Diller Şenliği

Tuğrul Keskin

Dünyanın neresinde olursa olsun, bir çocuğun annesinden öğrendiği dili konuşmasını yasaklamak, o insana verilebilecek en büyük ceza değil mi? Bir insanın anadiliyle ‘seviyorum’ diyebilmesini; o dille şiir yazmasını, şarkı söylemesini elinden almaya çalışmak, ne tuhaf şey!

Anadil; adı üstünde, annenin ak sütü gibi helal dil... Anadillerin özgürce konuşulmasına karşı oluşturulmuş şiddet dilini anlamak mümkün değil! Kim nasıl aklileştirmeye çalışırsa çalışsın, bu işin bir aklı olamaz, mümkün değil! 

Pek çok yerde, pek çok dilin başına geldiği gibi, şiddete uğrayan ve üstündeki baskı çoğaldıkça da ana yatakları aşınıp, asimilasyona açık hale gelen dillerden biri de Güney Azerbaycan'da konuşulan dil. Kimileri buna Azeri’ce diyor. İran’da 35 milyonu aşkın insan konuşuyor bu Azerbaycan Türkçesini.

Ayrıca Kürt şair Emin Abbas’ın yine aynı gerekçelerle ağzını, kulaklarını ve gözlerini bir dikiş iğnesiyle diktikten sonra çektirdiği fotoğraf, çaresizliğimizi hatırlatmayı sürdürüyorken… 
Son günlerde yeniden ve öylesine acıklı mektuplar alıyor, öylesine acıklı öyküler dinliyorum ki, üzülmemek elde değil. Ayrıntıya girmeyeceğim… Hoş bizim ülkemizde de “dil” üstünden yaşanan bunca acıya, şiddete bakınca “alıştık” diyeceğim ama acılara da alışılmıyor.*

Fakat kimi ülkelerdeki kimi efendiler, alışalım istiyorlar çığlığa. O zaman da dil, insanın çekebileceği en derin, en sarsıcı acıya dönüşüyor. Doğaldır ki hayata doğduğunuzda bir dilin içine doğarsınız. Bu sizin kulağınıza fısıldanan en eşsiz sırdır aslında.

Annenizin akan ırmaklardan, gökyüzünden; babanızın kekik kokan, kar kokan dağ rüzgârlarından ödünç alarak kulağınıza fısıldadığı; yaşamda derinleşmenin yöntemidir diliniz. İşte bu sunulan, o andan başlayarak sizin anadiliniz olur. İnsan için kalbin atışı, gözün görmesi, gönlün sevmesi ne ise anadili de odur, en az onlar kadar önemlidir artık yaşamı boyunca.

Düşünün şöyle bir; insan içine doğduğu dilin emaneti değil midir yeryüzüne? Kuşkusuz ki başka başka zenginliklerle ama asıl olarak da dili üzerinden kendisinden öncekilerle, onların yüz yıllar, belki de bin yıllar süresince biriktirdiklerinin emaneti... İlk çığlığından, ilk şarkısına, acı hissini ifadesinden, bağırmasına, belki de çıkıp dağların yücesine, açarak bağrını coşkun rüzgârlara dile getirdiği ilk hasretine, ilk kez seni seviyorum demesine, içinde ağlayan ilk seslere, gülümsemesine... Yani insan bütün çağrışımlarıyla, şiirine emanettir yeryüzünün. 

Bazen de dil insanın minnetidir kendisine. Dilden kastım tek başına konuşma, yazı yahut görsel dil değil elbette. Ama izninizle daha içlere çekilerek, bireyin kendisiyle konuşma diline eğilip bakalım istiyorum. İnsanı kendisine karşı bilinmez olmaktan çıkaracak tek şey, kendisiyle kurduğu dille mümkündür elbette. Bireyin kendisiyle kurduğu dil sahicileştikçe, doğaldır ki yaşamının bütün alanlarında derinleşir.

Kendisinden başlayarak karşısındaki insanla ve sonra; ağaçla, taşla, ırmakla, dağla, gülle, denizle, karacayla, kunduzla ve Afrika’da, Ortadoğu’da ölenle, Asya'dan bakanla, Avrupa'da üşüyenle, yani her sözcük ve kavramla derinleşir.

