ABD’nin dört ayrı ülkede yaşamaları nedeni ile Kürtlerle ilgili büyük bir dış politikası ve stratejisi olmadı. Bunun nedeni, ABD için Kürtlerin yaşadığı ülkelerin Kürtlerden daha önemli olmasıydı. Orta Doğu’daki ABD çıkarları ve insan hakları olgusu, Washington’u Kürtlere daha çok ilgi duymaya ve korumaya itti. Bu düşünce özellikle 2003 yılında Irak’ta Saddam’a karşı kullandıkları Kürtlerin desteklenmesinde ortaya çıktı. ABD için Kürtlerin bölünmesi ve dağılması Orta Doğu’nun istikrarını bozacaktı ama Türkiye ve bazı Arap ülkeleri için bu kendi toprak bütünlüklerine karşı tehdit idi. ABD, Irak Kürt Yönetimi’ni (IKY) desteklerken hem Irak’ın siyasi bütünlüğünü koruduğu hem de Kürtleri desteklediğini düşünüyordu. ABD’nin dış politikası Orta Doğu’da bölgesel statüko politikası ile Kürtleri kullanma ve devlet kurma arasında çelişki içindedir.
ABD, bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyor gözükse de politikası bulanık ve şaşırtıcıdır. Irak’a müdahale ederken Kürtler, ülkenin bütünlüğüne tehdit olarak görülürken, istikrarsızlığı ve bölünme olasılığını kolaylaştıracak federal sistem kuruldu ve tanınan haklarla özerk Kürtlere bağımsızlığa giden yolda çok fazla iş kalmadı. Suriye’de de ABD, PYD/YPG ile ilişkisini bu sefer IŞİD ile savaş gibi taktiksel nedenlere bağlasa da korumakta olduğu “de facto” özerk bölgeyi Irak’ın kuzeyi ile birleştirmeye çalışıyor. Suriye’deki operasyonuna yeşil ışık yakılmayan Türkiye, yaz aylarında Irak’ta büyük bir operasyona hazırlanırken, önüne Türkiye’de demokratik (!) çözüm dayatması konuyor.
Bu makalede tarihsel süreç içinde ABD’nin Kürtlerle ilişkilerini dönem dönem ele alacağız. ABD’nin Kürt politikası belirsiz ve anlaşılması zordur. Bu çalışmayı yaparken kaynak olarak, ülkemizdeki genellikle sığ ve kestirmeci Sol literatürü değil, öncelikle Amerikan kaynaklarını, kurumlarının derin çalışmalarını kullanmaya gayret ettim. Tabii ABD’nin Kürt Projesi’ne eklemlenmiş, bir de Avrupa’daki kurgusu, başta Almanya ve Fransa olmak üzere ülkemiz içinde Sorosvari sivil toplum yapılanmalara dayanan uzantıları var. Bunları başka bir çalışmaya bıraktım. Sonuç itibarı ile ABD’nin Kürtlere nasıl baktığı, nasıl kullandığı ve niyetleri ile ilgili belirgin bir resim ortaya koymaya çalıştım.
ABD’nin Kütlerle İlişkilerinin Genel Çerçevesi
Genel bir çerçeve ile ABD’nin Kürtlerle ilgili projelerinin altı ayrı döneme ayrıldığını söyleyebiliriz;
(1) Birinci Dünya Savaşı döneminde Wilson Prensipleri çerçevesinde Osmanlı’nın parçalanması planı kapsamında bağımsız bir “Ermenistan” ve “Kürdistan” kurulması gayreti.
(2) 1960’lı yıllardan itibaren Irak-İran arasındaki sorunlarda ideolojik olarak Irak aleyhine, kuzeydeki Kürt grupların ayaklanmaları için destek sağlanması.
(3) 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile birlikte Irak’ın kuzeyinde insani yardım görüntüsü ile başlayan Kürt koruma bölgesinin “de facto” bir özerk bölgeye dönüştürülmesi.
(4) 2003 yılındaki Irak Savaşı sonrası Amerikalı ülke inşacısı askerler tarafından yazılan Anayasa ile Kürt Özerk Bölgesi’nin Irak federal yapısı içinde meşru hale getirilmesi.
(5) 2006 yılından itibaren sözde “Demokratik Çözüm” adı altında ülkemizin güneydoğusunda güçlü yerel yönetim söylemi ile Kürt özerk bölgesi kurulması gayreti.
