‘Yanarsın’dan kastımız, Sivas’ta olduğu gibi şairleri ve diğer sanat insanlarını bir otele doluşturup yakmak değil elbette. Sanat insanları ve bu ülkenin kültürel aurasını oluşturanlar bu işlerden anlamazlar. Bu işten anlayanların kimler olduğu ise her fırsatta gözümüze sokuluyor… Sanat insanları ateş yakmaktan anlasalar bile, bu ateş ayağı kırılmış bir kelaynak üşümesin diyedir… Zaten bir ağaç için haftalarca yürümeyi göz alanlar, bir insan hayatına nasıl kıysınlar?
Ne demişti güzel şairim Hasan Hüseyin:
“…Damda birlikte yatmışız/ Öküzü hoşça tutmuşuz/ Koyun değil şu dağlarda/ San kendimizi gütmüşüz/ Hor baktık mı karıncaya/ Kırdık mı kanadını serçenin/ Vurduk mu karacanın yavrulusunu/ Ya nasıl kıyarız insana... Sen olmasan öldürmek ne/ Çürümek ne zindanlarda/ Özlem ne ayrılık ne/ Yokluk ne yoksulluk ne/ İlenmek ne dilenmek ne/ İşsiz güçsüz dolanmak ne/ Gün gün ile barışmalı/ Kardeş kardeş duruşmalı/ Koklaşmalı söyleşmeli/ Korka korka yaşamak ne/ Kahrolasın demiyorum/ Kahrolma da/ Gör beni…”
Evet, kahrolmasınlar da ışıklar içinde; sorguladığı için var olan, sorguladığı için şiir yazabilen ve sanat pratiklerinin bütünüyle ilgili insanların özgürce yaşadığı bir ülkeye birlikte çıkalım.
Bu saldırgan gençler bilmeli ki; sürülmek istendikleri tek merkezden kazılan cehalet çukuru, geçmiştekilerin açtıkları kan çukurlarından çok daha tehlikelidir ve o çukurdan uzak durmalıdırlar. Değilse bir vakit sonra çukur, ruhlarında oluşur ve bu çukuru kapatmanın bir yöntemi de yoktur.
Bu ülkenin geleceği sandığımız gençlere kahrolsunlar demek istemiyorum elbette. Bizler, 1980 öncesi mücadelenin içinden gelenler, bu ’yaşasın, kahrolsun’ söyleminin neler mal olduğunu, nerelerin kimlere mezar olduğunu ve olacağını, çekilen acıların boyutunu en iyi bilenleriz...
Yazık ki iktidardaki siyasilerin öteleyici, sürekli düşman yaratmak üstünden yürüyen dili, öylesine ağır ve öylesine saldırgan ki, Hacettepe Üniversitesi’nde örgütlenmiş kültür sanat düşmanlarını tetiklemiş ve nihayetinde, bu ülkenin göz bebeği gibi koruması gereken bir aydın, kocaman yürekli bir insan, şair; Ahmet Telli saldırıya uğramıştır.
Hacettepe Üniversitesi Kitap Kulübü'nün çağrısıyla, 20 Aralık, saat 15.30'da "Cumhuriyet Döneminde Edebiyat" konulu bir sunum yapmak üzere davet edilen Ahmet Telli, Bir öğrencinin, "Toplumsal vicdan nedir" sorusuna; "Toplumların vicdanı yoktur linç kültürleri vardır. Vicdan bireyseldir" yanıtını vermiş…
O arada salonun dışında biriken 30-35 kişilik bir kalabalık; “size bu ülkeyi dar edeceğiz, devlet biziz” diye bağırarak salonun kapısını zorlamış, içeri giren görevli ise; “dışarıdakileri durduramıyoruz, salonu boşaltın” diye ısrar etmiş… Ahmet Telli ise; ‘saldırganların tavrı söylediklerimi doğruluyor’ diyerek, saldırı altında hayat dersi vermiş… Garip olansa öğrenciler saldırganları tanımadıklarını, tamamının dışarıdan geldiğini söylemişler.
Nasıl acı bir görünüm… Ve Ahmet Telli, salondaki dinleyici gençlere bir şey olur endişesiyle, dışarıdan geldiği söylenenlerin içinden, tek başına geçerek salonu terk etmek zorunda kalmış…
Unutmamalı ki Ahmet Telli, bu ülkede şiire, sanata bir ucundan dokunmuş her insanın tanıdığı ve hem yazdıkları, hem de kişiliğine karşı derin saygı, sevgi besledikleri, modern şiirimizin hiç kuşkusuz çok değerli bir şairidir. Ve taşıdığı bireysel vicdan, hepimizi içine alacak kadar engindir. Ona yapılan saldırı yalnızca şairlere değil, bu yurdun okuyan, yazan, düşünen bütün insanlarına yapılmıştır. Ülkenin aydınlık geleceğine yapılmıştır.
Buradaki soru şu olmalı; Ne yapmak istiyorlar? Bir yandan bu saldırgan dilin mimarı olan iktidar partisinin genel başkanı sarayda bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor: “Kültür Sanat Büyük Ödülleri Töreni...” Nasıl gösterişli bir isim... Fakat bir yanda takipçisi öğrenciler, ülkenin gözbebeği bir şaire saldırıyor. Tam da son yıllarda ülkemizin içine sokulduğu genel görüntü… Her şey ikiyüzlü, her şey sahte!
İlginçtir bu saray töreninde Cumhurbaşkanı şöyle söylüyor: "Marifet iltifata tabidir. Bize göre kültür, tıpkı toprak, bayrak, ordu, para gibi bir milletin bağımsızlığının sembollerinden biridir
Mehmet Akif'in bize tuttuğu ışığı yeteri kadar değerlendirebildiğimizde onun aziz hatırasını hakkıyla yad etmiş olabiliriz. Ancak ülkemizde veya ülkemize baktığımızda gördüğümüz şudur, Türkiye'nin yeni Mehmet Akiflere, Ahmet Hamdi Tanpınarlara, Necip Fazıllara, Nazım Hikmetlere, Arif Nihat Asyalara, Kemal Tahirlere ihtiyacı bulunuyor. Aynı şekilde müzikte yeni Dede Efendiler, Itriler, Hacı Arif Beyler, Aşık Veyseller, Muzaffer Sarısözenler, Neşet Ertaşlar yetiştirmeden özgürlüğümüzü koruyamayız."
Bu her iki eylem de aynı gün oluyor, ilginç değil mi? Demek ki neyi söylersen söyle, eğer söylediklerinle davranışın uyumlu değilse, gerçek değilsin demektir. Ve ülke olarak bu ikiyüzlülüğün sürmesini daha ne kadar izleyeceğiz? Bilen de yok yazık ki…
Fakat şunu bilmelidir herkes; Pir Sultan asıldı asılalı çok daha yücedir. Seyit Nesimi’nin derisin yüzenler yüzlerce yıldır lanetlidir. Mansur’u dara çekenler birer zavallı olarak hâlâ nefretle anılmaktadır! Ahmet Telli şahsında, şairlere saldıranlar da hiç kuşkusuz bu nefretten paylarını alacaklardır!