Amerikan Plütokrasisi, Başkanlık Seçimleri ve Dünyanın Geleceği

Prof. Dr. Sait Yılmaz

Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) kuranlar Mustafa Kemal Atatürk gibi bir asker değil, zengin iş adamlarıydı. 1773’te Boston Limanı’nda başlayan isyanın (Çay Partisi) nedeni, Fransa ve Hint savaşları nedeniyle kasası boşalan İngiltere’nin kolonilerde çay vergisini artırmasıydı. İsyanın başına komutan olarak geçen George Washington, ABD tarihinin en zengin başkanlarından biri olma unvanını hala sürdürüyor. John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Jay, Thomas Jefferson, James Madison gibi diğer öne çıkan kurucular da farklı değil ve dış politikaları daha çok Amerikan tüccarlarının haklarını korumak üzerineydi. 1787’deki ABD Anayasa Konferansı’nda James Madison'ın vurguladığı şekilde; ABD, zengin azınlığı çoğunluktan korumak ilkesi üzerine kuruldu.

ABD resmi söylemine göre; Amerikan rejiminin dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahip, bir anayasal cumhuriyettir. Ancak, gerçekte Amerikan rejimi bir demokrasi değil hegemonyayı elinde tutan zenginler tarafından yönetilen, onlara hizmet eden ve nesilden nesile geçen bir tür ‘plütokrasi’dir. Diğer yandan, bir Amerikalıya ülkelerinde “derin devlet‟ diye var mı diye soracak olsanız, derin devletin Üçüncü Dünya Ülkelerine ait olduğunu, kendi ülkelerinde kesinlikle olmadığını söyleyecektir. Hâlbuki ABD’deki derin devleti açıklamak için kullanılacak doğru terim “derin devlet” ve onun da arkasındaki “daha derin devlet” olmalıdır. “Daha derin devlet”, Sanayi Devrimi ile belirginleşmeye başlarken; “derin devleti”, Roosevelt Komünistlere karşı iç işleri için, Truman ise uluslararası amaçlar için kurmuştu.

Bugün de, Washington’daki görünen hükümetin dışında, görünmeyen ve tanımlanması zor bir derin devlet var3. Derin devlet seçimlerle gitmez. Bu devlet içinde devlettir ve temel unsurları; CFR, gölge hükümet, elit tabaka ve Wall Street Dünyası’dır. Operatörleri ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve istihbarat teşkilleri (CIA, NSA, FBI vd.) içinde köşe başlarını tutmuşlar ve küresel bir gündem uygulayan uluslararası bir ağ kurmuşlardır. Bu ağın parçası olmayan bir kişinin yükselmesi ve seçimlerde başarılı olması mümkün değildir. Bu aslında Amerika’nın ülke dışındaki müdahaleleri için gerekçe olarak kullandığı tiranlık düzenidir. Bu tiranlık da tüm imparatorluklar gibi yayılmacı amaçlar için vardır. Amerikan anayasası ise bu imparatorluğun vicdanı değil, vasıtasıdır.

Amerika’da çoğunluğun fikri ne olursa olsun elit tabaka bildiğini okur, gerekirse medyayı kendi görüşlerini yayacak propaganda için kullanır. Seçimler, resmi daireler ve hükümetin icraatları diğer eşyalar gibi bu elit tabaka tarafından satın alınmaktadır. İki büyük parti özellikle ikincil konularda farklı görüşlere sahip gibi gözüküyor olsa da ikisinin de mevcut plütokrasiyi değiştirmeye niyeti yoktur. Seçim sonuçları her zaman adaletsiz bir toplum düzeni, ekonomik olarak iyi kesimin yükün çoğunu taşıyan alttaki kesim tarafından sürekli olarak sübvanse edildiği kısır değişmez bir yazgı yaratmaktadır. Bu makalede, hem ABD devlet yönetim sisteminin perde arkasını, hem 2024 seçimlerinin neler getirebileceğini değerlendirirken, ülkenin iç dinamikleri ile ilgili bir çerçeve sunacağız.