(6) 2014 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde “de facto” Kürt özerk bölgesi kurulması ve bu yapının Irak’ın kuzeyindeki oluşum ile birleştirilmeye çalışılması.
Wilson Prensipleri’nin gündeme geldiği yıllar ve Sevr Anlaşması sonrası ABD’nin Kürt gündemine dönmesi Soğuk Savaş’ın ideolojik rekabet döneminde önce Irak’ta başladı. ABD-Irak ilişkileri 14 Temmuz 1958 darbesi ile bozuldu. Washington, Irak rejiminin değişmesinden ve daha kötüsü Orta Doğu’daki etkisini kaybetmekten korkuyordu. Bu olgu ABD-Kürt ilişkilerinin temelini şekillendirdi.
Kürtler her zaman Orta Doğu bölgesinin şiddet, ihanet, komplo, savaşla örülü tarihinin zembereği içinde yaşadılar her zaman. İran, Irak, Suriye, Türkiye arasında denge kurmak ve bozmak adına emperyalizm tarafından ya desteklendiler veya kurban edildiler. Örneğin, Moskova’da Brejnev ile “başka ülkelerin içişlerine karışmama” üzerinde anlaşmaya varan ABD Başkanı Richard Nixon, daha belgedeki imzası kurumadan Tahran’a uçuyor ve İran Şahı ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt ayaklanmasına para ve destek verilmesi konusunda anlaşıyordu. ABD bu dönemde Irak’ı zayıflatmak peşindeydi. ABD’nin Irak stratejisi belirlenirken, savaştan sonra ülkede baş gösterecek Kürt ve Şiî ayaklanmalarına destek verilmemesi, “hatta imkân dâhilinde önlenmeye” çalışılması kararlaştırıldı.
23 Temmuz 1973’de Washington’daki toplantı ise Soğuk Savaş dönemi ilişkilerin esasını belirledi. Toplantıda Kissinger şöyle dedi; “Irak’ta bir yara açmak için Kürtlerin yeterince güçlü olmasını istiyoruz.” Ancak, 1975’te İran ve Irak arasındaki Cezayir Anlaşması projeyi sona erdirdi. Kürt hareketi sona erdi ve KDP birkaç fraksiyona bölündü.
ABD, 1980’lerden itibaren Sovyet coğrafyasını çevrelemek için Yeşil Kuşak Projesi’ne geçerken, Orta Doğu’da laik-ulusalcılar yerine İslamcı akımları kullanmasının çıkarına daha uygun olacağına karar vermişti. Nasır, Saddam ve Esat bunun için hedef alınmıştı. Bu İslamcı dönüşüm Türkiye de olmadan olmazdı. 1980’lerde Paul Henze ve Graham Fuller gibi CIA’nın Türkiye ve Kürt uzmanları önce Türk-İslam sentezi, daha sonra ise Cemaat yapılanması ve AKP’nin kurulmasına öncü oldular.
1990’larda Barzani, “1975 felaketinden sonra ABD’ye güvenmemeyi öğrendik” demişti. Körfez Savaşı sonrası BM Güvenlik Konseyi’nin Iraklı Kürtlere insani yardım kararı, bir yardımdan çok fazlası idi. Huzur Harekâtı (Operation Comfort) ile sağlanan hava savunması ile Kürtlerin kendi yönetimlerini kurması kolaylaştı. 1998’de ABD’de iki Kürt partisini barıştırdı. 2003 yılındaki Irak Savaşı ise bugünkü Irak’ı yarattı.
Orta Doğu’nun hiçbir yerinde ABD, Suriye’nin kuzeyindeki gibi sürekli bir askeri varlık, uçuşa yasak bölge oluşturmadı. Uçuşa yasak bölge uygulaması sözde Esat’ın önemli miktarda gıda üreten bölgeyi ele geçirmesini önlemek ve ona istenen siyasi çözümü dayatmak için oluşturuldu ama esasında Kürtleri özellikle Türkiye’den koruma işlevi görüyor. Yani 1990’lı yıllarda Irak’ın kuzeyinde Kürtleri korumak için oluşturulan yapının yeni modeli ile karşı karşıyayız. ABD, bu bölgeyi Irak’ın kuzeyindeki yapı ile birleştirerek süreci hızlandıracağını hesaplıyor.
