Birkaç yıl önce Macaristan Devlet Başkanı Victor Orban, 1848 Macar Devrimi ana törenlerinde konuşurken şöyle demişti; “Geçmişin ve geleceğin günahlarından arınmak için, dinlenmeye geçen bir ülkeyiz.” Bugün, Avrupa Birliği içinde pek çok ülke dinlenmeye geçmiş durumda, hatta dünyanın pek çok yerinde stabil ülkeler var. Halkının refahını artırmak dışında pek fazla ihtirasları yok.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu ülkeyi dinlenmeye geçirmek istemişti. Önceliği ulusal gücü artırmak ve ulus-devlet yapımızı güçlendirmekti. Lozan ve Misak-ı Milli ile ilgili sorunları çözmek dışında hep barış ve istikrardan yana oldu. Bu politika anlayışı 2000’li yıllara kadar genel olarak korundu.
Bugünkü Türk dış politikası için Batılıların kullandığı (İngilizce) sıfat; “reckless” yani “dikkatsiz”, “pervasız”, “sonunu düşünmeyen”. Bu makalede, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’deki son gelişmeleri ele alacak Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’ndaki gelişmelere, savaşın arka perdesine odaklanacağız.
Suriye’de gelinen aşamada üç nokta üzerinde durmalıyız.
Öncelikle İdlib’te Türkiye’nin (bölgedeki muhalif savaşçıları tasfiye) yükümlülüğü konusunda Ruslar “Artık oyun bitti, ne yapıyorsunuz yapın!” dediği aşamadayız. Esat rejimi de M4 yolunun hala kapalı olmasından dolayı çok rahatsız. Türkiye ise hala ne yapacağına karar veremedi. İdlib’te askeri hareketlilik var, yeni bir çatışma süreci zamanını bekliyor.
İkinci önemli nokta, Rusya’nın Türkiye ve Suriye’deki Kürtleri elinde tutma konusunda ABD ile giriştiği rekabet devam ediyor. Rusya, Suriye’de her kesimden Kürt liderleri Moskova’ya getirdi ve onlara “Ben size ABD’den daha iyi hami olurum” sözü vererek, Kürt kartını güçlendiriyor.
Üçüncü konu, ABD’nin Suriye politikaları ile ilgili. Esat rejimini devirmek için ekonomik yaptırımları genişleten (Sezar Yasası) ABD, bunlardan Suriye’deki Kürtlerin etkilenmemesi için tedbir alıyor. PKK’ya “Türkiye’de eylem yapmayın” diyen ABD’nin bunun karşılığında Ankara’dan Suriye’nin kuzeyine operasyon yapmama sözü aldığı iddia ediliyor.
ABD, Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın kuzeyini birleştirmeye çalışıyor ama Türkiye, Irak’ın kuzeyini elinde tutmak için rekabet ediyor. Suriye’deki gelişmeler ABD başkanlık seçimlerine endekslenmiş gözükse de, kim başkan seçilirse seçilsin, ABD; Suriye’de Rusları yalnız bırakmayacak ve Türkiye’ye kendi isteklerini kabul etmeye zorlayacak kartları oynayacak.
Türkiye’nin şansı ise Ruslar. Ruslar, Suriye’de kalmak ve Kürtler konusunda dengeleri elinde tutmak için Türkiye’ye muhtaç. Washington’daki derin devletin Kürtler konusundaki beklentileri ve İsrail politikası Türkiye’yi karşı cephede tutuyor. Üstelik ABD; Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Azerbaycan’daki gelişmelerde de Türkiye’yi dışlıyor.
Libya ve Doğu Akdeniz’de macera bitti..
Libya’da barış süreci iki ana koldan ilerliyor. Bir yandan,hem de Mısır’da tarafların askeri heyetleri görüşüyor, diğer yandan Fas’ta siyasi ve ekonomik konular ele alınıyor. Bu görüşmelerin arkasında Rusya ve Fransa var. Serac’ınhükümeti (Ulusal Mutabakat Hükümeti) üzerindeki etkisini kaybeden Türkiye de gelişmeleri kabullenmek zorunda kaldı.
Görüşmelerde ulaşılan sonuçlar Cenevre’ye taşınacak. Cenevre’de (üç coğrafi bölgeden birer olmak üzere) üç kişilik Ortak Yürütme Konseyi kurulacak. Ortak Yürütme Konseyi, bugünkü ikili yapıya son verecek. Bu konsey, Anayasa ve Ortak Hükümeti belirleyecek. Serac zaten gelecek ay istifa kararı aldı.