Amerikan Plütokrasisi

Amerika’nın kurucuları ani çözümleri sevmeyen bir sistem inşa etti. Güç hükümet dalları arasında paylaştırıldı ve Kongrenin iki meclisi farklı yapıdadır. Bir yasa çıkarmak, bir şeyi hızlı yapmak zordur. Bunun bu ülke için en iyisi olduğunu düşünüyorlardı. Jefferson’un partisi bölününce Cumhuriyetçi ve Demokratlar ortaya çıktı. 1820’lerde Jackson’un Demokratlar, ilerici ve eşitlik savunucuları idi. Azınlıklar ve yoksullara hitap etmeyi hedefliyorlardı. Lincoln’ün Cumhuriyetçileri ise kölelik ve ırkçılık karşıtı ama zenginlerin partisi idi. 1865’de köleliğin kaldırılması Lincoln’ün ölümüne neden oldu. Güneyli Beyazlar Cumhuriyetçi Parti’ye kaydı. Reagan sonrasında iki parti çok farklı oldu. Cumhuriyetçiler ile demokratları ayırmak zordu. Demokrat muhafazakârlar, Cumhuriyetçi liberaller vardı. Zamanla gerçek bir sınır oldu aralarında. Bugün Cumhuriyetçiler merkezin sağı, Demokratlar da solu temsil ediyor.

Amerikan anayasasını yazanlar özel mülkiyeti, özel sözleşmeyi ve Amerikan aristokratlarının diğer çıkarlarını korumayı düşünürken temelde herkesin çıkarına olan konuları göz ardı ettiler ya da asgari düzeyde tuttular. Bunu yaparken iktidar koltukları imtiyazlılara hegemonyaları bitmeyecek şekilde açılırken bunun teminatı olan anayasa değiştirilemez hale getirildi. Anayasa yazıldığı dönemde Amerika adaletsiz ve eşitliksiz bir kaos içindeydi ve ülkenin kurucuları bu durumdan en çok faydalananlardı. Anayasa adil bir seçim sistemi ve demokratik süreç de öngörmemişti ve bu eksiklikler ülkenin bugünkü sorunlarının temelinde yatmaktadır. Kurucular, monarşiden kaçınmak için birbirini dengeleyen üç ayrı yönetim alanı yarattılar; yasama, yargı ve yürütme. Ancak zenginlere çalışan seçim sistemi bu üç yönetim alanının kendi adamları tarafından dolmasına ve bunların hegemonyasının hep devam etmesine neden oldu.

Ülkedeki değişimler güç, zenginlik ve imtiyaz peşinde koşan plütokratlar tarafından belirlenmektedir. İki büyük parti özellikle ikincil konularda farklı görüşlere sahip gibi gözüküyor olsa da ikisinin de mevcut plütokrasiyi değiştirmeye niyeti yoktur. Amerikan seçimlerinde ancak iki büyük partinin birinden aday olduğunuz takdirde seçilme şansınız yüksektir ve bu adaylık için büyük bir para gücüne ihtiyacınız vardır. Politikacıları satın almak için kullanılan para seçildikten sonra onları seçtirenlere vergi verenlerin cebinden geri döner. Her modern seçim kampanyası bu döngü ile biter. Kısaca, kim seçilirse seçilsin konuşan paradır. Amerikan medyasının %80’ini beş medya grubu kontrol etmektedir. Adayın ihtiyacı olan medya ve iletişim ağı zengin ve güçlü kesim tarafından kontrol edilir.

Senato ve Kongre kampanyalarına para verenlerin arkasında olanlar destekledikleri Kongre üyeleri ve Senatörleri yaptıkları sözleşmeler karşılığı yönlendirirler. Temsilciler tüm nüfusu değil onlara en çok çalışan zenginleri öncelikle ve en iyi şekilde temsil eder. Halk ise Amerika’nın demokrasi mitine inanarak bir görev anlayışı ile oy verir. Seçimler ve hükümetin büroları, kanunları, faaliyetleri ve iyilikleri bir eşya gibi satın alınmaktadır.

