Türk tarihi savaş, göç ve kültür tarihidir. Türk göçleri, tarih boyunca büyük ölçüde doğudan batıya doğru gerçekleşmiştir. Batıya yapılan Türk göçleri, ‘Kuzey Yolu’ ve ‘Orta Yol’ olmak üzere iki ana yönden gerçekleştirilmiştir. Bu iki istikamet içerisinde bazı Türk kavimleri Hazar’ın kuzeyinden Avrupa’nın içlerine kadar yönelirken-Bulgar-Kuman-Kıpçak ve Çağatay dil grubu-, bir kısmı da İran üzerinden Anadolu ve Orta Doğu’ya göç etmişlerdir. Bu iki göç yolu üzerinde değişik dil, din ve medeniyetten topluluklarla temasa geçen Türk kavimleri yüzyıllar boyu bu coğrafyalarda varlığını sürdürmüştür. Beş bin yıllık Türk tarihinin özü olarak ortaya çıkan kültürümüzün Sakalarla, Hunlarla başlayan Karadeniz Kuzeyindeki ana kolu Avrupa ile yapılan savaşlara yenik düşmüş ve yol olma tehlikesi içindedir. Kuzey yolu izleyen Türklerin bir kısmı Müslüman, bir kısmı Hıristiyan olarak Kafkas Dağları ve kuzeyinde yaşamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dünya Türklüğünün büyük bir bölümü bağımsızlığa kavuşmuştur.
Bugün “Orta Asya” dediğimiz; Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan topraklarının resmi adı, 1924 yılına kadar “Türkistan” idi. Sovyetler tarafından Türk boyları birbirinden koparılarak, ayrı bir millet olmaya zorlandı; bölünerek, kimliksizleştirmek için yeni devletler üretildi. Kafkasya’da asimilasyon ve Ruslaştırma siyaseti uygulayan Ruslar, bölge halklarının tüm haklarını gasp ederek istila hareketine girişti. Rusya, Müslüman toplulukları özellikle Azeri Türklerini karşısında buldu. Karabağ ve Nahcivan, Doğu Trans-Kafkasya ile Türkiye arasında stratejik bir koridor meydana getirmekteydi. Bu sebeple, her iki bölgeye Çarlık Rusya’sı ve daha sonraki dönemde de Bolşevik iktidarlar sistemli olarak Ermeni göç ve iskânını teşvik etmişlerdir. Etnik kapsamdaki göçlerle devletler arasında pek çok iç huzursuzluğun ve sınır kavgasının kurgulanması yanında, yaratılan Ermenistan ve Gürcistan gibi devletler ile Türk dünyasının Anadolu ile bağı koparıldı. Bu makalede, Türk ve Türkistan jeopolitiğinin çıkmazlarını ve arayışlarını analiz edeceğiz.
Türklerin Yaşadığı Coğrafyalar
Türk tarihini zaman kronolojisi içinde doğrusal olarak ele almak yerine coğrafyaya göre bölümlendirmek daha doğru olur. Türk tarihi bir bütün olmakla beraber, tarih çalışmaları ve yazımı için Türk coğrafyası aşağıdaki ana bölümlere ayrılabilir;
(1) Türkistan (Orta Asya) Türklüğü,
(2) Doğu Avrupa Türklüğü (Kafkasya dâhil),
(3) Hindistan Türklüğü,
(4) Anadolu Türklüğü,
(5) Ortadoğu Türk tarihi, şeklinde sıralayabiliriz.
Şimdi alt bölümlerde neler var, açıklayalım;
(1) Türkistan (Orta Asya) Türklüğü;
- Türkistan coğrafyası tarihi (Karadeniz’in doğusundan Mançurya’ya kadar olan coğrafyada tüm Türk oluşumları (Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Doğu Türkistan vd.),
- Geleneksel olarak Türk tarihine Hunlar ile başlanırdı ancak onlardan önce Chouv ve İskitlerin Türk kavimleri olarak hareketleri kanıtlandı. Dolayısı ile sıralamada, Orta Asya Türklüğü içinde, önce Sovyet Türkolojisinde Ön Türkler diye anılan Çin kaynaklarında ismi yakın zamanda keşfedilen;
- Chouv Türkleri ile
- İskit (Saka) Türkleri başta yer alır. Onları;
- Hunlar ve
- Göktürkler, daha sonra
- Uygurlar ve
- Kırgızlar izler.