Yunanistan, Batı’da Libya ile Doğu’da ise Mısır ile kendi deniz yetki alanı sınırlarını belirleyen anlaşmalar yapmıştı. Türkiye ve Libya’daki Serac hükümeti ile yaptığımız anlaşma ile Türkiye de kendi deniz yetki alanını belirlemişti. Ancak, Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı anlaşma özellikle Rodos’un Batısı ve Girit üzerindeki haklarımızla örtüşmüyor.
Peki, Libya’daki barış süreci Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri nasıl etkileyecek? Öncelikle Serac hükümeti ile yaptığımız anlaşma, yeni hükümetin elini bağlamayacak. Ya ABD ve Fransa’nın baskısı ile durumu kabulleneceğiz, ya Yunanistan konuyu uluslararası hukuk yoluna taşıyacak ya da konu Yunanistan-Libya sorunu olarak kalacak.
Konuyu Doğu Akdeniz’e getirecek olursak, sondaj gemilerimizi Mısır-Yunanistan Anlaşması’nda öngörülen 28 derece Batısına göndermedik. Hâlbuki asıl bu bölgedeki haklarımızı korumak önemli. Yunanistan ise gemilerimiz bizim bölgemizde olmasına rağmen, kendi gemilerinigönderdi. ABD ve Almanya’nın yaptırım baskısı nedeni ile gemileri çektik.
Gelinen aşamada “Türkiye ve Yunanistan arasında diplomasiye şans verildi, ortak işbirliğine karar verildi” algısı yaratıldı. 2002’den beri devam eden ve 2015’de son verilen İstikşafi Görüşmelere yeniden başlanacağı söyleniyor ama bundan bir sonuç çıkmamıştı ve çıkacağı da yok. Sonuç olarak konu yatıştırıldı, Doğu Akdeniz tantanası da Türkiye için bitti.
Ege’den sonra Doğu Akdeniz konusu da Türk-Yunan sorunlarına yeni bir Arapsaçı olarak eklenirken, Kıbrıs’ta da işler iyi değil. Annan Planı’ndan beri devam eden hataları ödeme zamanı geliyor. Kıbrıs konusu da bir Avrupa Birliği sorunu haline geldi. Mustafa Akıncı’nın KKTC başkanı olması çok vahim ve hala Kıbrıs politikamız belli değil.
Ermeni-Rus ilişkileri nasıl bozuldu?
Rusların bu savaşa kadar Yukarı Karabağ’da Ermenistan’da verdiği desteğin arkasında şunlar vardır; Türkiye’nin etkisini sınırlamak, Azerbaycan’daki Rus fobisini dizginlemek ve Rusya’daki büyük Ermeni diasporası ile uzun süreli kültürel bağları korumak. Güney Kafkasya’daki etnik gruplar bölgeye Rus politikalarının girişine manivela olmaktadır.
Ruslar, Ermenistan ile çok güçlü bir askeri işbirliği anlaşması yapmış, ortak hava savunma sistemi kurmuş, bu ülkede kurduğu iki askeri üs’te 5 bin kadar askeri vardı. Diğer yandan silah anlaşmaları ile takviye ediyor ve Rus NATO’su olan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ile Ermenistan’a önemli bir askeri destek vaat ediyordu.
Bu savaşın arkasında Türkiye’nin desteğinden çok Rusya’nın Ermenistan’ı yalnız bırakması var. Hatta göz yumduğu bu savaşta Azerbaycan kuvvetlerinin yavaş gittiği şikâyeti var. Öncelikle Rusların Ermenistan ile ilişkilerinin 2016 yılından sonra nereden nereye geldiğine göz atmamız gerekir.
Nikol Paşinyan iktidara geldiğinden beri ülkedeki kötü gidişat karşısında milliyetçiliğe ve Karabağ’ a oynuyordu. Ailesi ve kendisine yönelik suçlamalar arttıkça, karısı Karabağ’a gidip resim çektiriyordu. Azerbaycan tarafında ise son yıllarda Türkiye’nin etkisi artmış, son dönemde özellikle Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye yanlıları tercih edilmişti.
