek (işçi, çalışan) kesimi söz sahibi olamadıkça sermayeyi elinde tutanlar ile çalışanlar arasındaki yabancılaşma artacak. Mavi yakalılar (üretimde yer alanlar/işçiler) kaybolurken, beyaz yakalılar (hizmet sınıfında çalışanlar) öne çıkacak. İşçilik ya da emekçi veya çalışan artık kol gücünden beyin gücü ile üretime yani tasarıma diğer adı ile yaratıcılık’a kayıyor.

En başa dönecek olursak, hem arzunun geleceği hem de gelecek arzusu, politik düzlemde uygun olana karar verme, el koyma, mülkiyet ve özgürlükler temelinde yeniden düşünülmelidir. Kapitalist çürüme kültüre de yansımıştır; burjuvazinin ekonomik ve siyasi mekanizmaları çürüme içinde; felsefe, edebiyat ve sanatı iflas etmiş durumdadır. Acı içindeki hayatta kültürel anlamda bir kış uykusu vardır.

Bunun iki istisnası politika ve din’dir. Özetle, toplumsal oluşumu ileri taşıyacak yeni bir toplumsal organizasyona öncelikle ihtiyaç var. Belki de beklenen büyük savaşlardan önce Coronavirüs bu tarihi katalizör olma vazifesini görecek.

Makalemizi Marx’ın kendi sözleri ile bitirelim;

“Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.”

Makalenin geniş versiyonu için