Ulaştırma, insan kaynağı, yerel bürolar, medya reklamcılığı ve profesyonel danışmanlar ulusal kampanyaların parçasıdır. Güçlü adaylar seçimlerde öne çıkmak için milyonlarca dolar harcamak zorundadır. Zenginler ve zenginlere hizmet edenler tarafından kurulan hükümet önce ve en iyi şekilde kendine hizmet eder.

Askeri ve istihbarat teşkilleri hükümetin bir parçası değilmiş gibi onların üstünde tutulur ve halkın bunları tartışmasına izin verilmez.

Amerikan sistemindeki problemin temelinde para, güç ve etki döngüsü yatmaktadır. Politikacıları satın almak için kullanılan para seçildikten sonra onları seçtirenlere vergi verenlerin cebinden geri döner.

Her dört yılda bir parti başkanları, parti kongresinde kazanacak başkanın kim olacağını belirlemeye çalıştılar. Diğer temsilcilerin ise ideolojik olarak uygun, kendi bölgelerinde doğru insanlar atayacak ve federal seviyede sözleşmeleri takip edecek kişiler olmasına bakıldı.

Yoksulluk, suç, şiddet, sağlık güvencesi olmamak, işsizlik, evsizlik, hırsızlık, fazla çalışma, boşanma, göç, uyuşturucu kullanımı, fahişelik, yalnızlık, rüşvet, ahlaksızlık gibi aklınıza gelebilecek tüm sosyal hastalıkların nedeni plütokrasinin sonuçlarıdır. Diğer bir bakış açısı ile görülen tüm bu semptomlar gerçekte daha derin bir hastalığın belirtileridir.

Amerikan Derin Devleti & Daha Derin Devleti

En azından 19. Yüzyılın ikinci yarısından beri dünyayı şekillendiren esas itibariyle küresel sermayenin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Küresel sermayenin mensupları sadece şirket sahiplerinden oluşmamakta; üst düzey yöneticiler, akademisyenler, siyaset adamları gibi seçkinler de bu güce katılabilmektedir. Bunlara medya, istihbarat servisleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suç örgütlerini de eklemeliyiz. Küresel elit tabakasının izleri bu yapı içinde birbiri ile ilişkili üç temel örgüt içinde bulunabilir; ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Bildelberg ve Üçlü (Trilateral) Komisyon. Yahudi kökenli olan İsviçre-Basel’deki Rothschild ailesi ile ABD’deki Rockefeller ailesi küresel sermayenin iki ana koludur.

Derin devletin ana parçaları atanmış ya da daimi bürokratik tabaka ve 17 istihbarat teşkilatından oluşan istihbarat toplumu’dur. Bunlarla daha derin arasında büyük iş dünyası ve Wall Street vardır. Daha derin devleti CFR, Üçlü Komisyon ve Bildelberg temsil eder. Bununla beraber, derin devletin deliği daha da derinlere uzanır. Kamu ve özel kuruluşlar arasında melez bir yapı derin devlet olarak ülkeyi ve dünyayı yönetmeye çalışır. Wall Street ve Washington D.C.’deki beyinler derin devletin en önemli düğüm noktalarıdır. Bütün bu kuruluş ya da örgütlerin anahtarı para’dır. Para ve hırs ilişkileri iki düğüm noktasını birbirine bağlar. Wall Street’in nakit para desteği derin makineyi yağlar ve ön tarafta aldatıcı bir kukla tiyatrosu oynanır. Eğer siyasiler çizgileri aşar ve statükoyu bozmaya kalkarsa, kiralanmış eller onlara kaybedeceklerini hatırlatmak için hazırda bekliyordur.