Hâlihazırdaki Biden yönetimi, Irak ve Suriye’deki yapıların yaşaması için Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmasını hatta Türkiye’deki oluşum ile birleşmelerini istemektedir. Bunun için uygulanan strateji Türkiye’nin yöneticilerinin ikna edilmesi, bu yönde iç ve dış dinamiklerin kullanılmasıdır. Bugün gelinen noktada ABD ile en büyük sorunumuz Suriye’deki oluşumdan çok Türkiye’de sözde barış sürecinin tekrar başlatılmasıdır.
ABD Politikalarında Kürtlerin Yeri
ABD, bölgenin en büyük nüfuslarından birine sahip Kürtlere ilişkin olarak politik arayışlarına, 1990’lardan itibaren iyice hız verdi. Bu bağlamda, “1991 sonunda Washington’daki John Hopkins Uluslararası Etütler Okulu’nda yapılan bir Kürt panelinde” sunulan ilginç bir tebliğ dikkat çekicidir. “Harvard Üniversitesi öğretim görevlilerinden Mehrdad İzady, Türkiye’deki Kürtlerin gelişimini inceleyen bu tebliğde, Türkler ile Kürtlerin nüfusunun eşitleneceği, bundan 15-20 yıl sonra Türklerin azınlık haline geleceğini ileri sürmüştür. Izady’ye göre ‘… Türkiye Kürtleşecektir.’ ”
ABD dış politikasının Kürtlerle ilgisi beş safhaya ayrılabilir;
(1) Birinci Dünya Savaşı sonrası, ABD başkanı Woodrow Wilson’un “14 Prensibi”nin 12. prensibi (Osmanlı içindeki azınlıklara özerklik verilmesi) çerçevesinde Kürtlere bağımsızlık olasılığının ortaya çıkması ve kısa sürmesi. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü sağlaması, Irak’ın kuzeyinde İngilizlerin petrole el koyma sevdası Kürtlerin hayallerini sona erdirdi.
(2) 1979’li yılların başında Irak’ta Mustafa Barzani’nin isyanının ABD ve tarafından desteklenmesi, 1975 yılında Saddam ile yapılan anlaşma ile sona erdi. ABD, müttefiki Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösteriyor ve PKK’yı “Kötü Kürtler” diye tanımlıyordu.
(3) 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile Irak’ın kuzeyinde Kürt Yönetimi kuruldu ve bu bağımsız bir devlete çok yakın bir oluşumdu. Körfez Savaşı sonrası Saddam tarafından cezalandırılmaktan korkan Mesut Barzani ve Celal Talabani, Bush yönetimine yalvardılar. ABD başlangıçta bölgenin Lübnanlaşma riski nedeniyle hemen karar veremedi. Kürtleri desteklemek istenmeyen, sürekli bir yükümlülük gerektirebilirdi. Ancak, göçmen krizinin ortaya çıkması sonrası Kürt nüfusu koruma gerekçesi ile (BM GK’nin 5 Nisan 1001 ve 688 sayılı kararı) Irak’ın kuzeyinde Huzur Harekâtı ve uçuşa yasak bölge, ardından de facto Kürt özerk bölgesi belirdi.
(4) 2003 yılındaki Irak Savaşı ile ABD-Kürt ittifakının kurulması ve 2005 yılında yazılan Irak Anayasası ile Kürt özerk yönetim bölgesinin meşru hale getirilmesi. 1Mart 2003 tezkeresi ile ABD’nin Irak Savaşı ile ilgili mutabakata varılamaması, Kürtleri ABD’nin sağlam müttefiki yaptı. Artık Türkiye, Irak’ın kuzeyinde PKK ile de istediği mücadele edemeyecekti. ABD, Türkiye’nin isteklerini reddetmeye başladı ve Çuval Olayı ile birlikte ilişkiler en kötü krizi yaşadı. ABD savunma bakanı Robert Gates’in 2009 yılında IKY ile yaptığı anlaşma Kürtlere verilen garanti ve desteği sürdüren üç önemli madde barındırıyordu;
(a) Kerkük’te dâhil Irak hükümeti ile tartışmalı bölgeler ve petrol gelirlerinin paylaşımında IKY desteklenecek.
(b) Irak ordusu gibi Peşmerge için de askerleri gayretlere devam edilecek.
(c) Irak’ta 2010 yılında yapılacak seçimlerde Kürtlere yardım ve destek sağlanacak.
