Türküler, türkülerimiz; yüzlerce yıllık birikim, emek, göz nuru… Öyle yücedir ki gönüllerimizde, binlerce kez dinlesek de aynı türküyü, hiç değişmeyen bir hüzün yahut sevinçle daha binlerce kez dinleyebiliriz. Türküleri yakanların çoğunu tanımayız, isimsiz yürek işçileridir onlar ve derinden bir sevgiyle yüceltiriz onları her zaman. Fakat o türküleri çığıranlardan birini, basbariton sesi, ödünsüz kişiliği, halkının yanındaki yüreğiyle tanır ve içimizdeki en derin sevgiyle bağlanırız; Ruhi Su’dur o. Aramızdan ayrılışının 33. yılında da hâlâ aynı sevgi yüreklerimizde!
Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği, bir asrı aşkın zamandır yaşadığımız coğrafyanın kültür mozaiğine “broyyyy” nidasını düşürmüş olan sanatçının bıraktığı eşsiz kültür mirasını yeni kuşaklarla paylaşmak, sanat anlayışını yaşatmak amacıyla sanatın en eski ve canlı alanı şiir dalında, üç yıldır “Ruhi Su Şiir Ödülü” vermekte. İlk ödülü 2016’da “Kemik İnadı” adlı kitabıyla Asuman Susam almıştı.
2017’deki ödül ise “şiirin dilini ve yapısını, insanlık tarihinin köklerinden itibaren yoklayıp, tarihsel ve mekânsal bir toplamdan süzerek kurduğu bir şiir dili ile yazması; şiirini, dünyanın tüm sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği kardeşçe bir varoluş coşkusuna adaması; kalemini, yarım yüzyıldır, her türlü zulme ve tahakküme karşı direnci yeniden üretmek için kullanması ve bu tutumunu hep şiir estetiğinin içinde kalarak, direnme estetiğinin zenginleşmesine katılarak sürdürmesi” gerekçesi ile İsmail Mert Başat’ın “Külde Kor İzleri” adlı yapıtına değer görüldü ve İsmail Mert Başat şiirinin merkeze konduğu bir sempozyum ile de taçlandırıldı.
İsmail Mert Başat, popüler kültürün her gün, her yerde, bireyi parçalarına ayırarak yok ettiği kültür ortamlarında adını sıkça duyamayacağınız bir düşün, mücadele ve şiir emekçisi. “Külde Kor İzleri” ise onun 50 yılı aşan şiir işçiliğinin seçkin örnekleriyle dolu.
“İtiraz Yazıları” adlı kitabında şöyle söylüyor: Şiirin öne çıkması, benim aynı zamanda şiir yazıyor olmamla ilgili değil; şiire her zamankinden çok gereksinilmesi ile ilgili: Düşüncelerimizin Yeni Dünya Düzeni’nin mekanizmalarınca sınırlandırılıp-yönlendirilmekte bulunuşu, üst-beynimiz kadar alt-beynimizin ve ikisinin kesişiminde fraktal bir uzam oluşturan imgelemimizin başkaldırıcılığını yardıma çağırıyor. Şiir, doğrudan zihinsel süreçlere yönelen emperyal gücün henüz tümüyle sızıp zaptedemediği imgelemimizi fişekleyen gücü ile onu diri kılıyor, kuruyup-metalaşmasına karşı koyuyor, zenginleştirip-çoğullaştırıyor; iktidarın diline karşı kendi dilinin silahlarını yükseltiyor.