ABD Başkanları yönetimlerinde ABD sermayesinin ve ekonomik çıkarlarının beklentilerine göre hareket etmeyi her zaman ön planda tutmuşlardır. Onların buna iten neden sadece ülke çıkarları değil aynı zamanda onları iktidara getiren ve orada tutacak olan perde arkasındaki gücü gene bu şirketlerin oluşturmasıdır. Örneğin, ABD Devlet Başkanı Bush ve ekibi ülkesinde bugüne değin görülmeyen yoğunlukta dev petrol ve askeri endüstri şirketleri ile iç içedir.

ABD Başkanını seçen Kongre üyelerinin belirlenmesi bu elit tabakanın işidir. ABD yönetiminin perde arkasındaki güçleri, ABD halkının demokratik yollarla seçtiği Başkan ve iktidar kim olursa olsun dizginleri elinde tutan;

- CFR ve çokuluslu şirketler,

- ABD yönetimine yön veren Yahudi kökenli yöneticiler ve bunları destekleyen kurum ve kuruluşlar ile,

- Hegemonya mücadelesinin sürdürülmesinde ekonomik çıkarları olan savunma teknolojisi ve endüstrisi ile ilgili diğer kuruluşlar oluşturmaktadır.

ABD’de derin devletin 15 Bakanlık ve 7-15 kadar devlet kuruluşu içinde olabileceği değerlendirilmektedir. Toplam sayıları 2-3 bin kişi olabilir. Derin devletin vasıtaları; askeri-sanayi kompleksi, istihbarat toplumu, plütokratlar, büyük petrol, ana akım medya, ulusal güvenlik bürokrasisi ve Silicon Vadisi’dir. ABD içinde birkaç yüz kişilik askeri, istihbarat, diplomatik ve kolluk gücü yöneticisi politika yapıcısı ve dış politikayı yürütüyor. ABD Başkanı ülke güvenliğinin yönlendirilmesinde bu grup üzerinde çok kontrol uygulayabiliyor.

2010 yılındaki Rockefeller Raporu’nu yeniden hatırlatalım. “Karantina Adımı” senaryosu ile neler öngörülüyordu, sıralayalım;

- Kitlesel aşı programı,

- Aşı yolu ile nüfus azaltması (ve diğer yöntemler; kıtlığı artırmak, yapay iklim değişikliği, GMO’lu ürünler, 5G ve diğerleri)

- Dijital kimlik,

- Dijital para (nakit paranın kalkması),

- 5G’nin kitlesel nüfus kontrolü için kullanılması, dijital banka hesapları, nesnelerin internetini da bu tür amaçlar için kullanılması.

Dijital para, küresel kontrolün diğer bir aracı olabilir. ABD gibi Çin ve Rusya da kripto para ile ilgilenmekteler. Dijital kimlik, COVİD-19 ile dayatılan dijital kimlik nano-çipi taşıyan aşı ile birlikte yeni bir dijital finansal sistem getirebilir. Yani nüfus kontrolü projesi tek dünya düzeni için yeni ekonomi modeli çalışmaları ile birlikte yürüyor.

ABD Anayasası ve Devlet Yönetimi

ABD, 50 eyaletten oluşan bir Federal Birlik’tir. ABD Anayasası, ülkenin yönetim yapısını, görev ve yetkilerini belirler. ABD siyasal yapısı içinde yetkiler önce federal düzeyde; yasama, yürütme ve yargı organları arasında, sonra da; federal hükümet ile eyaletler arasında paylaşılmıştır. Anayasa, hükümetin yetkilerini üçe ayırmıştır:

(1) Devlet Başkanı’nın başında olduğu Yürütme;

(2) Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere Kongre’nin her iki kolunu içeren Yasama;

(3) Başta Federal Anayasa Mahkemesi (Supreme Court) olmak üzere Yargı organı.