Ancak, son iki yıldır dengeler değişti. Batının desteği ile renkli devrim sonucu başbakan olan Paşinyan, Putin’e meydana okumaya başladı. Batı ile yakınlaşmaya “Yeni Gerçeklik” vurgusu yaptı. ABD ve AB ile ekonomik işbirliği anlaşmaları imzaladı. Ve ABD ve Fransa’nın provokasyonu ile Temmuz ayında Azerbaycan’ın Tovuz bölgesine askeri operasyon düzenledi.
Operasyon devam ederken, Batıdan beklediği yardım gelmedi. Rusya ve KGAÖ ise dönüp bakmadı bile. Putin ile görüşmek istedi ama kabul edilmedi. Moskova’daki Ermeni kökenli bürokratlar (başta Lavrov) bile Ermeni yönetimine hakaret ettiler. Paşinyan hemen bir “Yeni Güvenlik Doktrini” uydurdu ve Rusya’yı 1 No.lu dost ilan etti ama Putin’e yetmedi.
Savaşın seyri..
Özetle son iki aydır Batının adamları başkan ArmenSarkisyan ve başbakan Paşinyan’ın suları ısınmıştı. Geçen hafta Lavrov, 2009 yılında yapılan Minsk Planı’nı deşifre etti. Buna göre Ermenistan, Dağlık Karabağ’da işgal ettiği yedi bölgeden (rayon) beşinden çekilmeyi son anda kabul etmemişti. İşte şimdi yaşanan savaşta Ruslar, bu plana ışık yaktı.
Ermeni provokasyonunu başlatan kişinin Rusların bu ülkedeki bir No.lu adamı olan ve Rusya’da askeri eğitim alan Savunma Bakanı olması ilginç. Ruslar, Ermenilere böylece sıkı bir ders vermek istiyorlar. Bu konuda Türkiye ile de bir mutabakat olduğu belli. Özetle sahada Rus-Azerbaycan danışıklı dövüşü var.
Şu ana kadar 7 bölgeden sadece birinde önemli ilerlemesağlandı, bazı köyler alındı ama henüz merkez düşmedi. Bu arada stratejik olarak çok önemli olan Murov Dağı’nın kontrolünün ele geçirildiği açıklandı. Türkiye’nin askeri desteğini ifşa etmesi, sahadaki gelişmeleri, sahiplenmesinden sadece Ruslar değil Azerbaycan hükümeti de rahatsız olmaya başladı.
Azerbaycan haklı bir savaş yürütüyor. Eğer Azerbaycan ordusu durursa ele geçirdikleri kalacak ama Ruslar amacına ulaşmış olacak. Azerbaycan’a bir parmak bal karşılığı Ermeniler yola getirilecek. Şimdilik Putin, Taşinyan’a destek için “Macron’a git” fırçası atıyor.
BM GK ve Minsk Grubu kararları defalarca Ermenilere “işgal ettiğin topraklardan çık” dedi. Son BM GK toplantısından bir karar çıkmadı, sadece Genel Sekreter’in bir açıklaması oldu. Uluslararası hukuk boyutu nedeni ile ABD ve Fransa, Ermenilerin yanında siyasi olarak açıkça tavır alamıyorlar.
Sonuç olarak, her ne kadar Ruslar bu savaşta Azerbaycan’a bir yeşil ışık yakmış olsa da bunun amacı Ermenilere bir ders vermek ve verilen desteğin kırmızı çizgileri var. Yani Putin, aslında dizginleri elinde tutan taraf ve Ermenileri yola getirdiğine inandığında gene tarafını onlar yana seçecektir.
Bu anlaşmazlık en sonunda Dağlık Karabağ’ın statüsünü masaya getirecektir ve bu son minvalde Ruslar belirleyici olmaya çalışacaktır. Abhazya, Güney Osetya gibi örneklere bakarak Rusların, bu coğrafyada yeni bir özerk bölge kurarak, kendi etki bölgesini kaybetmeme amacını gütmek peşinde olacağını tahmin etmek zor değil.
Makalenin başına dönecek olursak son yıllarda en güçlü yanımız Türk askeri bir cepheden diğerine koşuyor ve enerjisini harcıyor. Büyük güçlerin hevesleri kadar reckless dış politikamız mevcut olanı hızla tüketiyor. Türkiye’nin biraz değil çok dinlenmeye ihtiyacı var. Her ülkenin öncelikli çıkarı halkının refahı ve ekonomik gelişmesidir.