(5) Üç ve dördüncü safhalardan bugüne NATO üyesi Türkiye’nin, ABD’nin PKK’yı desteklediği endişesi. Türkiye’deki komplo teorilerine rağmen Amerikalılar, Türkiye’nin devam eden jeostratejik önemi nedeni ile bunu yapmadıklarını iddia ediyorlar.
ABD’nin ise Kürtlerle ilişkisinin arkasında birkaç bölgesel öncelikle ilgiliydi. İlk öncelik bölgedeki Irak’ta Amerikan varlığını artırarak İran’ın yayılmasını önlemek ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktı. Irak içinde de İran etkisi kırılmalıydı. ABD, IKY ile güçlü ilişkiler kurarak Irak’ta küçük ama caydırıcı bir askeri varlık oluşturdu. Ancak, Rusya ve İran da Irak’ın kuzeyinde kendi ağlarını kurmak için çalıştı. Rus enerji şirketleri IKY bölgesine büyük yatırım yaptı ve IKY’ye ihtiyacı olan nakit para verdi. Moskova’nın IKY’ye verdiği 1 milyar dolar borç, ABD’den uzak tutmak içindi. İran’a gelince General Kasım Süleymani sık sık IKY’yi ziyaret eden İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün komutanıydı. İran, Kürtleri Kerkük’ten çekilmeye ve bunun için Irak’taki İran yanlısı militanları harekete geçirerek etkisini gösterdi.
ABD kaynakları ve literatürü Kürtlere bakışları konusunda iki temel yaklaşım ortaya koymaktadır.
- Akademisyenler ve konunun derin boyutunu örtmek istemeyenler; ABD’nin Kürtlerle ilişkisinin bir gereklilikten doğduğunu, Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti istemediğini, Suriye’deki taktik işbirliğinin aslında Kürt devleti kurulmasını hedeflemediğini iddia etmektedirler.
Bu anlayışa göre; Washington, II. Dünya Savaşı sonrası Kürtler dâhil bazı devlet-dışı aktörlerle kısa vadeli başarılar için önemli bağlar kurdu. ABD için Ortadoğu’nun ve bunun için de bölgedeki ülkelerle uzun vadeli ilişkiler veya ittifaklar daha değerlidir. Washington ve Kürtler arasındaki işbirliği sık sık geçici olarak ve derinliği olmayan bir biçimde ortaya çıkmıştır. Kürtler, ihtiyaç duyulduğunda müttefik olarak görülür ama büyük resimde ihtiyaç yoktur.
- İkinci anlayışa derin kaynaklarda rastlıyoruz; Kürtler uzun vadeli bir bölgesel dönüşüm projesinin parçasıdır, korunmalı ve kollanmalı, Türkiye buna ikna edilmelidir. Nitekim 2006 yılında Türkiye içinde Demokratik Çözüm’e, 2011 yılında Büyük Ortadoğu Projesi’ne çeşitli baskılar ve havuçlar kullanılarak ikna edildi.
Irak’ın kuzeyinde 1990’lar ve 2003’de Kürt oluşumuna sadece seyirci kalmaya zorlanmadık, Türkmenleri yok sayma pahasına Barzani’yi desteklemeye hala devam ediyor. Suriye’de de aynı oyun devam ediyor. Irak’tan sonra Suriye’nin de sözde toprak bütünlüğü içinde federal bir sistem kurulacak ama Kürt bölgeleri birleşecek ve aynı oyuna İran’daki Kürtlerin katılımı senaryosu ise beklemede. Türkiye üzerinde devam eden oyun ise bir NATO müttefiki olduğu için dışarıdan ikna’ya ve içeride kurulan Soros tipi örümcek ağına dayanıyor.
ABD ve Kürtlerin Geleceği
ABD, son 50 yıldır Kürtlerin yaşadığı coğrafyada ülke inşası, rejim değiştirme, insani ve askeri müdahale işlerine girişti. Bu müdahalelerin sonucu olarak vasal olarak Kürtlere Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde özerk bölgeler hediye edildi. Amerikalılar, Ortadoğu’da askeri olarak kaldığı sürece siyasi ve stratejik çıkarları için Kürtleri korumak niyetinde. Bugüne kadar Kürtler, ABD’nin desteği ile;
(1) Irak’ın kuzeyinde geçici bir özerklik kazandı.
(2) Irak Anayasası ile Federal Irak’ın bir parçası olarak tanındı.
(3) (Şimdilik) Suriye’nin kuzeyinde özerklik kazandı.