ABD Başkanı, ulusal güvenlik açısından temel olarak üç fonksiyonu yerine getirmektedir; kaynak tahsisi, politika planlama, operasyonların koordinasyon ve izlenmesi.

Başkan’ın Kongre önünde siyasi sorumluluğu yoktur. Sadece cezai sorumluluğu vardır. Kongre “impeachment” dışında Başkanı sorumlu tutamamakta ve onu düşürememektedir. Bugüne kadar yalnız bir Amerikan Başkanı görevi kötüye kullanmakla suçlanmıştır. O da 1868’de yargılanma sonucu beraat eden Andrew Jackson’dır.

Başkanın kanun teklif etme yetkisi olmadığı gibi, devlet bütçesini hazırlama yetkisi de yoktur. Bir tasarının kanun olabilmesi için hem Senato hem de Temsilciler Meclisi tarafından tasdik edilmesi gerekir.

Kongre’nin iki meclisli bir yapı göstermesi federalizmden kaynaklanan bir olgudur. Küçük ve büyük eyaletler arasında ABD Anayasasının yapılması sırasında ortaya çıkan çekişmeler, tüm eyaletlerin eşit sayıda temsil edildikleri Senato ile her eyaletin nüfusu oranında temsil edildiği Temsilciler Meclisi’nin eş yetkili meclisler olarak kurulmasına yol açmıştır.

ABD’deki her eyalet federal hükümet ile egemenliği paylaşan 50 federe devletten biridir. Paylaşılan egemenlik nedeni ile her Amerikalı hem federal devletin hem de ikamet ettiği devletin vatandaşıdır. Eyalet vatandaşlığı esnektir ve eyaletler arasında seyahat için hükümet onayı gerekmez. Federal bütçe ve kanunların büyük etkisine maruz olmakla birlikte kamu güvenliği, eğitim, sağlık, ulaştırma ve altyapı gibi hususlar genellikle eyaletlerin sorumluluğuna verilmiştir. Eyaletler ABD Anayasası’nın öngördüğü cumhuriyet şeklindeki hükümet prensibine bağlı kalarak kendi hükümetlerini teşkil etmekte özgürdür. Her eyalet federal hükümet gibi kendi üçlü yönetim erkine sahiptir. Eyaletlerin kendi yargı sistemi, yüksek mahkemesi, polis gücü bulunmaktadır. Savcılar, emniyet yetkilileri eyalet meclisi tarafından atanır. Merkezi hükümet, bu eyaletlerin birbirleri arasındaki ilişkiyi, dışişlerini ve sağlık, ekonomi gibi genel siyaseti yürütmektedir. Federal hükümet başkan tarafından seçilirken eyalet hükümetleri Vali ile çalışır. Eyaletlerin kendi mahkemeleri vardır ve mahkemelerin çeşitleri konusunda eyaletler arasında farklılıklar vardır.

Devlet Başkanı genel seçimlerle birlikte dört yılda bir seçilir. Temsilciler Meclisinde 435, Senato’da 100 olmak üzere toplam 535 Kongre üyesi bulunmaktadır. Temsilciler Meclisi üyeleri 50 eyaletten farklı sayılarda ve 2 yıllığına seçilmektedir. Senato’ya ise her eyaletten 2 üye 6 yıllığına seçilmekte ve iki yılda bir yapılan seçimlerle üçte biri yenilenmektedir. Amerika’daki siyasi sistem, Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerin egemen olduğu çift partili bir sistem olarak gelişmiştir. Bazen, üçüncü bir partinin adayı da başkanlık seçiminde ciddi bir seçmen desteği kazanabilmektedir.

Cumhuriyetçiler Amerikan toplumunun sağ, Demokratlar ise sol eğiliminin temsilcisi konumundadırlar. Cumhuriyetçiler içinde üç eğilim bulunmaktadır. Bunlar büyüklük sırasına göre; klasik Evangelist (dinci) grup (para babaları ile arası iyidir), ılımlılar ve Çay Partisi (aşırı muhafazakârlar).