Bu coğrafyadaki Yakutistan gibi diğer Türk bölgeleri de ilave edilmelidir.
(2) Doğu Avrupa Türk tarihi (Kazakistan, Tataristan, Çuvaşistan, Gagavuzlar, Sekel Türkleri, Macarlar, Bulgarlar, Fin-Ogur vd.).
- Doğu Avrupa Türklüğü içinde ilk bahsetmemiz gereken M.S.350’li yıllarda Avrupa’ya uzanan Atilla’nın başında olduğu ve Doğu Avrupa-Kafkasya dâhil büyük bir devlet kuran; Batı Hun Devleti’dir.
- Onu İskandinav ülkeleri ve diğer Avrupa halklar ile karışan Ogur Grupları izler. Bunlar içinde yer alan;
- Bulgarlar iki kola ayrılır;
* İdil Volga Bulgarları; 9. Yüzyılda İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hazarların kontrolüne girdiler.
* Tuna Bulgarları ise 10. Yüzyılda Hıristiyanlaşma ile birlikte Slavlaşmaya başladılar ve 14. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine girdiler.
- Avarlar içinden Macar grupları çıkar. Macarları grupları içinde Fin, Ogur ve Sekel Türkleri bulunmaktadır.
- Hazar Devleti (6.-11. Yüzyıl) kurulmadan önce bölgeye Hunlar gelmeye devam etmektedir. Gök-Türkler’e bağlı olarak yaşıyorlardı. 630 yılında Batı Gök-Türkleri Çin hâkimiyetine girince kendi devletlerini ilan ettiler. Daha sonra gelen Peçenek ve Kıpçaklar da Hazar Devleti’ne katılır ve yöneticileri Museviliği kabul eder. Museviliği tercihte o dönemde bir yandan Bizans ülkesinden kovulan Yahudilerin gelmeleri diğer yandan Araplar ile sürekli savaş halinde olmaları etkili olur. Ancak, Hazar ülkesinde Gök Tanrı inancı, İslamiyet ve Hıristiyanlık yanında Musevi oranı %5’ten fazla olmamıştır.
Türklerin Müslüman olmasına kadar olan dönemde:
Orta Asya’da Cengiz Han dönemi; Japon Denizi’nden Doğu Avrupa’ya kadar hâkim imparatorluk 30-40 yıl kadar sürdü. Bu imparatorluğun yıkılmasından dört devlet ortaya çıktı;
- Altın Orda (1227-1502; Doğu Avrupa),
- Çağatay (1227-1370; Özbekistan-Türkmenistan),
- İlhanlılar (1256-1336; İran, Anadolu ve Türkmenistan’ın bir kısmı),
- Kubilay Hanlığı (1280-1368; Türk-Moğol Devleti; Kubilay’ın Moğolistan ağırlıklı ve bir kısmı Çin içinde).
- Nogay Hanlığı (1259-1557).
- Kasım Hanlığı (1445-1681).
Yukarıdaki yapı Orta Asya’da 15. yüzyıla kadar devam eder. Bu dört devlet gücünü kaybedince;
- Çağatay Devleti’nin bulunduğu yerde Timur Hanedanı ortaya çıktı. 1390’larda Altın Ordu Devleti’ni yıktı ve onun yerine hanlıklar dönemi başladı;
- Kazan Hanlığı (1437-1552); Bugünkü Tataristan ata babaları olup, 1552’de Ruslar ele geçirdi.
- Kırım Hanlığı (1441-1783); Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı hâkimiyetine girdikten (1475) sonra 1774’deki Küçük Kaynarca Anlaşması ile bağımsız oldu, 10 sene sonra Ruslar ele geçirdi.
- Sibir Hanlığı (-1598); Sibir (Sabirler) coğrafyasında Kazakistan şekillendi.