1991 yılından beri Kürtler, ABD’nin Orta Doğu’ya müdahalelerinden yararlandılar ve çekilmeleri ile varlıkları tehlikeye girdi. Her ABD çekilmesi Kürtlerin siyasi hayallerini kötürüm bıraktı.
Washington, Türk-Kürt çatışmasının iki tarafı ile de oynamaya çalıştı; geçici olarak Kürtlere yardım ederken, eş zamanlı olarak Ankara’yı uzun vadeli çıkarlarına göre memnun etmeye çalıştı. Bunun nedeni, stratejik çıkarlarının çeşitlenmesi idi. Türkiye söz konusu olduğunda Kürtler her zaman ikinci endişe konusu oldu. Türkiye’nin kendi egemenliği ve sınırlarının yakını söz konusu olduğunda; ABD, Kürt sorununu desteklemekte gönülsüz oldu. Türkiye’nin çok hassas olması nedeni ile Kürt konusuna yaklaşırken çok baskı yapmamak için ihtiyatlı bir yaklaşım seçti. ABD, Orta Doğu’daki istikrarsızlık karşısında kendi stratejisi içinde Türkiye’ye önem verdi.
Suriye ve Irak’ta istikrar Türkiye ve PKK arasında barış görüşmeleri yapılmadan sağlanamazdı. Bunun için iki adım gerekliydi;
(1) Türkiye ve PKK arasında resmi görüşmeler ABD ve AB’nin katılımı ile başlatılmalıdır.
(2) Kürtlerin kendini yönetmesi ile ilgili yol haritası bağımlılık & bağımsızlık tartışmasının üzerine çıkarak, daha önemli olan Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerinde temsilci siyasi kurumları inşa etmeye yönelik daha büyük çerçeveden ele alınmalıdır.
Son on yıllarda Kürtlerle ilgili gelişmeleri şu şekilde okumak lazım;
(1) 25 milyonluk Kürt nüfusu kendilerini “devleti olmayan en büyük halk” olarak adlandırılsa da birleşmeleri pek çok nedenle mümkün değil. Irak’taki Kürtler bağımsızlık şanslarını kullanmak isteyebilirler ama bu vizyon sembolik olmaktan öteye gidemez. Türkiye ve Suriye’deki Kürtler ise bağımsızlıktan çok konfederasyondan bahsediyorlar. Görünürde aynı etnik kimliği paylaşıyor gözükseler de, gerçek çok daha karmaşık. Siyasi felsefeleri, dini çeşitlilikleri, kabilecilik ve dil farklılıkları hatta gelecekten ve bağımsızlıktan ne anladıkları arasında uyum sağlamak mümkün gözükmüyor.
(2) Türkiye’den çok İran, Kürt bağımsızlığının önündeki en büyük engel. Irak’taki Kürt yönetimi ile iyi ilişkiler kuran Türkiye, eğer Irak’tan bir Kürt devleti koparsa kendine katmaya hesaplıyor. İran ise Kürtlerin bağımsızlığını toprak bütünlüğüne tehdit olarak görüyor. Etnik olarak daha karışık olan İran, herhangi bir Kürt devleti tartışmasını büyük bir şüphe ile karşılıyor.
(3) Mesele devlet kurmakla bitmiyor; bu devletim işleyen bir ekonomisi olmalıdır. Teoride petrol ve su Kürdistan’ı zengin yapacak ama sabit gelirli devletler ekonomik olarak ölür. Kürtler ekonomilerini çeşitlendirmek ve büyütmek için yabancı yatırıma ihtiyaç duyacaklar ama bunun önünde beş engel var; ekonomik felsefelerinin Marksist olmasa bile sol merkezli olması, yozlaşma, yönetim tecrübesi eksikliği, finansal altyapı ihtiyacı, hukuk geleneği ihtiyacı.
(4) Herhangi bir Kürt devleti, istikrasız bir coğrafyada, kendisi ile toprak ve kaynak sorunları olan, bağımsız olmasını istemeyen düşman ülkelerle çevrelendiğinden askeri gücü ile baş etmesi çok zor olacaktır. Gerilla kuvvetinden daha profesyonel ve birleşik bir Kürt savunma kuvveti oluşturmak kolay değildir.
Suriye ve Irak’taki Kürt özerk bölgelerinin geleceği oldukça açık.