             ABD’nin en büyük sorunlarından birisi yasama-yargı-yürütme arasındaki dengenin uzun yıllardır erimeye devam etmesidir. Hükümet ve yargı gerçek bir bağımsızlığa sahip değildir. Güvenlik güçleri ve iktidar vatandaşı evcilleştirirken, dışarıdaki kötülerden korkmayı sağlar. Liberaller, sosyalistler, sendikalar, bağımsız muhabirler hedef haline gelir, sesleri yok edilir. Onların yerini şirket kontrollü akademisyenler, medya ve hükümet görevlileri alır. Tek taraflı görüşler milliyetçilik ve yurtseverlik duyguları ile işlenir. Yurtsever vatandaş; işini kaybetmek, terörizm tehdidi ile korkutulur, devlet ve ordunun desteklenmesi için güdülenir. Özel hayat üstünde devlet kontrolü her gün daha da artarken vatandaştan sadece koyun gibi itaat etmesi istenir. Bazı sembollerin ve mitlerin arkasına saklanarak kolektif kimlik korunmaya çalışılır, bu aslında gerçekte olmayan Amerika illüzyonudur.

Kısaca, Amerika’da demokrasi sadece bir masaldır ve gerçekten demokratik olarak adlandırılabilecek tek bir kurum dahi yoktur. Amerika anayasası nedeni ile daha doğarken edindiği hayati bir hastalığa sahiptir ve bu yüzeysel bazı tedavilerle iyileşemez yani hastanın hayatını kurtaracak derin bir ameliyata ihtiyaç bulunmaktadır.

Amerikan Seçimleri-5 Kasım 2024

ABD’de yaklaşık 186.5 milyon yasal seçmen var ve 5 Kasım’da yapılacak seçimlerde ülkenin 47’inci başkanını seçecek. Ancak, oy verme sadece başkan değil; federal, eyalet ve yerel seviyedeki temsilciler için de yapılacak. Federal seviyede Kongre’nin iki kanadı olan Temsilciler Meclisi ve Senato için başkan ve üyeler seçilecek;

- Toplam 100 üyesi olan Senato için 33 üye seçilecek. Seçilen her senatör 6 yıllık görev süresine sahip. Üyelerin üçte biri iki yılda bir yenileniyor.

- Toplam 450 üyesi olan Temsilciler Meclisi için tüm üyeleri yenilecek. Temsilciler Meclisi üyeleri iki yıllığına seçiliyor.

Her eyaletten 2 senatör çıkarken (Porto Rico temsilcisi 2 yılda bir seçiliyor), Temsilciler Meclisi’ne gidecek üye sayısı eyalet nüfusuna göre değişiyor. Temsilciler Meclisi’nde oy hakkı olmayan altı bölge temsilcisi üye bulunmaktadır; Columbia bölgesi, Puerto Rico, American Samoa, Guam, Kuzey Mariana Adaları, Virjin Adaları.

Halen Temsilciler Meclisi’nde 220 Cumhuriyetçi, 212 Demokrat temsilci var. Senato’da ise 49 Cumhuriyetçi, 47 Demokrat ve Demokratlara yakın 4 bağımsız senatör var.

Eyalet seviyesinde 11 eyalet ve iki bölgede vali seçilecek.

ABD başkanlık seçimlerinde seçmenler aslında doğrudan doğruya başkan ve başkan yardımcısını seçmezler. Her eyaletten seçmenler, eyaletlerini seçiciler kurulu adı verilen ve bir kurultayda temsil edecek üyeleri seçerler. Seçimlerden sonra bu seçiciler kurulu 17 Aralık’ta toplanarak başkan ve başkan yardımcısı seçimini gerçekleştirir. Her eyaletin seçiciler kurulundaki üye sayısı o eyaletin Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin toplamına eşittir. Şu ana kadar yapılan anketler Trump’ın (231 oy) Harris’iin (214 oy) önde olduğunu gösteriyor.

