1980’in başlarında yazdığım “Gelgit Oldu Zaman ” adlı şiirimin son dizeleri şöyleydi; Tuyuğun yükselişi Nesimi’nin sesidir/ ve o güzel kan sıçramasın diye tarihe/ naylonun icat edildiği söylenir!
Bu yazıyı yazarken şimdi, durduğum yerden bir kez daha bakıyor ve anlıyorum ki, Nesimi; hayatım ve şiirim için her zaman vazgeçilmez olmuş. O’nu okuduğum ilk şiirinden başlayarak, anlamak için çabalamışım. Nesimi’yi anlamak, bu coğrafyada olup biten pek çok olayı, durumu “şeyi” anlamak demekmiş. Bedeller ödeyerek, kanayarak öğrendiğimizi O, 1400’lerde öğretmiş meğer. Fakat o zaman da, öncesinde ve şimdi de bu toplumlar ötekini anlamaya, öğrenmeye öyle mesafeli durmuşlar ki, hâlâ aynı acılar yaşanıyor, aynı kanlı gözyaşı akmayı sürdürüyor... Nesimi’nin yüzülen derisi ve bütün zamanları aşarak günümüze sızan kanı hiçbir şey öğretemiyor cehalet sınıfına ve onlardan güç alarak zorbalıklarını sürdüren bu zalimler ordusuna!
O’nun derisinin yüzülmesi emrini veren El-Müeyyed’i kim hatırlıyor? Onun sadık uşağı Emir Yeşbek’i kim hatırlıyor? Eski yazıtlardan adlarını bulmak için ciddi çaba harcadım... O zorbalardan günümüze korku dışında ne kaldı? Oysa derisinin yüzülmesi emrini verdiği Nesimi’den, mazlumun her zaman sığınacağı cesaret ve büyülü sözler kaldı… Kendisinin de kanlar içinde söylediği gibi; ebediyen doğacak olan aşk güneşi olarak, sıcaklığı günümüze de ağan bir büyük ışık kütlesi kaldı ki, iki bölümlük bu yazı da o cesaret ve ışığın eseridir!
Gerçek adı Ali’dir. 1369’da Azerbaycan’ın Şamahı Kent’inde doğmuştur. (Kimilerine göreyse, Bağdat’ın Nesimi köyünde doğmuş, mahlasını da bundan almıştır. Fakat tarihçiler böyle bir yerin varlığına rastlamamış. Nesimi mahlasının, Hurufiliğin kurucusu ve Pir’i Fazlullah tarafından verildiği ise kesin gibidir.)
Babası Seyid Muhammed, yaşadığı zamanın tanınmış, saygın insanlarındandır. Seyid Ali (Nesimi) ilk eğitimini Şamahı’da almış, sonrasında dini olaylar ve özellikle felsefe öğrenmeye yönelmiştir. Antik Yunan felsefesi özelinde Platonculuk ilgi alanıdır. Çünkü İ.S. üçüncü yüzyılda Platon; “yaratılış olayı görünmeyen Tanrısal özden, görünür duruma gelme halidir, yaratmak yoktan var etmek değil, görünmezken görünür olmaktır” diyordu. Bu görüş kendi yapıtlarında uç vermiş ve sonrasında genel anlamıyla İslam tasavvufu içinde erimiştir. Öte yandan Qetran Tebrizi, Nizami Gencevi, Hakani Şirvani, Mehseti Gencevi, Kadı Burhaneddin, Feleki, Zülfikar Şirvani, Arif Erdebilli, Mahmut Şebusteri ve Marağalı Evheddin’in yapıtlarını okumuş, aynı zamanda, Orta Doğu’da Celaleddin Rumi, Rudeki, Sadi, Attar gibi görkemli şairlerin eserlerini derinliğine öğrenmiş ve küçük yaşlarından itibaren şiir yazmaya başlamıştır.
Mahmut Şebüsteri, Celaleddin Rumi, Marağalı Evheddin’in panteist (tüm tanrıcılık) düşünceleriyle Hallacı-ı Mansur’un ‘’En el hak’’ (Tanrı bendedir, içimdedir) fikri, ondaki haksızlığa ve zulme başkaldırının denebilirse ilk “manifestosu” olmuştur.
Hallac-ı Mansur Hüseyni’nin 10. yüzyılda Bağdat’ta katledilmesine duyduğu öfke ve fikirlerindeki ileriye dönük aydınlık, O’nu En El Hak geleneğinin en ateşli savunucularından biri yaptı. Bu yüzden kimi şiirlerinde Hüseyini mahlasını da kullandı.
Hallac-ı Mansur’a ve düşüncelerine duyduğu sevgi, Nesimi’yi aile dostları da olan Fazlullah Naimi’nin fikirlerine ikna etti. Ve 1390’lardan başlayarak “Hurufi”liğin en ateşli savunucularından biri oldu. 1394’de yolunun kurucusu Fazlullah Naim Hurufi’nin, Timur’un oğlu Miranşah tarafından Şirvan’da hapsedilip, daha sonra da katledilmesi Nesimi’yi, Hurufiliğin en önemli halifesine dönüştürdü. Fazlullah’ın ölümünden sonra kızı ile evlenen şair, Diyar-ı Rum’da (Anadolu) ve diğer Türk illerinde Hurufiliği, yani “Varlığın Birliği” inancını anlatmak için uzun süreler dolaştı. Etrafına kalabalık bir kitle toplayan toplayan şair, şiirleri ve görüşleriyle onlarca yol erenini etkiledi ve Alevi-Bektaşi geleneğinin “Yedi Ulu Ozan”ından biri sayıldı.