Cengiz Han’ın 1206’daki Moğol İmparatorluğu’ndan önce ilk Müslüman Türk devletleri olan şu devletler vardı;
- Karahanlı Devleti (10.11. Yüzyıl; kendi içinde yıkıldı),
- Harzemşahlar (Aral güneyinde, Moğollar yıktı),
- Hindistan Gazneli Devleti (Selçuklu Tuğrul Bey yok etti).
Timur İmparatorluğu (1370-1507) ve Harzemşahlar’ın yıkılmasından sonra bazı mahalli/şehir devletleri ortaya çıktı;
- Özbek Hanlığı (Şibaniler; 1428-1599)
- Hive Hanlığı (1512-1873),
- Buhara Hanlığı (1599-1868),
- Hokand Hanlığı (1710-1876).
Kendi aralarında ve içlerinde güç mücadeleleri yaşayan bu hanlıklar 19. yüzyılda Ruslar tarafından işgal ve ilhak edildiler. Ayrıca şu devlet ve hanlıkları da saymalıyız;
- Yaka Türkmenleri (Türkmenistan),
- Azerbaycan Hanlıkları,
- Kazak Hanlığı ve Yüzler (Cüzler),
- Kırgızlar,
- Doğu Türkistan (Kaşgar Hanlığı),
- Safeviler (1502-1732).
(3) Güney Asya Türk tarihi (Hindistan’dan doğuya uzanan coğrafya); Güney Asya Türklüğü içinde sırası ile şu devletler çıkar;
- Akhunlar; Hun Devleti parçalanınca göç edenlerden Afganistan-Hindistan arasında kurulur.
- Gazneliler (Müslümanlığı kabul etmiştir.),
- Delhi Türk Sultanlığı,
- Babür İmparatorluğu; Hindistan’da 1858 yılına kadar yaşayan Türk-Moğol Devleti, bu devletten bugüne gelen ve hala Türkçe konuşan insanlar olduğu bilinmektedir.
(4) Anadolu Türk tarihi (Oğuz ağırlıklı);
Anadolu Türklüğü; M.S. 375’de Hun orduları Anadolu’ya gelmeye başlar. Selçuklu döneminde ise Oğuz Akınları başlar. Kurulan devletleri sıra ile şöyle sıralayabiliriz;
- Büyük Selçuklu Devleti (Ortadoğu),
- Türkiye’de ilk kurulan devletler (Danişmentliler, Saltuklular, Mengücekler, Artuklular, Sökmenliler, İnanoğulları, Çubukoğulları, Çaka Bey vd.).
- Anadolu Selçuklu Devleti,
- Beylikler/Atabeylikler (Karamanoğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Karesioğulları, Hamitoğulları vd.)
- Türk Memlüklü Devleti (Mısır),
- Osmanlı Devleti,
- Türkiye Cumhuriyeti.
(5) Ortadoğu Türk tarihi;
- Suriye ve Irak (Oğuz) Türkleri,
- Kafkasya’dan gelen Kuman/Kıpçaklar (Eyyubiler ve Memlükler),
- Afrika Türkleri (Mısır ve Fas arasında dağılmış Koloğlu/Kuloğlu ailesi mensupları).
Günümüzde Türkistan (Orta Asya) Türklerin atayurdu; Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar anayurdu oldu.
Türkistan coğrafyası tarihi (Karadeniz’in doğusundan Mançurya’ya kadar olan coğrafyada tüm Türk oluşumları (Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Doğu Türkistan vd.) kapsar. Bu coğrafyaya Yakutistan gibi bugünkü Rusya içinde yer alan diğer Türk bölgeleri de ilave edilmelidir.