Amerika derinden kutuplaşmış durumda ve bu yüzden, seçim kampanyaları insanların Oy’unu yani parti tercihini değiştirmeye ikna etmiyor. 2000 yılından beri 50 eyaletin 30’u hep aynı partiye oy vermektedir. Seçimler, ABD insanının doğasının değişmekte olduğuna ilişkin önemli veriler sağlamaktadır. Kırmızı ve Mavi Amerika arasındaki fark gittikçe alarm veren bir seviyeye gelmektedir.

Amerikalılar diğer partiden olanlarla iletişim kurmak istemiyor. Cumhuriyetçiler, Demokratlara göre daha partizan eğilime sahipler. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler şu beş konuda benzer düşünüyorlar; hükümetin iş dünyası düzenlemeleri, devlet israfları, şirket karları, homoseksüellik ve göçmenler. En çok partizanlık ise şu beş konuda yaşanıyor; yaşam seviyesi, ihtiyacı olanlara yardım, Siyahlara yapılan adaletsizlikler, askeri güç ve çevre politikaları.

Donald Trump ve Muhtemel Politikaları

Donald Trump, zeki ve bilgili biri değil, düşünceleri yerine içgüdüleri ile hareket ediyor. Öte yandan, bir sosyopat, kendine yardımı olmayacak birine yanaşmıyor yani insani seviyede bağ kurmuyor. 2020 seçimlerinde, Trump; daha çok orta halli ve fakir kesimler ile beyaz evanjelikler ve ırkçılardan oy aldı. Hatta geçen seçim büyük tepki gördüğü Latinler bile Trump’a daha çok oy verdi. Biden ise daha eğitimli kesim ve gençlerin oyunu toplamıştı.

Trump, ideolojik olarak ekonomi milliyetçisi idi ve başlangıçta arkasında olan güçler ayrışınca Siyonistlerin elinde kaldı ve bu durum, özellikle İsrail lehine politikalar geliştirmesine neden oldu. Trump, devlet teamüllerini genellikle unuttu, ülkeyi kutuplaştırması nedeni ile ABD demokrasisi geriye gitti. Nihayetinde işine gelmeyenleri değiştirmeye, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere devleti ele geçirmeye çalıştı. Ona muhalefet eden başını Wall Street, Pentagon ve istihbaratın çektiği adresler alternatif ya da derin bir devlet yapısı oluşturarak; ya Trump’ın başını belaya sokmaya çalıştılar ya da dediklerini pratikte yapmadılar.

Trump’ın Rusya ile özellikle Putin ile ilişkileri mercek altında. Bu ilişki önce 2016 seçimlerine Rusların Trump’ın başkanlık seçimlerindeki rakibi Hillary Clinton’ın e-postalarını ulaşması iddiaları ile gündeme geldi. Trump’ın Putin ile görüşmelerini gizli yapması ve odadan sadece dışişleri çalışanlarını değil, özel yardımcısını bile çıkarması şüpheleri artırıyor. Araştırmacılar, Trump’ın Moskova ile finansal ve iş bağlantıları üzerinde çalışıyor ve şantaj altında olabileceği düşünülüyor.

Öte yandan, Trump’ın ABD’nin değil Rusya’nın çıkarlarına daha çok hizmet ettiğine inanıyor. Kanıtlar ise şöyle;

- NATO’yu dışlaması ve Avrupa’ya ABD garantisini şüpheye düşürmesi,

- Ukrayna’ya yapılan yardımlara karşı çıkması,

- ABD demokrasisinin prestijini sarsması ve kutuplaşmaya yol açması.

Daha da ileri gidilerek Trump’ın Putin rejiminin yardakçısı olduğu düşünülüyor.