Çünkü bu sözcük ve kavramlar, annesinden ödünç aldığı kendisi ait olandır. Sonrasında; dünyanın dışına itilmiş, ezilmiş,  susturulmuş, dövülmüş, görülmemiş, sövülmüş, kovulmuş, sömürülmüş olanlarla ve kâinatta hiç duyulmamış seslerle, olabildiğince sahici konuşabilme, buluşabilme olanağı bulur ki, dil, insanın kendisinden başlayarak bütün bir kâinata minnetidir aslında.  

Hiç şüphesiz rüyalarınızı anadilinizde görürsünüz. Ağlayışınız mutlaka anadilinizdedir. Kahkaha eğer anadilinizle atılıyorsa eşsiz güzelliktedir. Siz bu dille büyür, bu dille çalarsınız komşu bahçeden kaysıları. Bu dille dizlerinizi kanatır, bu dille öğrenirsiniz bisiklete binmeyi. İlk heyecanı bu dille duyarsınız, bu dille âşık olursunuz. Şiirler yazarsınız, şarkılar söylersiniz, sever yahut sevişirsiniz bu dille.

An gelir hatırlatır gerçeği doğa ve siz yine o dilin içine ölür, o dile gömülürsünüz. Yani ki her kavimden insan için anadil, yaşadığı iyi, güze, anlar kadar vazgeçilmezdir. Bu bağlamda bir dilin, bir başka dil üstündeki egemenliği kabul edilemez... Asla unutmayınız ki, anadilinden koparılmış bir insan, hayatın has bahçesinden koparılmış çiçek gibidir ve bir daha sonsuzca güzel renklerle açamaz.

Hatırlayanlarınız olacaktır, doksanlı yılların sonunda bir gazete haberi şöyleydi; “Paris'de Ubıh dilini konuşan son insan da öldü.” Ubıh'ca Kafkaslar'da yaşayan bir halkın konuştuğu dildi ve işte son Ubıh da ölmüştü. Bu ölümle içimdeki bir parçamı yitirmiştim sanki, çok üzülmüştüm. Aslında yeryüzünde yaşayan herkes üzülmeliydi. Çünkü o ölen son Ubıh’la birlikte, Ubıh dili de tarihin zalimlik, vefasızlık sayfasında yerini almıştı.

Bütün topluluklar için anadilin korunması, kuşkusuz ki bir arada durabilmenin en belirleyici ögesidir. Bir gün üstüne doğduğunuz topraklarınız, anayurdunuz işgal edilebilir. Paranın büsbütün egemen olduğu bu zalimlikler çağında pekala mümkündür. Savaşır, geri alırsınız topraklarınızı. 1920'lerden başlayarak, yakın coğrafyaya ve tarihimize bakın şöyle bir, bunu göreceksiniz. Anayurdumuz emperyalistlerce işgal edilmişti ve eşsiz bir savaşla geri alındı.

Her zaman da alırsınız. Fakat anadiliniz işgal edilirse, anadilinizi konuşamaz hale gelirseniz bir gün, asimile olur, tarih sayfasından çekilirsiniz. Tıpkı o son Ubıh'ın halkı gibi. 

Çok söylüyorum; eğer Türkçeyse benim anadilim, yahut Azericeyse; şu zalimlerin savaşları, şu vahşilerin şiddeti, şu vicdansızların dünyası izin versin de, bana Aras’ın sularından,  Hiyo, Ağrı, Kafkas Dağları’nın deli rüzgarlarından ödünç alınarak, bir armağan gibi sunulmuş bu ana dilimin içine öleyim ben de.

Ama böyle olsun Maon’da, Aborjini böyle olsun. Kafkaslarda konuşulan yüzlerce dil ve Kızılderili, Lopon, Astek, Maya, Keldani, Süryani, Ezidi, Gabertey, Kıpçak, Aphaz, Çerkez, Kürt, Arap, Acem, kim ama her kim varsa yeryüzünde, kulağına fısıldanmış o ilk dille var olsun. O ilk dille seslensin sevdiğine... 
Diller kaosunu, diller şenliğine dönüştürelim böylece. Çok mu şey istiyoruz yaşamdan? Çok mu şey istiyoruz bu zalimler dünyasından?

*Ahmet Telli: Ama acılara alışılmaz /Bir şeyler var değişecek /Bir şeyler var değiştirmemiz /Gereken önce /Acılardan başlanacak