Dünya büyük bir bunalım içinde, ekonomi kadar insan ve toplum hayatının da yeni bir kurguya, daha da büyük resimde yeni bir uluslararası düzene ihtiyaç var. Bu düzeni kurmaya aday ülkelerden ABD, Çin ile kaçınılmaz savaş öncesi hazırlıklar yapıyor. Diğer tarafta, ABD ve Rusya arasında bir çekişme sürüyor. ABD, Ortadoğu’da İran Savaşı öncesi ortamı şekillendirmek, bir Kürt devleti kurmak isterken aynı zamanda Suriye ve Libya’da Rus kazançlarını minimize etmek istiyor. ABD ve Rusya, Suriye’de Türkleri ve Kürtleri yanına çekmek için 2016’dan beri çeşitli taktikler uyguluyorlar. Ankara ise ABD ve Rusya arasında bocalıyor. Bu makalede, Ankara’nın çıkmazlarını ve ciddi tehlike sinyallerini sorgulayacağız.
Suriye’de İdlib konusunda süre bitiyor..
Rusya ile 2016 yılında başlayan yakınlaşma ve Astana Süreci ile süren işbirliği; Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatına Rus desteği getirmişti. Türkiye’ye rağmen Kürt koridoru kurma peşindeki ABD’ye karşı Ruslarla işbirliği elzem hale gelmişti. Ancak, zamanla görüldü ki Ankara’nın ne kuzey bölgelerden çekilmeye ne de İdlib’i temizlemeye niyeti var. Tam aksine Ankara, ne Sünni Arap bölgeleri kurmaktan ne de Sünni cihatçı aşkından vazgeçmiyor. Üstelik toprak bütünlüğünü sağlayacak tek adres olan Esat’ı devirme planı hiç değişmedi. Bu kırılmaları değerlendiren ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi James Jeffrey geçen Ocak ayında Ankara’yı ikna etti ve iki taraf Esat’ı devirme projesine sarıldılar. Ancak, ABD’nin ne Kürt devleti kurma ne de Suriye’nin doğusundaki petrol bölgelerinden çıkma niyeti var. Suriye’de Türkiye’nin PKK uzantısı dediği YPG’yi diğer Kürt gruplar (ENKS) ve Irak’taki Barzani ile sarmalayıp, Ankara’ya kabul ettirmeye çalışıyorlar.
İdlib bölgesi her an askeri tırmanmaya ve provokasyona çok açık ve bugünlerde Türkiye ve ABD’nin bölgede ortak örtülü operasyonlara giriştiğine ilişkin bilgiler var. Ruslar, bize İdlib’teki yükümlüğümüzü tamamlamak için 6 ay süre vermişti. Bunu yapmayacağımızı gösteren eylemelere girişince, Şubat ayında Rus uçaklarının bombardımanında 36 şehit verdik. Ruslar geçen gün bir açıklama yaparak bize 2254 sayılı BM kararını yani terörle mücadeleyi daha da açıkçası İdlib’teki unsurların terörist kabul edildiğini hatırlattılar. Şu anda İdlib yükümlüğün tamamlanması için son 1 ay kaldı. Rusların bu sürenin zarfında ne yapacağı belli değil. Bu konu, Libya’daki gelişmeler ile de çok alakalı.
Libya’da her şeyi kaybedebiliriz..
Ankara’ya göre; Libya’da biz meşru hükümetin yani Serrac hükümetinin yanındayız. Meşru hükümet aslında 2015 yılında BM’de Rusya ve Fransa’nın onayı ile kuruldu ama İslamcılar 2016 yılındaki seçim sonuçlarını kabul etmeyince karşılarında muhalif taraf olarak Libya Temsilciler Meclisi denilen Parlamento ortaya çıktı. Yani kadük olmuş taraf kendini “meşru hükümet” diye tanıtıyor. Temsilciler Meclisi’nin başkanı Akile Salihi ve silahlı gücünün başında ise Hafter var. Salihi’yi destekleyenler Rusya, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, BAE diğerleri. Serac’ı destekleyenler ise Türkiye ve Katar. Rusya ve Fransa, Hafter’i desteklemeyi bırakıp yeni bir oluşum peşine düşünce, Serac güçleri hatırı sayılır toprak kazandılar.
Gelinen aşamada sahadaki çatışmalar, Libya petrolünün merkezi olan Sitre ve Cufra’nın ele geçirilmesine dayanmış durumda. Serac ve Türkiye tarafı buna hazırlanırken, karşı taraftakilerin vermeye niyeti yok. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, eğer Sirte ve Cufra verilirse ateşkes yapılabileceğini açıkladı.Yakın zaman önce Libya’ya giden Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, El Vataniyye Üssü’nden güçlü mesajlar verdi ama o gece o üs kimliği belirsiz hava kuvvetleri tarafından imha edildi. Uçakların BAE’ye ait olduğu söylense de Rusların haberi olmadan böyle bir saldırı yapılamaz. Eğer Serac’ın Sitre ve Cufra’ya yönelik harekâtı başarısız olursa, Libya’da her şeyi kaybedebiliriz.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs tehlikeli sularda..