“Kürtler Neden Devlet Kuramaz” başlıklı kitabımda da anlattığım gibi Kürtlerin devlet kurması ya da bunu muhafaza etmesi dört ana nedenle mümkün değildir.
(1) Devlet olmak için ‘millet’ olmak lazımdır. Tarihte hiçbir dönemde homojen bir topluluk olamadıkları gibi, bugün de değillerdir. Kürtlerin birleşik bir siyasi birim kuramamalarında aşiret zihniyeti önemli rol oynamıştır. Pek çok aşiret reisi ya yabancı kökenlidir ya da aşiret reisi menşeyleri farklı gruplara hâkimdir.
(2) Kürtlerin kurduğu özerk ya da devlet benzeri yapıların yaşaması için mutlaka büyük bir devletin kalıcı desteğine ihtiyaç vardır. Bu coğrafyada kurulacak böyle bir yapıya Türkiye, İran, Irak ve Suriye müsaade etmeyecek, kalıcı olamayacaktır.
(3) PKK Terör Örgütü ve siyasi uzantılarının Kürt devleti kurma gayreti şiddetle yoluyla bir sonuca ulaşacak seviyeye bugüne kadar ulaşamamış ve bu yüzden siyasi yollara ve ABD desteğine başvurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ve diğer ülkeler bölücü Kürtlerin terörüne hiçbir zaman boyun eğecek kadar zor durumda kalmayacaklardır.
(4) BM Şartnamesi ulus-devlet egemenliği, toprak bütünlüğü ve iç işlerine saygı esasına göre hazırlanmıştır. ABD ve Avrupalı ülkelerin ulus-devlet egemenliğini hiç sayan sözde insani maksatlı koruma bölgelerinin hiçbir hukuki dayanağı yoktur ve kalıcı olamaz.
Irak’ta Kürt özerk bölgesi en fazla Şii hâkimiyetinde bir konfederasyonun parçası olabilir. Ancak, Barzani ve Talabani bölgeleri arasındaki önemli sorunlar, kırılma yaratabilir. Bununla beraber, Irak’ın bölünmesi veya kuzeydeki Kürt bölgesinin bağımsızlık ilanı Türkiye’nin müdahalesini getirir. 1926 Ankara Anlaşması’nın kadük olduğu bu durumda Türkiye’nin bölgeye sahip olması uluslararası hukuka uygundur.
ABD, Türkiye ve Suriye’de Kürtlerin özerkliği için öncelikle Ankara’nın PKK ile masaya oturmasını istiyor. Oluşacak barış (!) süreci için Türkiye’nin ABD ile çalışmaya daha istekli olacağı ve böylece Suriye’de de bir özerklik seviyesini kabul edebileceğini hesaplıyorlar. Buradaki anahtar konu ABD’nin Suriye’deki Kürtlerin geleceğinin büyük ölçüde Türkiye’deki Kürt sorunun çözümü ile bağlantılı olduğunu düşünmesidir. Bunun arkasındaki gizli plan; Suriye Kürtleri ile Türkiye’deki bağlantılarını birleştirmek, Suriye kadar Türkiye’deki PKK’ya da hizmet etmek, hatta bunları Irak’taki Kürt yönetimi ile birleştirerek bir taşla iki değil üç kuş varmak, diğer yandan Suriye’deki Kürtlerin kuşatılmışlığını önleme çabası var.
ABD, Suriye’deki Kürt sorunun çözümü için en büyük engel olarak görülen Türkiye’de öncelikle PKK ile barış görüşmelerinin başlatılmasını istiyor. Bunun için atılacak ön adımlar şu şekilde öngörülüyor; “teröristlerle görüşmem” diyen Ankara’nın PKK’ya “terörist” demekten vazgeçirilmesi, terörist etiketi kalkan PKK’nın da masaya oturtulması ve bunun için Abdullah Öcalan’ın hapishane koşullarının iyileştirilmesi.
Gelinen aşamada Ankara ile PKK’nın görüşmelere başlaması için büyük ölçüde ABD baskısına bağlı olduğu düşünülüyor. ABD’nin Türkiye ile birlikte Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurmasının hem YPG hem de PKK’yı zor durumda bırakacağından masaya oturmalarının kolaylaşacağını söyleyenler de var. ABD şu anda müttefiki Türkiye ile vekil gücü YPG/PKK arasında Suriye’de bir tercih yapmak zorunda gibi gözükse de büyük resim daha farklı bağlantılar ortaya çıkarıyor.
