Hangi konuda muhafazakârdınız?

Tuğrul Keskin

Daha önce de sıklıkla vurguladığım ‘aklın özgürleşmesi’ süreçlerine ilişkin gitgide unutulan temel bir gerçeği yeniden hatırlatma ihtiyacı duyuyorum...

Batılı ülkelerde, bizim geniş coğrafyamız ve ülkemizde, sağcı gerici politikaların iktidara taşınmasının temel dayanağı, kuşkusuz, dinin yeniden ve pervasızca okşanmasında saklı! Onlar, dinci akıl dışılığa prim vermeyi seviyor ve bunu iktidar olabilmelerinin bir gereği olarak görüyorlar. Fakat sorun, sözde aydınlanma kültürünü benimsediğini söyleyen politikacılarla başlıyor. Sözgelimi geçmişte kendisini “Türkçü” sayan politikacılar, ‘Arapçı’ bir çizgide olurlarsa iktidar olacaklarını sanarak, şu anki iktidarın yanında koşulsuz saf tutmayı ve şeriatçı bu kanatla iyi geçinmeyi iktidarda uzun yıllar kalmalarının hatta belki de bir gün tek başlarına iktidar olabilmelerinin olanağı sayıyorlar… Bu durum anlaşılmaz değil kuşkusuz, her tür sağcı her zaman her koşul altında birleşebiliyor zaten!

Sorun ‘bizim mahallenin’ politikacılarında. Sanıyorlar ki onların etkilediği ‘muhafazakâr’ kalabalığı, kendileri de okşarsa onlardan oy alacaklar. Böylesi bir durum olanaklı mı? Softalığın, dinciliğin orijinali hemen yanı başlarındayken, üstelik yanlarına ‘ırkçıları’ da almışken ve sadaka dağıtmayı sürdürüyorken, “sahte” gördüklerine yönelirler mi? Böyle sanmak, tarihten ve bilimden öğrendiklerimizi incitmez mi?

Aydınlanma cephesinde durduğunu söyleyerek, bu ‘dincileri okşama’ politikasından vazgeçmeyen “laik, aydınlanmacılar” bilmeli ki o kitleler ancak, aklını kullanmaktan korkmadığı sürece, ortak bir gelecek imgesi uğruna mücadeleyi ve belki de eziyeti göze alabilir ve sol politikaların yanında dururlar. Aksi yöndeki her davranış, yeni eziyetler ve hatta yeni kan denizlerinin oluşmasına yol açar.

1980 öncesi Kahramanmaraş, Çorum ve yurdun pek çok bölgesinde katliamlara neden olan politikalar da böyle değil miydi ve şu an içinden çıkamadığımız bu karanlığın nedeni, yine faydacı politikacıların bu uygulamaları değil mi? Oysa bu mücadele var olmakla yok olmak arasındaki mücadeledir! Çünkü “Aklını kullanmaya cüret eden insanlık” yüzyıllardır karanlığa, softalığa karşı savaşarak bulabiliyor yolunu! Karanlıkla savaşımın tek çıkarı, elindeki meşaleyi bırakmamaktır. Elinden meşale bir kez düştü mü, bir daha onu eline asla alamazsın, meşaleyi yeniden harlayacak bilgiyi de bulamazsın. Tarihin bizlere öğrettiği en kadim gerçek; karanlığın pasının en hızlı biçimde bilgiyi yuttuğudur! Bu sıradan gerçeği aklında tutamayan bir “solculuk” olabilir mi?

Keşke sıkıntımız tek başına bu olsaydı… Bir de bu dinci/ırkçı gericilerle, varoluşlarının pek çok zamanında sözde “solcu” olmak adına kol kola yürüyen liberaller var… Aydınlanma saflarını terk ederek, dincilerle buluştuktan ve kendilerini “sonuna kadar kullandırdıktan sonra” artık ‘tu kaka edilen’, hatta haklarında “Cumhurbaşkanına hakaret” davaları bile açılan liberal zevat yeniden “aydınlanma saflarına” dönüyorrr… Şimdi yeniden onlara sorsanız, “bunca karanlık doğru ama yine de bi bakalım…” derler. Bu karanlıktan sonsuz özgürlük çıkacağı yanılsamasını, yanıla yanıla yinelerler... Fakat hayatın diyalektiği asla doğrulamaz onları! Hayatın diyalektiği bu liberalleri doğrulamıyor ama bizim “dincilerden” oy bekleyen Cumhuriyet Halk Partili politikacılarımız nedense doğrulamaya çabalıyor bu kullanışlı liberalleri.

21 Ocak 2020’de bir yemek masasının etrafında T24 yazarları ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun fotoğraflarını gördük. Ne korkunç bir manzara!

2010’da başlayan “yargı referandumu/yetmez ama evet” sürecinde ve sonrasında, çıktıkları her televizyon programında, söyledikleri her sözle damarlarımıza Urfa isotu basan Hasan Cemal, Murat Belge, Aydın Engin vesaire masada oturmakta, bir kez daha anlıyorsunuz ki, bu cephede hiçbir değişiklik olmamakta…

Mevcut iktidarın geçmişte her sahada kullandığı ‘yetmez ama evet’çi liberaller ve partinin genel başkan yardımcıları, İstanbul İl başkanı ve partili danışmanlar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin parasıyla hazırlanan sofrada bu “çok kullanışlı” liberallere yemek veriyorlar; pek de sorunsuz, pek de mutlular

Daha da korkunç olanı, bu toplantıda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisine mesafeli muhafazakâr kesimlerle düzenli yaptıkları toplantıları anlatırken, "Bazen kendilerine takılıyorum; siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama muhafazakâr değilsiniz. Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik diyorum" açıklamasını yapıyor, ah ne talihsiz bir açıklama!

Ve asıl gerçek tam da burada saklı; değişmemek için direndiğiniz laiklik mi, cumhuriyet mi, milli eğitim mi, özgür yaşam mı, kadın hakları mı, yoksa ne? Hem de Milli Eğitim Bakanlığının okullara dağıttırdığı şu kitapçığın kapağına yansıyan; “başı açık kadınlar tacizci ve saldırgan, türbanlı kadınlar şefkatli ve kucaklayan” resminden sonra! Gerçekten, hangi konuda muhafazakârdınız?