Bir fotoğraf; çocuklar korku içinde.
Bir coğrafya; acı hep aynı.
Bir soru; ne işe yarar bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi?
Yalnızca,10 Aralık 1948’de 2. Dünya Savaşı’nın korkunç yıkımından arda kalan küller savrulurken, on milyonlarla ifade edilen ölülerin yarım kalmış hayalleri dünyamızı ürküyle dolaşırken; ünlü hukukçu René Cassin’in hazırlayıcısı olduğu ve Paris’teimzalanan ünlü beyanname değil, Milattan Önce 3000’li yıllardan başlayarak yayınlananlar için de soruyorum bunu; ne işe yaradılar…
Söz gelimi dört bin yıl önce diyordu ki, Hammurabi; “Marduk’un bana verdiği kudretle yukarıda ve aşağıdaki düşmanı söküp attım. Memleketin iyiliğini sağladım. Ben, asası doğru olan iyiliksever çoban, sağlık içinde onları daima idare ettim. Kuvvetlinin zayıfı ezmemesi, öksüzün, yetimin (haklarının) adaletle yönetilmesi için… Memleketin kanununu yürütmek için, memleketin nizamlarını düzenlemek için, ezilenlerin hakkını aramak için…”
Yine Milattan Önce 3. yüzyılda Kral Ashoka Yasası şöyle söylüyordu: “Ülkemde hiçbir insan kurban edilemez. İnsanların en az ölçüde kötülük yapmaları gerekir. Esas olan şefkat, doğruluk ve yaşamın temizliğidir. Hastalara bakılacak, kölelere iyi davranılacaktır. İşkence ve uzun süreli hapis yasa dışıdır…”
Milattan Sonra 400’lerde Mazdek; “Mal ve altın kralın değil, halkındır. Herkes tanrının kulu ve Hazreti Âdem’in çocuğudur. Hiç kimseye yiyecek parası için eziyet edilemez. Kimin ihtiyacı olursa bir diğerinin malından bunu karşılayabilmelidir. Bütün insanların durumu muhakkak eşit olmalıdır…”
1789 Büyük Fransız Devrimi’nin ardından 26 Ağustos’ta yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi şöyle söylüyordu: “İnsanlar haklar yönünden özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar, ancak ortak yarara dayanabilir. Her siyasal toplumun amacı, insanın zaman aşımı ile kaybedilmeyen doğal haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. Özgürlük, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Doğal hakların kullanımı, toplumun diğer üyelerinin aynı haklardan yararlanmasını sağlayan sınırlarla belirlidir. Bu sınırlar ise ancak yasa ile belirlenebilir. Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılır. Tutuklamaya karar verildiğinde, yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış, yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır…”
Ve yukarıda da sözünü ettiğim 10 Aralık 1948’de 30 madde olarak yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temel dayanağı şöyleydi: “Yüzyıllar boyunca dünya üzerinde yaşanan savaşlar ve kıyımlar dünya tarihine birer kara leke olarak kazınmıştır. Savunmasız suçsuz ve günahsız olan azınlıklar ve ölüme mahkûm edilen uluslar kendi haklarını savunamamakta ve adeta bir etnik kıyıma maruz kalmaktadır. Aynı şekilde haklı davası ve mahkeme kararıyla dahi olsa hakkının savunulması eksik kalmış veya milli mahkemelerde gerektiği gibi işlenemeyen davalarında evrensel bir mahkeme ve kanun önünde sonuca kavuşturulması gerekliliği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin açıklanmasını ve korunmasını zorunlu kılmıştır. İnsan haklarının korunması zorunludur ve her bireyin bu haklarını kullanmak istemesi için bir istemede bulunması da uluslararası hukuka uygun ve gerçekçidir…”
Dünyayı vicdan ve merhamet yoksunu adamlar yönettikçe ve bir önceki yaşanan acılardan ders alınmadıkça; hangi bildirge yayınlanırsa yayınlansın, o fotoğraftaki çocuk ve bu coğrafyadaki acı, korkarım sonsuza kadar kanamaya devam edecek... Çünkü iktidar olanlar her zaman vicdan ve merhameti, hak ve adaleti evlerinde unutarak saraylarına taşınıyorlar. Bu döngü böyle sürüp gittikçe, acılar da katlanarak artacak kuşkusuz.
Tarih binlerce konuda milyonlarca insanı haklı çıkardı, sonuç ne oldu? Adaleti ve barışı isteyenlerin çektikleri acılar, mahpusluklar, sürgünler telafi edilebildi mi? Söz gelimi yakın tarihimizde, 1950’de kurulan “Barışseverler Cemiyeti” Demokrat Parti iktidarının Kore’ye asker göndermesini protesto etmek amacıyla, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na Behice Boran ve Adnan Cemgil imzalı bir metin gönderdiler ve bu uzun metni kamuoyuyla da paylaştılar. Sonuç ne oldu? Dernek kapatıldı, dernek yöneticileri tutuklandı ve on beşer ay hapse mahkûm edildiler. Fakat şu an herkes biliyor ki o Barışseverler Cemiyeti üyeleri haklıydı! Çünkü Kore Savaşı’ndan geriye yalnızca ölüm, eksik insan ve yine o bildik acının fotoğrafı kaldı!
Şimdi, şu anda, yeni yüzyılda yaşayan insanlar olarak tekrar tekrar haykırıyoruz; savaştan hiç kimse sağ çıkmaz! Bırakınız insanlar gönlünce ve hür; insanca ve erdemine yakışır yaşasınlar. İnsanlar ve bölgeler için süslü sözler söyleyip, savaşa giderken bile barış çığlıkları atmaktan çok daha vicdanlıdır bu, yeniçağın yöneticilerinde birazcık vicdan ve merhamet kaldıysa tabi.
Fakat bizler, olduğumuz her yerde ve hep birlikte sokaklara çıkmalı, büyük meydanları dolaşmalı ve haykırmalıyız; savaşa hayır! Savaşa hayır! Erdemli insana yakışan budur.
*Muhyiddin Abdal (15. yüzyıl); İnsan, insan derler idi/ İnsan nedir şimdi bildim/ Can can deyu söylerlerdi/ Ben can nedir şimdi bildim./ Kendisinde buldu bulan/ Bulmadı taşrada kalan/ Canların kalbinde olan/ İnanç nedir şimdi bildim./ Bir kılı kırk yardıkları/ Birin köprü kurdukları/ Erenler gösterdikleri/ Erkân nedir şimdi bildim./ Sıfat ile zat olmuşum/ Kadr ile berat olmuşum/ Hak ile vuslat olmuşum/ Mihman nedir şimdi bildim./ Muhyiddin eder Hak kadir/ Görünür her şeyde hazır/ Ayan nedir, pinhan nedir/ Nişan nedir, şimdi bildim.
19 Ekim 2019, İzmir