Son 50 yılda Türk-Amerikan ilişkileri çok şey yaşadı ama iki şey değişmedi; ABD’nin Türkiye’yi Batı kampında tutma isteği ve Türkiye’nin ülke içi ve dışında bölücü Kürtlerin kökünü kazıma isteği.
ABD’ni Kürtlere yönelik resmi bir politikası yoktur. Orta Doğu’daki Kürt gruplara yönelik politikası İran, Irak, Suriye ve Türkiye’ye ilişkin politikalarının bir eklentisi olmuştur. Kürtlerin özerklik veya bağımsızlık istekleri ABD’nin bölge için uzun vadeli istikrar ve çatışmaları azaltma planına uygun değildir. Tam tersine bu ülkelerdeki Kürt grupların asimile olmasını ister. Ancak, Kürt liderlerin milliyetçi girişimleri, özellikle IŞİD karşısındaki askeri zaferleri ABD’nin Kürtlere bakışını ciddi ölçüde etkiledi. Dört ülkedeki Kürtlerin ayaklanma girişimleri ABD bu ülkelerle sorun yaşadığında daha ilgi uyandırdı ve kendi politikaları için kullanma fırsatı olarak görüldü. ABD, kısa dönemli siyasi amaçları için Kürtlerle çeşitli ama sınırlı anlaşmalara girdi. Kürtlere verdiği destek belirli bir senaryonun desteklenmesi için oldu ve belirli bir ikaz süresinde de son verildi.
ABD’nin Orta Doğu politikasında Kürtlerin rolü, kısa vadeli geçici stratejik ortaklıklar serisi içinde oldu. Uzun vadeli çıkarlar söz konuş olduğunda Kürtlerle ittifak önemini yitirdi. ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli hedefi bölgenin istikrarıdır. Ancak, bölgedeki rakip liderler ve hükümetlerden endişe ederken, Kürtler bir vekil güç manevrası olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye söz konusu olduğunda ABD’nin iki müttefik arasındaki şaşkınlığı Ankara’yı kızdırmış ama nihayetinde Kürtlerle bağlarına rağmen Türkiye’yi dikkate almak zorunda kalmıştır. Gelecekte de Türk-Kürt çatışmasında muhtemelen Türkiye’nin yanında yer alacaktır. Kürtler için ABD’nin dış politikasında resmi bir rol yoktur ve ilgisi kendi anladığı bölgesel istikrar için kullanmakla sınırlıdır.
Sonuç
“Kürt sorunu” tarihteki en yetersiz taleplerden biridir. Birincisi; hiçbir gerçekliği ele vermez, ikincisi; tarih dışıdır, üçüncüsü; keyfe göre tanımlanabilecek kurgulara açıktır. Diğer nokta ise, Kürtlerin, Orta Doğu’daki konumudur. Orta Doğu’nun her ne kadar problemi varsa, bütün bu problemler minyatür olarak zaten Kürtlere fazlasıyla yansımıştır. Hatta bir bölümü de Kürtlerden kaynaklanmış durumdadır.
PKK adı altında baş gösteren proje, IŞİD ile birlikte esasen Orta Doğu ve Orta Asya'yı kapsayan bir siyasi projenin bölge kaynaklı uygulama programıdır. PKK terörü olarak ifade ettiğimiz şey; büyük güçlerin Orta Doğu'yu siyasi-etnik ve kültürel olarak parçalamayı, bu bağlamda bölge dengelerini yeniden oluşturmayı hedefledikleri geniş çaplı bir planın parçasıdır. ABD’nin Kürt devletçikleri ile ilgili angajmanları genel olarak şu sırayı izlemektedir;
- İnsani yardım, koruma bölgesi, uçuşa yasak bölge.
- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi/kurulması.
- Özerk Bölge ilanı. (Kendi parlamentosu ve ordusu olması)
- Kendi kaderini tayin hakkı.
- Bağımsız devlet.
ABD’nin Büyük Kürdistan planının ana parçalarını ise;
- Suriye ve Irak’ta özerk yönetimlerin bağımsızlığı.
- Türkiye’de barış görüşmeleri ile federal yönetim ve bağımsız Kürt devleti kurulması.
- İran’da özerk yönetim/bağımsız devlet
Ancak, ABD bu devletçiklerin bir araya getirilmesini istememekte, tıpkı Orta Doğu’daki diğer ülkeler gibi birer vasal olarak kalmasını istemektedir. Zaten ne Barzani ne de PKK birleşme yanlısıdır.