Yeniden başkan seçilirse Trump’ın izleyeceği politikalar şu şekilde öngörülüyor;

Trump kazanırsa, İsrail’in “Gazze ve başka yerlerde eli daha da rahatlayacak” ve Trump “Kiev’i saf dışı bırakarak Moskova'yla bir Ukrayna anlaşması yapabilir.

Trump, Netanyahu’ya “Ne gerekiyorsa yapmasını söylediği” belirtiliyor.

Trump, Ukrayna’daki savaşı ve ABD'nin büyük askeri ve mali desteğini sona erdirmek istediğini net bir şekilde söyledi. Trump, Ukrayna’daki savaşı bitirmek için Putin ile toprak anlaşması yapacağını söylüyor.

Trump 2020 tarihli Abraham Antlaşmaları’nı da genişletme sözü verdi.

Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımındaki en ısrarlı tehditlerden biri Çin ve diğer birçok ticaret ortağına yüksek maliyetler çıkartmak oldu. Trump'ın, Çin'den ithal edilen tüm ürünlere % 60 gümrük vergisi önerisi bu kapsamda.

Önemli bir azınlık, Trump’ı, öngörülemezliği Çin’in yararına olabilecek bir iş insanı olarak değerlendiriyor.

Kamala Harris’in Söylemleri

Demokrat Parti’nin başkan adayı Kamala Harris, 2017-2021 arasında California’dan senatör oldu. 2020 yılı seçimleri ile Joe Biden’ın başkan yardımcısı oldu.

Harris’in politikaları genellikle Biden ile uyumlu olarak görülüyor. Bu hali ile “pragmatik ılımlı” olarak adlandırıldı. CNN, Harris’i Senato’daki en liberallerden biri olarak tanımladı. Ancak, bazı konularda sola kaydığı da görüldü.

Harris, ABD’nin hala vazgeçilemez bir güç olduğuna inanıyor ve şu ifadeyi kullanıyor; “Küresel çatışma ve belirsizlik döneminde, dünya ABD'nin sorumlu ve prensipli bir liderlikle ortaya çıkmasını bekliyor. Daha fazlasını talep ediyoruz. Daha fazlasını hak ediyoruz ve daha fazlasını ummaya cesaret ediyoruz.”

Kamala Harris, Orta Doğu konusunda Biden’ın İsrail’in “kendini savunma hakkına verdiği sıkı desteği” dile getirdi. Ancak “masum Filistinlilerin öldürülmesi durmalı” vurgusu da yaptı.

Kamala’nın dış politika yaklaşımları ise şu şekilde;

- ABD başkanının ilk görevi ani bir tehlikeye karşı ülkesinin güvenliğini sağlamaktır.

- 20 yıl önce Kongre’de yazılan Askeri Kuvvet Kullanım Yetki Kanunu yeniden yazılmalıdır.

- İran ve Kuzey Kore ile ilgili gelişmeler dikkatli izlenmelidir. Kuzey Kore’yi, en tehlikeli tehditlerden biri olarak görmektedir.

- Çin’i insan hakları ihlalleri ile suçlamaktadır; özellikle Uygur toplama kampları ve siyasi ve dini baskı için kitlesel izleme sistemi.

- Trump’ı eleştirerek, NATO ile karşılıklı güveni devam ettirmeyi savunmaktadır.

- Rusya’yı seçimlere müdahil olmak ve Kırım’ın ilhakı ile suçladı. Ukrayna sonuna kadar desteklenecek.

- Hayatı boyunca İsrail’i destekleyen Harris, ABD-İsrail ilişkilerine çok önem veriyor.

- Suriye’de Trump’ın asker çekme kararı üzerine Türkiye’ye Kürtlere saldırı yapmak için yeşil ışık yaptığı suçlaması yapmıştı.

Amerikan Seçimlerinin Türkiye’ye Olası Etkileri

Makalenin devamı ve geniş versiyonu için;https://www.academia.edu/125257811/Amerikan_Plütokrasisi_Başkanlık_Seçimleri_ve_Dünyanın_Geleceği