Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin… “Türkçe’nin süt dişi” Yunus’un gariplerinden, bir garip daha öldü 1 Aralık 2018’in gecesi, Refik Durbaş!
Bir hayli zamandır kimi hastalıklarla baş etmeye çalıştığını biliyor, yalnızca ben değil bütün bir şiir ahalisi olarak yakından, üzüntüyle izliyorduk. Hatta 2011 Nisanı’nda Dionysos Şiir Ödülü’nü alıp da konuğumuz olduğu Salihli Şiir İkindileri’ndeki rahatsızlığı, Şiir İkindileri’ 45’in diğer konukları; Baki Ayhan, Cenk Gündoğdu, Güngör Tekçe, Sennur Sezer, Şeref Bilsel, Tarık Günersel, Ahmet Balkı, Veysel Çolak, Mustafa Ali Kasap ve Cahit Berkay’ı da üzmüştü. O’na yeniden ve derin bir şefkatle bağlanmıştık!
Yaşadığı zamanın tanığı, çağının vicdanı ve özgün bir sesi olarak çok kitap yayınladı, çok ödül aldı ve yeniçağın o sinsi hastalığına yenik düştü. Ölümü; imgeler, buluşlar, diller bahçesinden bir dilin göçüdür şimdi…
Tanıyanlar anlattığı hikâyeleri ve anılarıyla onun kuşaklar arasında bir köprü olduğunu bilirler. Hoş, yakından tanımayıp da BirGün Gazetesi okuyanlar da bilirler, son dönemlerinde anlattığı değerli, özgün anı ve hikâyelerini. Yani ömrünün son dönemecine değin yazdı, düşündü, söyledi...
Kuşkusuz, Türk Şiiri açısından büyük bir kayıp! İzmir’den şiir yazanlar açısından iki kere büyük kayıp. Çünkü kendisi şiirini İzmir’de olgunlaştırıp, İzmir’in sahip çıkmadığı şairler kervanındandı. Ondan önce de Şükran Kurdakul’a, Attila İlhan’a, Salah Birsel’e, Necati Cumalı’ya ve daha pek çok şairine sahip çıkamamıştı İzmir. Bundan ötürü ki gençlik yıllarımda “İzmir’de şair olunmaz, yolun İstanbul’dan geçmezse” türü bir söz söylenir ve bu söze nedense inanırdık!
Şiire yeni başladığım yıllarda İzmir’de adı anılan önemli şairlerden biriydi. Dönemeç Dergisi’nin şiir ve iyi insan kokan Hüseyin Yurttaş’lı küçük bürosunda, Osmanoğulları Birahanesi’nin tahta ve yoksul masalarında, genç şiir gurubumuzla şiirlerinden söz ettiğimizi şu an gibi hatırlıyorum… Hatta Şükran ve Bodrum Meyhaneleri’nde kimi “menkıbeler” de anlatılırdı hakkında. Sözgelimi; İstanbul’a yeni gittiği yıllarda yazdığı “Batsın Bu Dünya” adlı şiirini çok parasız kaldığı bir gününde Orhan Gencebay’a beş bin lira karşılığında sattığı ve namus sözü verdiği için sustuğu, bunlardan en tumturaklısıydı...
Gerçi kimi sohbetlerimizde bunu sormuşluğum vardı kendisine, yanıtı olumlu olmasa da, yüzünde hep bir hınzır gülümseme olmuştu… Fakat biz, Batsın Bu Dünya’yı Refik Durbaş’ın yazdığına inanmak isterdik nedense, hâlâ da bu inancımı korurum! Bu hissiyatıma şimdilerde bir de şu eklendi; bu şarkının sözlerini, içeriğindeki kimi vurgular nedeni ile teslimiyetçi, ikiyüzlü bir “saray arabeskçisi” yazmış olamaz(dı)! Ayrıca kimilerinin iddia ettiğinin aksine, o şarkıyı teslimiyetçi ve arabesk bulmam. Ha mücadeleci de bulmam fakat ezilmişin isyanı vardır yine de o şarkıda...
Yaşarken çok şeyler söylediler hakkında. Sözgelimi Şükran Kurdakul şöyle söylemişti: “…yaşamına bağlı gerçekleri, duyarlıkları, sert ama etkin söyleyiş biçiminde verdi; kendine özgü ses ve anlatım özellikleri yaratmayı başardı. Toplumsal temaları işlerken de bu başarısını sürdürdü…”
Sonra Melih Cevdet Anday “…Durbaş’ın ilginç şiir serüvenini hep dikkatle izlemişimdir; değişir, ama gene de kendisi olarak kalmayı bilir. Onun bir şiir kitabını şöyle bir yerinden açın, yeni bir biçimle, daha doğrusu değişik güzellikleri yaratan bir biçim kaygısı ile karşılaşacaksınız. Refik Durbaş böylece kafesi hazırladığı için kuş da nasıl olsa gelip konar içine…”
Sonra, Behçet Necatigil “…Durbaş, benzetmeleri ve seçtiği sözcüklerle şiirine arkaik bir görünüm de ekleyerek ve toplumda tekil durumlar çoğul ilişkiler, olgular arayan şiirler yazdı…”
Ve Asım Bezirci “…Durbaş’ın iyi bir yanı da, toplumsalla bireyseli, özlü bir ayrıntıyla yan yana, iç içe sunması…”
Ölümü ardından da çok şeyler söylediler. Sözgelimi PEN Türkiye hepimiz adına, hepimizi bağlayan şu açıklamayı yaptı; “Refik Abi sen beni niye ağlattın” Ahmet Erhan böyle yazmıştı. Refik Abi bugün bizi ağlattın. Şiirimizin ustalarından ama her zaman çırak gibi davranan Refik Durbaş. Şiiri yurdu gibi yurdunu şiiri gibi sevdi.
Bu yüzden en çok yurtsuzların, kimsesizlerin, gurbetçilerin şiirini yazdı. Şiirimize her dilde rahatça söylenebilecek yerel tatlar kattı. Kendi dili de öyle tatlıydı. Açık ve Erzurum yaylası gibi geniş bir yürekle sevdi insanları, şairleri, yazarları. Biz de onu, şiirini, dilini, kişiliğini çok sevdik. O hepimizin Refik Abi’siydi, bugün bizi ağlattı…”
Ardından O’nun, “Bir Çırak Aranıyor başta olmak üzere, kimi şarkıların söz yazarı olması nedeni ile daha çok önemsenmesi gerektiği” türü açıklamalarsa, şiirin yaşayan ve bir buluttan sesimizi dinleyen bütün gerçek şairlerini derinden incitti! Çünkü Refik Durbaş söz yazarı değil, büyük bir şairdi! Ve Palandöken Dağları’nı dolanan şoförlerin uykusuz geceleri, çırakların iç burkan acıları ve terden kirli elleri, karanlık uçurumların yamşaklı bibileri, genç kızların düşleri, çocukların hayalleri var oldukça, Refik Durbaş da şair olarak kalmaya ve okunmaya devam edecektir. Buna bütün kalbimle inanıyorum!