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) Ekim ayı ortasında çok kritik Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. KKTC’yi Rumlara bağlama peşindeki mevcut cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, ne yazık ki bu seçimlere avantajlı giriyor. Karşısındaki adaylar farklı partilere ait ve aralarından bir ortak aday çıkaramadılar. 1980’li yıllardan beri başta Rauf Denktaş ve her türlü milli görüşe karşı olan Mustafa Akıncı, 8 yıl ABD’de kaldıktan sonra KKTC’ye dönmüş ve kısa sürede Cumhurbaşkanı olmuştu. Montano görüşmelerinde Türkiye’den habersiz Rumlara her istediğini vermeye çalışan Akıncı karşısında, en güçlü aday gözüken başbakan Ersin Tatar’ın şansı yok gibi. KKTC halkına AB vatandaşlığı ve serbest dolaşım gibi hayaller sunan Akıncı, Türk askerinin adadan çıkmasını yani Türkiye’nin garantörlüğünün kalkmasını istiyor.
Akıncı, ABD’nin 2019 yılında açıkladığı Doğu Akdeniz stratejisine uygun davranıyor. Bu stratejiye göre, Doğu Akdeniz’den Rusların çıkarılması için Güney Kıbrıs’ı üs yapmasının önünü geçmek, Rumların liderliğinde bir tek bir Kıbrıs’ı hem AB’ye hem de NATO’ya alırken, garantörlüğü NATO’ya bırakmak. Böylece Türkiye’nin tek taraflı müdahalesine mani olmak hesabı yapılıyor. Diğer yandan,Kıbrıs’ın tamamına sahip olacak Rumlar, adanın etrafında ilan edecekleri deniz yetki alanlarını İskenderun’dan en zengin enerji kaynaklarının olduğu Fethiye’ye kadar uzatarak, Türkiye’yi hem güneyden kuşatmak, hem de tüm doğal kaynakların üzerine oturmak gibi bir şansa sahip olacaklar. İlginç olan Akıncı’nın bu istikamette gittiği açık olduğu halde, Türkiye’nin KKTC seçimlerinde ortak ve milli bir aday için ikna edici hiçbir girişimde bulunmaması. Bu durum, söz konusu ABD planına Türkiye’nin zımni desteği ya da bazı gizli anlaşmaların olduğu şeklinde yorumlanıyor.
Bu gelişmeler ışığında Doğu Akdeniz’e baktığımızda adanın etrafındaki enerji kaynakları için deniz yetki sahaları için yapılan girişimlerin anlamsız olduğu ortaya çıkıyor. Zaten petrol ve doğal gaz bulunsa bile bunun maliyeti nedeni ile karlı bir iş olmayacağı anlaşılıyor. Kıbrıs açıklarında çıkacak doğal gaz için verilecek fiyat, bugün Avrupa Birliği’nin satın aldığı fiyatın üç katı civarında olacak. Ancak, konunun daha önemli boyutu jeopolitik, yani ABD’nin Rusya’yı Ukrayna ve Kırım’dan Doğu Akdeniz’e çevreleme, Suriye ve Libya’dan çıkarma hedefi karşısında Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi. Hatalı dış politikamız nedeni ile Yunanistan ile anlaşmak yerine Mısır ve İsrail’i de karşımıza alınca, bu ülkelerin ittifak halinde Doğu Akdeniz’de İskenderun’dan Fethiye’ye eksen kurmasına yol açıyoruz. Yunanistan’ın Ege’deki adaların işgal etmesi karşısındaki suskunluğumuz ise anlaşılır değil.
Sonuç..
Türkiye’yi önemli dönemeçler bekliyor. Bunlardan ilki Suriye ve Libya’da açıkladığımız gelişmelerden ötürü Rusya ile yaşanabilecek, siyasi ve askeri sonuçları olabilecek tehlikeler. Rusya, istemediği şeyler oldukça askeri olarak bazı hesaplanmış operasyonlar ile tepkisini verdi ama bu böyle ne kadar devam edecek? Öte yandan, şu anda ABD ile ilişkilerimiz çok tehlikeli virajlarda. ABD’yi asıl yönetenler yani istihbarat ve savunma mekanizmasını kontrol eden Şahinler, Trump’a rağmen Kürt devleti projesini sürdürüyorlar. Kasım seçimlerini Trump’ın kaybetmesi halinde Suriye ve Irak’ta başka bir ABD izleyebiliriz ve bunun bizim hayrımıza olmayacak gibi. Hepsinden daha önemlisi, yakın zamanda Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’i kaybedebiliriz ve acilen bir şeyler yapmak zamanı. KKTC’yi kaybetme riski hiç bu kadar yüksek olmamıştı..
Makalenin geniş versiyonu için;
Yazıyı okumak için bu linke tıklayınız.