Ardıç ağacı ile ardıç kuşunun hikayesini bilir misiniz? Gerçekten birbirlerine aşıktırlar, biri olmadan diğeri yaşayamaz, birbirlerini besler ve çoğaltırlar.
Ardıç ağacının tohumu öylesine serttir ki toprağa düşse bile çatlayamaz ve bir ağaca dönüşemez. İmdadına ona aşık olan yetişir; ardıç kuşu, ardıç ağacının dallarında yaşar ve yalnızca ardıç ağacı tohumu ile beslenir. Sindirim sistemi tam da o tohumların açılmasına ayarlıdır. Sindirim sonrası dışkısıyla dışarı bıraktığı tohumlar toprakta çatlar ve ilk yağmurlarla bir fidana, sonrasında da o bakmaya doyulamaz ardıç ağacına dönüşür. Bazen de tohumları öyle çok tüketir ki ardıç kuşu, bu tohumların ağırlığıyla küçücük bedeni çatlar ve sağa sola saçılan tohumlar ardıç ağacının oluşmasını sağlar. Yani ardıç ağacı ardıç kuşunun, ardıç kuşu da ardıç ağacının var olması için şarttır.
Şimdi Kaz Dağları’nda, Okluk Koyu’nda, Salda Gölü kıyısında, Munzur Ovası’nda, Gediz Deltası’nda, Karadeniz Yaylası’nda birbirinden koparılıyor kuşlar ve ağaçlar… Binlerce ağacı kesip, binlerce kuşun kanını akıtanlar, bunu “vatan” adına yaptıklarını savlıyorlar; “Vatan’ın bekası için…”
Öyleyse nedir bu vatan?
Divan şiirinde; sevgilinin ayağını bastığı toprak anlamında kullanılırdı. Bizim anladığımız anlamdaki Vatan’ın ilk kullanımı ve kavramsallaşması, denebilirse 1. Meşrutiyet ve Namık Kemallerle olmuştur. Namık Kemal ve Meşrutiyet aydınları ve sonrasından gelen aydınlanmacı kadrolar, Tanzimat’ta Tevfik Fikret ve sonrasındaki cumhuriyetin aydın ve yazarları “Vatan” sözcüğünün altını üstünü sınırlarını çizmiş, doldurmuş ve şimdiki vatan kavramına ulaştırmışlar.
Dikkat ederseniz ‘vatanı vatan yapmaya’ didinen kadroların tamamı devrimcidir, ilericidir ve padişahlarla, diktalarla vuruşarak geliyorlar tarihin içinden.
Gericilerin bir ‘vatan’, ‘ulus’, ‘halk’ kavrayışları yoktur aslında, çünkü onlar ‘ümmetçidirler’. Her zaman böyle olmuşlar ve şimdi de böyledirler!
Bu bilgileri niçin tekrarlıyorum? Gericilerin ve iktidar sahiplerinin “vatan… vatan…” diye içini boşaltarak dayattıkları tehditlerden bıkkınlığıma getirmeye çalışıyorum sözü...
Vatan’ın her dağına baş eğdirmeye çalışanlara, Vatan’ın her ırmağını kurutup kan akıtanlara, Vatan’ın her ağacını yakıp yeşile kara çalanlara, Vatan’ın mavi göllerini betonla kapatanlara, getirmeye çalışıyorum sözü;“Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar” yedikleri halde bir türlü doymayanlara…
Sözden, yazıdan, sitemden, bedduadan anlarlar mı? Bunu da sanmıyorum ama tarihin defterine not düşmekten başka bir şey de gelmiyor elimden.
‘Ferman padişahın, dağlar bizimdir’ demişti, şimdi ne diyeceğiz Dadaloğlu’na? Sığınacağımız dağları, Kanadalı “AlamosGold”a kaptırdık “vatan diye diye”vatanımızı sattılar, bu ihaneti engelleyemedik, diyeceğiz öyle mi?
Boyun eğdirdikleri dağ başlarındaki ormanlarda, ardıç ağacı dışında; armut ağacı, çam ağacı, çınar ağacı, defne ağacı, dut ağacı, iğde ağacı, kavak ağacı, meşe ağacı, portakal ağacı, söğüt ağacı, selvi ağacı, zeytin ağacı, köknar ağacı, atlas sediri ağacı, alev ağacı, ladin ağacı, karaçam ağacı, sarı çam ağacı, sekoya ağacı, porsuk ağacı, at kestanesi ağacı, mimoza ağacı, gürgen ağacı, çitlembik ağacı, erguvan ağacı, kızılcık ağacı, fındık ağacı, okaliptus ağacı, kayın ağacı, ceviz ağacı, lale ağacı, manolya ağacı, karadut ağacı, akasya ağacı, sumak ağacı, ıhlamur ağacı, tespih ağacı, badem ağacı, kamelya ağacı, muşmula ağacı, iğde ağacı, yasemin ağacı, muz ağacı, zakkum ağacı, gül ağacı, leylak ağacı, ılgın ağacı, andız ağacı, halep çamı ağacı, incir ağacı, kafur ağacı, kahve ağacı, karaçam ağacı, karanfil ağacı, kavun ağacı, kayısı ağacı, vişne ağacı, elma ağacı, nar ağacı, kestane ağacı, kivi ağacı, mabet ağacı, madımak ağacı, mandalina ağacı, mango ağacı, mantar ağacı, mısır ağacı, pirinç ağacı, sığla ağacı, soğan ağacı, susam ağacı, tarçın ağacı, turunç ağacı, top mermisi ağacı, orman gülü ağacı, ateş ağacı, melek meşesi ağacı, ejderha kanı ağacı, jakaranda ağacı, banyan ağacı, huş ağacı, şimşir ağacı, çoban püskülü ağacı, dişbudak ağacı, üvez ağacı, erik ağacı, dağ çamı ağacı, damkoruğu ağacı, katalpa ağacı, keçiboynuzu ağacı, malta eriği ağacı, suga ağacı, ayva ağacını da katlettiler ve onlardan beslenen dağ tavşanını, kaplumbağayı, kerkenezi, kara yılanı, karacayı, kertenkeleyi, semenderi, tilkiyi, sansarı, yaban domuzunu, gelinciği, sincabı, kirpiyi, sazlık kedisini, porsuğu, samuru ve adını sayamadığım daha binlerce mahlukatı da yok ettiler diyeceğiz öyle mi?
Oysa vatan; yusufçuk kuşu, ishak kuşu, ardıç kuşudur, Kaz Dağları’dır vatan. Vatan; Salda Gölü’dür, Gediz Deltası, Munzur Ovası’dır. Karadeniz Yaylaları, Okluk Koyu’dur vatan…
Bir kez daha bu yaşananlardan çıkaracağımız en kıymetli ders; vatan sevgisi,metafizikle bağlantılı soyut bir sevgi değildir. Bilinçten, yüreğe doğru akan öz sulardan beslenen, somut bir sevidir. Bunun içindir ki bu vatana bilinçle bağlı olanlar, “su ve vicdan nöbeti” tutarlar dağlarda, biber gazına doyar, cop darbeleriyle parçalanırlar… Diğerleri; türkülerde ancak “ırmağının akışına ölürler Türkiye’nin…”