İsmet Zeki Eyüpoğlu, Alevi-Bektaşi Edebiyatı adlı yapıtında Nesimi’ye ilişkin şu saptamayı yapıyor. “Nesimi’nin şiiri, divan yazınının en başarılı en olgun örnekleridir. Onun derinliğini, söz-ses uyumunu başka ozanlarda bulmak kolay değildir. Türkçe şiirleri gibi Farsça şiirleri de derin anlamlı, sürükleyici, varlık birliği anlayışını en akıcı bir söyleyişle dile getiricidir.”
Şüphesiz, Nesimi’nin sanatı ve yaşayışı insan güzelliğine, insanın gücüne hayranlıkla dolu bir gönülden seslenir. Ancak bu güzellik, bu kutsiyet, dünyada bütün insanlara değil, yalnızca kendini tanımış, anlamış kâmil insanlara yönelmiştir. Bunu esas alan şair, kâmil insanı “canımın cananesi” olarak adlandırır ve eğer bir secde etmek olacaksa dünyada, insana secdenin yolunu gösterir. Kâmil insanın güzelliğine secde etmeyenler, ona hayran olmayanlar ise şaire göre hak yolundan çıkmış olanlardır. Çünkü Tanrı gönüllerdedir ve bir gönlün yıkılmasını, tanrı sarayının yıkılması olarak görür. Nesimi’ye göre; her şey insandadır ve her şey insan içindir.
Her neye kim baktın ise anda sen Allah’ı gör/ Kancaru kim azm kılsan semme vecullah’ı gör.
Bu ikilik perdesinden geç hicabı ref’kıl/ Gel bu birlik vahdetinden bak bu ressullahı gör.
Haccı ekber kılmak istersen gel ey zahit beri/ Aşkın kalbi içinde sen bu beytullahı gör.
(Her nereye bakar isen orada tanrıyı gör/ nereye yönelirsen yönel Tanrı’nın yüzünü gör
Bu ikiliği bırak, gizlenmeği bırak, birliğe gel/ Gel bu birlik özünde Tanrı’nın gizini gör
En büyük Haccı yapmak istersen ey ikiyüzlü softa /Aşkın gönlüne gir, Tanrı’nın evini orada gör. -T.K.-)
Nesimi’nin bu yüzyılda da değerinden bir şey yitirmemesinin temel nedeni çektiği acılar ve sonucundaki ölümü olabilir mi? Tek başına bu durum olanaklı görünmüyor. Şiirleri ve şiirlerindeki ezgiye yönelik ses uyumu ve duygusal taşkınlıklarını yasladığı bu ses-söz uyumu onun şiirlerini kusursuz hale getirir. Şiirlerinde bir birini izleyen inişli çıkışlı derin duyarlıklar, söz oyunları, karşıt kavramların kullanımından doğan sarsıcı imaj ve metaforlar, okuyucu da derin izler bırakır. O’nun ödünsüz bir dava adamı oluşuysa, yazdığı şiirlerin ve sözlerinin arka planının çok güçlü olduğunu imler ki, bu da Nesimi’yi tarihin bütün zamanlarında “gerçek” ve vazgeçilmez bir şair/insana dönüştürür.
Gel bu demi hoş görelüm evvel geçen dem dem değil
Kim bu dem kadrini bilmez eyle bil adem adem değil
Olabildiğince kısaltarak aktarmaya çalıştığım Nesimi’nin hem yaşamı ve hem de sanatı, yüzlerce yıldır kâmil insanların gönlünde işte böyle taht kurdu. Şairler ondan etkilenerek yazdı ve onun etkisi yüzyılımıza kadar uzayarak geldi. İnanıyorum ki bu yüzyıldan başlayarak, bütün yüzyıllara da uzayacaktır bu etki. Yeryüzünde ezen-ezilen ve zalim ile mazlum oldukça, Nesimi de okunmayı ve mücadelelerle geçmiş kısacık hayatına hayranlık toplamayı sürdürecektir. Çünkü O’nun haksız yere akıtılan kanı, yaşadığı yüzyılda ve sonrasında, her zaman mazlumun sığınağı ve sesi olacaktır!
2019 yılının, Azerbaycan Devleti Kültür Bakanlığı tarafından “Nesimi Yılı” ilan edilmesi de O’nun ışığının daha binlerce yılı aydınlatacağının bir kanıtı değil mi? Bu yazıyı bitirirken, bütün zamanları etkileyen bu büyük ve sarsıcı şairin, çok kıymetli iki şiirini sizlerle paylaşmak isterim; Sığmazam ve Merhaba Hoş geldin!
SIĞMAZAM
Mende sığar iki cihân, men bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâ-mekân menem, kövn ü mekâna sığmazam
Kövn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
Sen bu nişân ile bil meni, bil ki nişâne sığmazam
Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
Kes sözünü vü ebsem ol, şerh u beyâna sığmazam
Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş
Hakkı bilen bilir ki men zann ü gümâna sığmazam
Sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim
Cism ile cân menem velî cism ile câna sığmazam
Hem sadefem hem inciyem haşr ü sırât esinciyem
Bunca kumâş ü raxt ile, men bu dükâna sığmazam.
MERHABA HOŞ GELDİN
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
Ey şeker-leb yâr-ı şirîn lâ-mekânım merhabâ
Çün lebin câm-ı Cem oldu nefha-i Rühu'l-Kudüs
Ey cemilim ey cemâlim bahr u kânım merhabâ
Gönlüme hîç senden özge nesne lâyık görmedim
Sûretim aklım ukûlüm cism ü cânım merhabâ
Ey melek sûretli dil-ber cân fedâdır yoluna
Çün dedin lahmike lahmi kana kanım merhabâ
Geldi yârım nâs ile sordu Nesîmî neçesin
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ.
3-9 Mart 2019, Balçova