Kürtlerin ABD’ye güvenmekten ve kaçınılmaz sonuçlarına katlanmaktan başka seçenekleri olmadı. Batılı güçlerin oyunu ne olursa olsun Kürtler şiddet, belirsizlik ve kendilerini kullananların ihanetiyle karşı karşıya kalmaya devam edecekler. Üstelik nihayetinde kendi ihanet ettikleri ülkenin insafına kalacaklar.
Özerk bölge ile hükümeti arasındaki rekabette destekleyen dış güç hakem rolü oynar ve böylece hükümranlığını takviye eder. Suriye ve Irak’ta da “de facto” özerk yapılar ancak komşu bir büyük güç izin verirse yaşayabilir. Kürtlerin arkasında ne Osmanlı ne de Pers imparatorluğu var. Onların kurtuluşu Orta Doğu’daki ABD ve Rus varlığına bağlı ama onların planı Kürtleri sadece stratejik vasıta olarak ya da lojistik üs için kullanmak. Kürtlerin özerkliği ve kaderi, dostları değil çıkarları olan ABD ve Rusya’nın emperyal stratejilerinin bir parçası dahilinde yaşamak.
Sonuç olarak, Orta Doğu satrancında piyonlar yeniden yerleştiriliyor, yeni oyun başlıyor. Genel gidişata bakınca, belirsizliğin, kuralsızlığın, melez (devlet destekli terör) ve sağlıksız ilişkilerin uzun bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Türkiye’nin ne Irak ve Suriye, ne de İran’daki senaryoları etkilemesi, kendi başına bağımsız politikalar izlemesi istenmiyor.
Türkiye, gerektiğinde ABD ile de bir çatışmayı göze alacak, her türlü olasılığa göre hesaplarını yapmalı ama öncelikle barışçı yollar ile ama mutlaka karşılıklı çıkarların gözetildiği ilişkiler kurmalıdır. Türkiye, ABD ile ilişkilerinde karşılıklı ve eşit çıkar ilişkisine dayanan, tam bağımsızlık ve milli egemenlik esaslarında dahilinde, kendi gücüne dayanan politikalar izleyebilmesi için buna uygun bir stratejik vizyon ve güç projeksiyonu geliştirmeli ve hayata geçirmelidir. Bu anlayışın pratiğe dökülmesinin önündeki en güçlü engel, Türkiye’nin ABD’yi karşısına alma korkusudur.
Türkiye, çevresindeki coğrafyalarda operasyon üretmekten kaçınmayan ve bölgede ABD dışında seçenekler üreten bir güvenlik konsepti üretmelidir. Bunun yolu ise milliyetçi, ulusal çıkarcı, proaktif, kendi gücüne dayanan, bağımsız ve egemen bir güvenlik anlayışıdır. İlişkilerin geleceği uygun bir işbirliği ortamı yaratılmasına bağlıdır ve bu oluşturulduğu takdirde, Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarlarına önemli katkılar sağlayacak bir potansiyel taşımaktadır. ABD'nin geleceğe yönelik planlar ürettiği bölgelerin önemli bir kısmının Türkiye'nin yakın çevresi ile ilgili olması, yeni anlayışın hayata geçmesindeki sürecin sıkıntılı olmasına neden olacaksa da, bu sıkıntıların aşılmasına yönelik pratik çözümler ve projeler bulmak her zaman mümkündür.
Türkiye için en öncelikli tehdit şu anda bölücü terördür ve bu tehdit Irak’ta değil, Suriye’de devlet kurmaya çalışmaktadır. Özetle, terörle mücadelede öncelik ve olası büyük askeri harekât, Suriye’deki terör yuvasına yöneltilmelidir. Irak stratejisi ile Sünni Barzani ve Arapları kendine odak yapan Ankara’nın tutarsız politika ve tercihleri Türkmenleri sadece Irak’ta değil, Suriye’de de rehine haline getirdi. Irak’ın siyasi geleceği öngörülemez durumdadır. Türkiye, Irak’taki güçler ile prestijini sarsacak mikro pazarlıklar yaparak vakit kaybetmemelidir. Bunlar arasında bir denge kurulsa bile sorunlar halının altına süpürülemez.
Makalenin geniş versiyonu için; https://www.academia.edu/121552286/ABDnin_Kürt_Projesi