Dil, yurdudur insanın

Tuğrul Keskin

Yalınızca şairlerin yahut yazı insanlarının değil, bir anadilin içine doğmuş herkesin dili, yurdudur. Hiç kimsenin anadilinden daha şefkatli bir dostu da olmaz yaşamı boyunca… Siz anadilinizi ne kadar severseniz, anadiliniz de tıpkı bir anne gibi sizi korur ve istemediğiniz kadar ürünler verir yaşamınız boyunca. Bu ürünler bazen bir aşkın peşine düşürür, rüyalar kurdurur size. Bazen de büyülü şiirler, romanlar, yazılar olarak kalır elinizde…

Belki de bu kavrayıştan ötürü Yahya Kemal, daha 1900’lerin başında “bu dil ağzımda annemin sütüdür” diyerek, dille bireyin varoluşu arasındaki güçlü bağın altını bir kez daha kalınca çiziyordu… Bunun bir sonucu olarak da, şiirlerinde kullandığı aruz ölçüsünü (klasik Arap/Fars şiirinden alınarak işlenmiş bir şiir kalıbı) yapay ‘kırma’ bir dil olan Osmanlıca’yla değil de, duru bir Türkçe’yle yazmayı seçiyordu. Böylece Türk dilinin yalnızca heceyle yazmaya elverişli olduğu kanısını da yıkmış oluyordu. Kendi anadilinin ses ve çağrışım zenginliği ona, eşsiz şiirler olarak geri dönüyordu… Kendi dilinize gösterdiğiniz şefkat ve özen sizi asla yanıltmaz; o dil de size aynı şefkat ve özenle geri döner mutlaka!

Türkçe on bin yıllık tarihi ve bir milyon kelime dağarcığı ile dünyanın en eski ve en köklü dillerinden biridir(Oktay Sinanoğlu’na göre iki dilinden biridir.) Ve Şemsettin Sami’nin 1900’lerin başında bitirdiği ilk Türkçe Sözlük bir milyon kelimeyi içermekte ve hâlâ kütüphanelerimizde durmaktadır…

Demem şu ki, dilimiz Karamanoğlu Mehmet Bey’in 4 Mayıs 1278’de “divanda ve dergâhta Türkçe konuşulmasını” buyuran fermanından 654 yıl sonra Mustafa Kemal öncülüğünde gerçekleşen 1.

Türk Dil Kurultayına kadar geçen süre içerisinde zenginleşerek, derinleşerek gelmiş bir dildir.

Dilimizle ifade edemeyeceğimiz bir sanatsal, bilimsel, inançsal durum yokken, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü okullara 11 Aralık tarihli bir genelge gönderdi. Bu genelgede 18 Aralık 1973’te Birleşmiş Milletlerin Arapçayı resmi dil olarak ilan etmesi anımsatılarak; “18 Aralık’tan itibaren Anadolu İmam Hatip Liseleri’nde Arapça öğretimini desteklemek, öğrencilerin Arapça bilgi ve becerilerinin geliştirilmesine katkı sağlamak ve sosyal kültürel etkinliklerle özgüven duygularını arttırarak, okul aidiyetini güçlendirmek için” bir dizi etkinlikler planlanmasını buyurdular.

Ancak BM’nin 1973’teki konusunun bile “Dünya Arapça Günü” olmasına karşın yazıda, “okullarımızda 18 Aralık Cuma günüden itibaren bir hafta boyunca” etkinlik düzenlenmesinin istenmesi, bizim MEB’in, Araplardan daha Arapçı olmasının bir göstergesi mi acaba?

Yazıda ayrıca, öğrencilerin Arapça’ya olan ilgilerini arttırmak, Arapça dil becerilerine katkı sağlayarak eğitim ortamlarında sosyalleşmelerine olanak sağlayacak etkinliklere yer verilmesi de istenmiş.

MEB’in bir hafta boyunca (18-25 Aralık) düzenlenmesini istediği etkinliklerse şöyle; “*Arapça şiir okuma etkinlikleri. (Etkinliklerinin daha ilk gününde İstiklal Marşı’nı Türkçe değil de Arapça okudular) *Arapça kısa tiyatro etkinliklerinin uygulanması. *Mini Arapça bilgi, kelime ve cümle yarışmalarının yapılması. *Hızlı ve hatasız Arapça okuma yarışmalarının düzenlenmesi. *Okulun Arapça afiş ve güzel sözlerle süslenmesi. *Okul içerisinde Arapça kitap stantlarının açılması, öğrencilerin Arapça okumaya ve yardımcı kaynaklar kullanmaya teşvik edilmesi. *Kur’an metinlerini okuma ve anlama etkinliklerinin düzenlenmesi. *Arapça film izleme etkinliklerinin düzenlenmesi. *Arapçanın günümüzdeki yeri ve önemi konulu seminerler düzenlenmesi ve üniversitelerin ilahiyat, Arapça Öğretmenliği, Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerinden Arapça öğretim üyelerinin okullara davet edilmesi…”

Yukarıda Yahya Kemal örneğini verme nedenim biraz da bundandı. Yahya Kemal de “muhafazakâr” bir insandı. Arapça, Farsça, Fransızca ve Türkçe’nin karışımıyla elde edilmiş bir dilin, Osmanlıca’nın içine doğmasına karşın, kendi anadili saydığı Türkçe’nin ses olanaklarını genişletmeyi, Türkçe şiirler yazmayı seçmişti. Yeni yüzyılda yaşadıklarımıza bakar mısınız? “Laik Cumhuriyetin” eğitim kurumunun; bir başka dile, üstelik geçmişinde sınadığı ve yanıldığı bir dile gösterdiği özen, dilini önemseyen insanlar açısından iç rahatlığıyla karşılanabilir mi? Eğitim bürokrasisi Arapçaya gösterdikleri bu aşırı özeni, Türkçeye de gösteriyorlar mı ve Milli Eğitimin bu hamlesi Türkçe’yi 654 yıl geriye taşıma gayreti mi acaba? Karahanoğlu Mehmet Bey’in dille ilgili kaygısını dahi duyumsamayan bir 21. yüzyıl eğitim bakanlığı olabilir mi? Sorular… Sorular ve sorular!

Bu gariplik karşısında ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç (ki hatırlayacaksınız laik kurumları savunduğu için ağır hakaretler ve davalarla karşılaşmıştı) şöyle söylüyor; “İmam Hatip Liselerinde 18 Aralık Dünya Arapça Günü kutlamaları yapılıyor. Bu okullarda Türçe’ye ilişkin bir kutlama, bir övgü duyamazsınız. Hatta Türkçe’yi aşağılayan görevliler var. Çünkü bu okullar Türk düşmanı nesiller yetiştirmek için faaliyet gösteriyor…”

Cemil Hoca’nın bu söylediklerinin yabancısı değiliz kuşkusuz ama yine de pes doğrusu! Kendi diline ve hayatına böylesine düşman bu insanlar hangi ara yetiştiler diye sormazsınız sanırım; pek çok camii ve Kur’an kursunda, Arap ve Arapça hayranı sözde dindarlar, bu büyük eğitim kadrosunu yetiştirdiler işte! Vatanlarına Milletlerine hayırlı olsun!

Sahi, dil yurduysa eğer insanın; bu “eğitimciler” de bir gün kendi yurtlarına dönerler mi acaba, ne dersiniz?