Türkistan Jeopolitiği
Geniş bozkırları, yer yer verimli arazileri, dağ ve nehirleri ihtiva eden Türkistan coğrafyası, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Diğer taraftan Çin’den Ön Asya’ya açılan tarihi İpek Yolu dışında kuzeyde yer alan askerî yollar Türkistan jeopolitiğinde belirleyici olmuştur. O sebeple Türkistan hâkimiyetinde kalp-gâh durumundaki kilit noktaların bilincinde olan Türk devlet adamları iktidar mücadelelerinde bu önemli şah damarlarını ellerinde tutmaya çalışmışlardır. Bu sayede Hun, Gök-Türk (Kök-Türk), Gazneli, Karahanlı ve Selçuklu gibi Türk devletleri uzak bölgelere hükmedebilmişlerdir. Bölgede hüküm süren liderler siyasî ve ekonomik ihtiyaçlara cevap verebilmek için bölgenin jeopolitiğini her dönemde göz önünde bulundurmuşlar ve gerekli tedbirleri almışlardır. Türkistan’a hâkim olma düşüncesiyle alınan bu tedbirler batıda Buhara, Merv, Semerkant, Taşkent ve Harezm; doğuda Kaşgar, Yarkent, Hotan ve Turfan gibi şehirlerin önemini artırdığı gibi buraların ticaret ve kültür merkezleri haline gelmesine de zemin hazırlamıştır.
Yeryüzündeki kıtaların en büyüğü olan Asya’nın merkezi bölümündeki bozkırları ihtiva eden Türkistan, kıtanın kalpgâhı durumunda olup, kuzeyde bugünkü Kazakistan bozkırları ve Sibirya’nın güneyi, güneyde Himalaya silsilesi, Hindukuş ve Afganistan, batıda Hazar Denizi ve doğuda da Kadırgan Dağları ile çevrelenir. Türkistan’ın en önemli dağ silsilelerinden birisi olan Tanrı (Tiyen-Şan) ve Altay Dağları adeta kopuk bir zincir görünümünde olup bu ikisi arasında Çungarya kapısı adında bir geçit bulunmaktadır. Bu dağ güzergâhlarını da içine alan Türkistan’ın sınırı Ural Dağları’ndan başlar, doğuya doğru Akmola Yaylası’ndan geçer, Altayların kuzey eteklerini takip ederek biraz kuzeye kıvrılır ve Sibirya’nın güney hattını takip ederek doğuda Büyük Kadırgan Dağı’na ulaşır. Buradan güneye inerek Gobi Çölü’nden geçer ve coğrafi bir hat boyunca Tibet Platosu’na uzanır. Türkistan’ın aynı zamanda güney sınırının da başlangıcı olan bu bölgeden batıya doğru Himalaya silsilesini takip ederek dünyanın damı Pamir’e ulaşır ve bu arada Afgan Türkistan’ı denilen Afganistan’ın kuzey kısmını içine alır. Batıya ulaştığında ise, Hazar Denizi’nin doğu kıyılarını, Ural Nehri’ni, sonra Ural Dağları’nı takiple Türkistan sınırının kuzey çıkış noktasına ulaşır.
Türkistan’ın nehirleri, nehirlerin akış yönlerini tayin etmesi bakımından kıtanın dağ sistemleriyle son derece yakından ilişkili olup bu nehirlerin varlığı Türkistan tarihi bakımından hayatî önem arz etmektedir. Bu nehirlerin en önemlilerinden olan ve kaynağını Pamir’den alarak Aral Gölü’ne dökülen Amuderya (Ceyhun) ve Sirderya (Seyhun) ırmakları coğrafya için adeta can damarı sayılabilecek konumdadır. Bölgede bu iki nehir dışında, Balkaş Gölü’nün hemen kuzey doğusunda yer alan Altay Dağları’ndan kaynağını alan İrtiş ve Obi, Sayan Dağları’ndan kaynağını alan Yenisey ve Lena Irmakları Türkistan’ın diğer önemli nehirlerinden olup yılın belirli zamanlarında akmaktadırlar. Öte yandan Kansu Vadisi’nden başlayıp Çin içlerine kadar uzanan Wei Irmağı ise Doğu Asya’yı Türkistan’a bağlayan önemli bir geçit durumundadır.