Düşün ve sanat dünyamızın pek çok alanında yapıtlar vermiş olan İsmail Mert Başat, denebilir ki yaşamsal imgesini “şiir” üstünden çoğaltıyor. Şiirin “iktidar diline karşı” bir yeni dil (silah) olduğunun altını çiziyor olması bundan. Öyleyse İsmail Mert Başat şiirinin dili üstünden birkaç cümleyle sürdürelim…
Karl Marks’ın değişmeyen tek şey değişimin kendisidir sözünü bir gerçeklik kuralı olarak aklımda tutup, yaşamın aynılığına ilişkin rahatlıkla şunları söyleyebilirim: Her gün bıkıp usanmadan yaşadığımız hayat, sıradan bir şeydir aslında yaşayanlar için. Gördüğümüz her “şey” aynı “şey”dir biraz da. Dağlar, kayalar, denizin dalgası, sular aynıdır. Gökyüzü aynıdır sözgelimi; yıldızlar, güneş, ay ve gökteki bütün cisimler... Ağaçlar değişir durur durmaksızın ama aynıdır bütün ağaçlar. Çevremizdeki her şey; insanlar, uzayıp giden yollar, karanlıklar hep aynı… Ve bu aynılıklar böyle uzar gider. Fakat bir gün bir şair çıkagelir ve dağıtır zamanın ve sıradanlığın yok ediciliğini.
“seninle çoktandır böyle sevişmişliğimiz yoktu/ biraz sevda yorgunu, biraz kırgındık/ karıştıkça
duruluyordu sular karışıyordu/ bir sünger avcısı vurgun yemiş, yeşil bir gökyüzüne yükseliyordu”*
Diyerek, hayatın tek düze, bıktırıcılığına karşı yeni bir dili okurun önüne koyar. Bu dil, aslında 68 kuşağı öncülerinin biteviye aynı baskıyla, zulümle sindirilmek istenmesine karşın, yaşamın içinden, yaşamsal pratiklerden çıkarttıkları şiirsel dildir ve işte bu dili en özgün biçimde kullanıyor şair, bu ve daha pek çok şiirinde.
Sözgelimi “Kalkıp toprağa basıyorum/ Yüreğimden kaygıyla yükselen nâra/ Çocuklar…/ Güneş düşüyor gözlerime güneşlerden/ Çiğdemler fışkırırken göğsümden/ Koşuyorum…” (Kalkıp Toprağa Basıyorum, sf.33)
Yaşamı böylesine sıcacık bir yerinden kavrayınca, aslında yeni bir dil de önermiş oluyorsunuz insana; barışın ve kardeşliğin eşsiz sade dilidir o! Ve şiir tam da böyle bir şeydir aslında; yeni bir dil önermek hayata. Yeni bir dil fakat, kimi şairlerin masa başında ürettiği yapay dil değil, hayatın içinden fışkıran bir dil. Yaşanmışlıklardan yahut yaşanmamışlıklardan ama her durumda yaşamın canlı dokularında özümsenmiş, damıtılmış işlenmiş bir dil… Öyle ki politik terminolojiden, felsefenin kimi kavramlarından alıp işlediğiniz başka dil öğeleri de yaşam bulacak, canlanacak, yeni bir yaşama yürüyecek sözcükler, ölü yığınlar gibi kalmayacak şiirde… İşte İsmail Mert Başat mütevazı, sade duruşu ve şiiriyle bunu başarmıştır.
Ve son olarak 2018’de, Başkan Cevat Çapan, üyeler; Ahmet Telli, Hüseyin Ferhad, Haydar Ergülen, Asuman Susam, Latife Tekin, Mehmet Gözen’den oluşan Ruhi Su Şiir Ödülü Seçici Kurulu, yine bir yıl içinde yayımlanan kitaplar arasında yaptığı değerlendirmede, “Yaşadığımız çağda karşılaştığımız sorunların bize neleri unutturduğunu, bizi nelerden yoksun ve yoksul bırakarak yabancılaştırdığını somut örneklerle bir bir sıralarken, yitirdiğimiz değerlerin bizi nasıl köklerimizden ve çevremizden kopardığını, nedenleriyle açıkladığı ve şiirsel dilin yaratıcı gücüyle unutulan her şeyin büsbütün yok olup gitmediğini de ustalıkla yansıttığı için” 2018 Ruhi Su Şiir Ödülü’nü, Betül Dünder’in, “Unutmanın Kısa Tarihi” adlı eserine değer görmüştür…”
*Şiirler, İsmail Mert Başat’ın “Külde Kor İzleri” adlı Toplu Şiirlerinden alınmıştır. Islık Yayınları, 1. Basım Ağustos 2016