Türkistan coğrafyası ağırlıklı olarak Türk ve Moğol ulusları tarafından yerleşilerek yurt olarak kabul edildi. Toprakların daha az verimli oluşu ve geniş bozkırların daha çok yer kaplaması nüfusun dağılımında başlıca etken olmuştu. Öte yandan, yaşanılması çok zor ve iklim bakımından insan hayatının devamı için oldukça olumsuz özellikleri barındıran bu coğrafya, Türklerin ekonomik alanda hayvan yetiştirmeyi geliştirme ve sosyal alanda da olağanüstü devlet kurma yeteneğinin ortaya çıkmasını tetiklemiştir.
Harita 1: Türkistan
Türkistan’ı kuzey ve güney olmak üzere iki tabii bölgeye ayıran Tanrı dağları, hem halkların yerleşme ve medeniyet çeşitlerine ayrılmaları yönünden bir sınır vazifesi görmüş, hem de doğu-batı yönünde uzanan yolların ikiye ayrılmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla farklı özellikleri ve işleyişleri olan bu iki yol tipinden birincisi yani güney Türkistan yolları doğuda Çin’den başlayıp Suriye ve Anadolu limanlarında son bulduğu halde, ikincisi yani kuzey Türkistan yolları bir merkezden, Orkun bölgesinden çıkmıştır. Bu iki yol güzergâhları arasındaki temel fark, güneydeki yolların hemen münhasıran ticari yollar olmasına karşılık, kuzeydeki yollar, Kırgızlardan güneye doğru uzanan çelik yolu diyebileceğimiz yol gibi birkaç yol müstesna hemen tamamıyla askeri yollardır.
16. Yüzyılın ortalarında, 2 Ekim 1552’de Kazan Şehri ve Kazan Hanlığı, 1557’lerin başlarında da Astrahan (Ejderhan) Hanlığı’nın Rusya’nın eline geçmesiyle; birincisiyle Orta İdil sahasında M.S. 6. Yüzyıldan beri devam edegelen Türk hâkimiyetini sona ermiş ve ikincisiyle de takriben aynı yüzyıllardan itibaren muhtelif Türk kavimleri ve devletlerinin elinde bulunan, Bulgarlar ve Hazarlar zamanında olduğu gibi Altın Orda ve Kazan Hanlıkları devirlerinde dünya ticaretinin en işlek yollarından biri olan İdil-Volga nehri böylelikle Türklerden Ruslara geçmiş oluyordu. Dolayısıyla bu durum Rusların aynı zamanda Kuzey Kafkaslara ve daha sonra da Türkistan vilayetlerine doğru ilerleyişinin ilk adımını oluşturmaktaydı.
19. Yüzyılda Türkistan’ın Asya jeopolitiğinde adeta bir kalpgâh görevini üstlendiğini görmekteyiz. Nitekim Kırım Harbiyle (1853-1856) birlikte Balkanlara ve Anadolu’ya doğru Rus yayılışı durdurulduktan sonra, Rus istilacıları bu defa Türkistan’a yönelmişler ve Rus orduları General Skobeleff (1843-1882) komutasında Kafkaslardan Türkistan içlerine kadar inerek bu bölgelerdeki Türk ahaliye karşı adeta bir kıyım hareketi başlatmışlardı. Rusların Türkistan’a yönelmelerinde, İngilizlerin 1839’lu yıllara doğru güneyden yönelmeleri ve Rus ordularının 30 yıl gibi kısa bir sürede başarı elde etmelerinde ise onlara karşı mukavemet edebilecek kuvvetli bir Türk devletinin bulunmayışı temel sebep olarak ortaya çıkmaktadır.
Özetle, Asya kıtasının merkezî bölgelerini de içine alıp Hazar Denizi’nden Kadırgan Dağları’na kadar uzanan toprakları ihtiva eden Türkistan kıtanın kalpgâhı durumundadır. Bu özelliği ona Asya jeopolitiğinde ayrı bir önem kazandırmış dolayısıyla mutlaka hâkim olunması gerektiği düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Bu coğrafya Çin’den Ön Asya’ya ya açılan pek çok tarihi yola sahip olduğu gibi Doğu Avrupa’yı Hindistan’a bağlayan stratejik ulaşım noktalarına da hâkimdir. Tarih sayfalarında aktörler değişse de jeopolitiğin pek değişmediği bugünkü gelişmelerle de kanıtlanmaktadır.
Jeopolitik açıdan Azerbaycan, Ortadoğu ve Orta Asya arasında stratejik bir geçiş bölgesinde bulunuyor. Tarihsel olarak Rusya, Türkiye ve İran üçgenindeki rekabetin kesiştiği bölgeyi temsil ediyor. Azerbaycan’ın komşuları; Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi Ermenistan, İran ve Batı yanlısı Türkiye’dir. Doğu’daki Hazar Denizi’nin öbür tarafında ise eski Sovyet coğrafyasındaki Türk Devletleri bulunmaktadır. Orta Asya ülkelerinin aksine Azerbaycan ve Gürcistan ekonomik ve siyasi olarak Rusya’dan daha bağımsız olmayı başardılar.
Coğrafya, Orta Asya’nın siyasi olduğu kadar ekonomik bağlantılarının da belirleyicisi olmaya devam ediyor. Coğrafi konumu nedeni ile Azerbaycan, Hazar Denizi’ndeki petrol ve doğal gazı Gürcistan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gönderirken, Orta Asya’nın ana enerji güçleri olan Kazakistan ve Türkmenistan ise Avrupa pazarına ulaşmak için Rusya’ya bağımlı. Bunun değişmesi için Trans-Hazar alt yapısının değişmesi lazım ama Rusya ve İran engelliyor.
2007 yılında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Hazar Denizi’nden Karadeniz’e Avrupa’nın daha az sorunlu yerlerini kat edecek bir kanal önerdi. Astana’nın Hazar Denizi’nden İran Körfezi’ne de bir kanal hattı hayali vardı ama kara ülkesi olmayı aşmakta hala ümitsiz.
Hazar Denizi, Güney Kafkasya ve Orta Asya bölgelerini birleştiren bir köprü olarak stratejik öneme sahip. Yakın zamanda Güney Kafkasya’da bazı büyük askeri (Gürcistan, Karabağ vd.) yaşanmış olmasına rağmen Orta Asya genel olarak daha sakin bir yerel, kısa süreli ve küçük çatışmalara tanıklık etti. Ancak, mevcut şartlar daha ciddi askeri çatışmaların kaynağı olabilir.
Bugünkü Türkistan ve Turan
Jeopolitik, oyuncuların ve renklerinin değiştiği, her birinin rolleri değişken olan satranç oyunu gibidir. Bir zamanlar Orta Asya’da İngiliz ajanları Büyük Oyun içinde Doğu Avrupa ve Orta Asya’da yerli halkları Rusya’ya karşı savaşa ikna ederek, bölgenin hâkimiyetini ele geçirmek istemişti. Bu oyun daha sonra Avrupa ve Ortadoğu’ya kaydı. Ama Büyük Oyun devam ediyor. Bu kez ABD, aynı oyunu dünya hegemonyası için oynuyor, her coğrafyada farklı ajanlar ve kurgular yapılanıyor. Oyunun asıl sahası ve belirleyici alanı Asya-Pasifik olacak. Amaç, işgal ederek İngiliz imparatorluğunun bir benzerini kurmak değil, yeni bir dünya düzenini ulus-devletleri ortadan kaldırarak, zengin bir sınıfın yani küresel elitin kontrolüne vermek.
İngilizler Büyük Oyun’dan bugün de çekilmiş değil. Ukrayna’ya destek konusunda son derece aktif olan İngiltere, Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya (bunlara Romanya ve Moldova da katılabilir) kendine Doğu Avrupa’da bir etki bölgesi kuruyor. Polonya-Ukrayna (UkroPolin) melez devleti kurularak, İngilizlerin kontrolünde olması konuşuluyor. Söz konusu olan Avrupa’da yeni etki bölgeleri kurulması. Büyük Oyun, sadece diplomaside değil, savaş alanlarında ve istihbarat savaşlarında devam ediyor.
Harita 2: Turan Haritası
Turan, Türklerin Orta Asya'daki en eski yurtlarıdır. Turancıların bütün Türkleri bir araya getirerek kurmayı arzu ettikleri ülke olarak ifade edilir. Tüm Türk halklarının birliğini savunan Turancılık, Rusya’da 1905 Devrimi'nden önceki günlerde Azerbaycan Türkleri ve Tatar aydınları tarafından ortaya atılmış, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’de de geniş yankı bulmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi içinde Ziya Gökalp’in başını çektiği Turancı görüşler egemen olmuştur. Enver Paşa, 1918-1922’de, karışıklık içinde olan Rusya'da Turancılık fikrini canlandırmaya çalışırken öldürülmüştür. Bunun dışında daha çok öykü ve romanlarıyla tanıdığımız Ömer Seyfettin ve Halide Edip Adıvar da Turancılık akımına destek olmuştur.
Türk Birliği’ne karşı Rus düşünürlerin geliştirdiği “Avrasyacılık” konsepti, bazı Rus liderlerine Moskova’nın liderliğinde bir Avrasya Uygarlığı projesi olarak cazip gelmektedir. Bu yüzden, son yıllarda en büyük korkuları olan Turan fikrini bile kullanmak akıllarına geldi. Avrasya’da birlik modelleri Türk Dünyası’nı kafeste tutmak için Çin ve Rusya tarafından planlanan pragmatik ekonomi beklentili yapılardan başka bir şey değildir. Ruslar, bu coğrafyada siyasi ve güvenlik yönleri ile bir yapı kuramayacaklarını anlamışlardır.
Avrasya coğrafyasındaki devletler, tarihsel olarak Çin ve Rusya’nın merkezinde olduğu iki büyük güç merkezinin arasına sıkışıp kalmıştır. Bu devletlerin en önemlileri Türk Dünyası üyeleridir. 300 milyonluk Türk Dünyası 144 milyonluk Rusya’nın baskısı altındadır. Öte tarafta Doğu Türkistan’da Çin işgali ve soykırımı devam etmektedir. Türk jeopolitiği açısından farkında olmamız gereken konu şudur; Türk Dünyası coğrafyasının kuzey kolu Ruslar tarafından büyük ölçüde asimile edilmiştir. Orta kolun Anadolu ile bağları İran tarafından engellenmiş ve Zengezor Koridoru’nun Ermeniler tarafından işgaline destek olmuştur. Bu yüzden, Azerbaycan ile Nahçıvan arasındaki Zengezur Koridoru’nun açılması ve Trans-Hazar Havzası’nın hayata geçmesi tüm Türk Dünyası’nın öncelikle arkasında olması gereken jeopolitik bir zorunluluktur.
Türk jeopolitiğinin politik ufku ve ilgi alanı bütün dünyadır. Sorumluluğumuz sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı değil 280 milyonluk tüm Türk dünyasına karşıdır. Yüzyıllardır üstü örtülen Türk Dünyası, kültürünün bütün özellikleriyle gün ışığına çıkarken, bu kültürü külleri arasında, baskılar altında uzun süre koruyanlara, yaratıcılarına bugünkü ve bütün dünyadaki Türk kuşaklarının borçları, sorumlulukları vardır. 21. Yüzyıla girerken, Türkiye ve Türkiye’nin ötesinde bütün bir Türk Dünyası, 16. Yüzyıldan bu yana en şanslı olduğu yüzyıla girmiştir. Türkiye, Türk dünyası ile bağlarını güçlendirecek iletişim ve ulaşım ağlarını geliştirmeli, Türk dünyasının birlikte nefes almasını sağlamalıdır. Rusya ve Çin ile ilişkilerin derinleşmesi, uzun vadeli hevesleri açısından Türkiye ve Türk Dünyasının hayrına değildir. Türkiye, Avrasya’daki gelişmeler ile ilgili senaryolara hazır olmalı, ulusal gücünü ve Türk Dünyasındaki kapasitesini geliştirmelidir.
Makalenin devamı ve geniş versiyonu için; https://www.academia.edu/116229475/Türkistan_Jeopolitiği