Cihat Aşkın ilk eseri "Eski Bir Nisan Şarkısı"nı çok genç yaşta besteledi. 26 Nisan doğumlu sanatçı, Nisan ayını çok sevdiğini söylüyor.
Tuhaf bir geçmiş ve hayatın en güzel sürprizlerinden biriyle tanıştığı eşinin de adı Nisan'dır. Bu röportaj Nisan ayı sonlarında gerçekleşti ve tamamen tesadüf eseriydi. Sahneyi dünyanın dört bir yanından, özellikle Yehudi Menuhin ile paylaştı, ancak büyük Türk kemancıları Suna Can ve Ayla Erdoğran da sanatçının müzikal hayatında çok önemli.
Cihat Aşkın: "Mesleki hayatımdaki en önemli kurumlardan biri İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası.
İDSO ile ilk konserimi 14-15 yaşlarımda verdim.
O günden bu yana İDSO ile ilişkim çok iyi. Ona her zaman büyük bir saygı ve sevgi besledim. Onlar da bana büyük bir saygı ve sevgiyle destek oldular. Birlikte harika turlar yaptık.
Japonya'da en son harika bir tur gerçekleştirdiğimiz geçen ekim oldu.
"İstanbul Ulusal Senfoni Orkestrası ülkemizin ilgi odağıdır" diyor.
Yüksek lisans ve doktorasını İngiltere'de tamamlayan Cihat Aşkın, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile çok değerli bir konser verdiğini belirterek, 18 yaşına geldiğinde Türkiye'nin tüm senfoni orkestralarıyla aynı sahneyi paylaştığını hatırlatıyor.
Bir müzisyen olarak kendinizi eski ve yeni kuşakları birbirine bağlayan bir köprünün üzerinde dururken görüyor musunuz?
Nerede olduğumu nasıl bilebilirim?
Evet, nesiller boyu hepimiz hem şans hem de kötü şans yaşıyoruz.
İdealist bir şekilde yetiştirildiğimiz için şanslıyız. Bu nesildeki arkadaşlarım da aynı şekilde düşünüyor mu bilmiyorum ama ben idealist olarak yetiştirildim.
Bu idealler yaptığımız işin saygın olmasını ve üretilebilir olmasını, kendimizi, çevremizi ve ülkemizi yurt içinde ve yurt dışında iyi temsil etmesini, değerlerimizle uyumlu olmasını sağlar. Yani çok çalışırsak bir şeyler başaracağımız öğretildi bize.. Biz bu anlayışla büyüdük.
Gençliğimizin başında dünyanın böyle olmadığını öğrendik.
O zamanlar sizi nasıl bir dünya karşıladı?
Kapitalizmin dünyada büyük bir hegemonyası var ama bu hegemonya, eseriniz ne kadar değerli olursa olsun, onu satmazsanız hiçbir işe yaramaz demektir.
Bunu anlamak bizim için biraz acı oldu. Bu acı sadece dünyada var.
Elbette öyleydi ama dünyada en azından bu iki dünyanın farklı olduğu bazı durumlar vardı. Yani sanat anlamında, bilim anlamında, yapılan işe saygı anlamında değer verilen, o değerin insani bir şekilde verildiği bir ülke vardı. Türkiye de böyle bir ülkeydi ama 2000'li yılların başından itibaren Türkiye'nin böyle bir ülkeden çok uzak olduğunu gördük. Kapitalist değerlere sıkı bağlılık arttıkça ve kendi değerlerimiz aşındıkça, yaptığımız işin ürünlerini insanlara sunma konusunda büyük engellerle karşılaştık. Engeller neler?
Bu engellerin en önemlisi güven kaybıydı. Gerçek sanat yaptığınızda güvenilirliği kaybetme algısı çok büyüktü. Sanat, hem radyo ve televizyon dünyasında hem de magazin dergileri dediğim yerde itibarsızlaştırıldı. Sadece popüler kültüre yönelik bir dizi eğlenceli projenin, yaptığınız işe saygı gösterilmeden ön plana çıkarıldığı bir dönemde yaşadık. Toplum olarak ne son derece etik ne de sanatsal olan, insanlara diva, sanatsal güneş ışığı vb. sıfatlarla sunulan bir takım değerler tarafından kıymetli hale getirildik. Bu anlamda değer duygumuzu hızla kaybettik.
Farklı değerlere sahip bir nesil olarak büyüdük ama o değerleri topluma sunamadık. Arkadaşlarımız yaptıkları çalışmalarda şüphesiz çok güzel sonuçlar elde ettiler. Ben de onlardan biriyim. Çalışmamız kişiseldi.
Devletten yeterli destek gelmedi.
Özel sektörün desteği de arttı.
Yerel yönetimlerden de pek destek gelmedi. Bu anlamda benim neslim kayıp bir nesildir. Kendi işini yapabilen, kapitalist dünyada işini bulup o yolda yürüyebilen insanlar eserlerini yayımladılar. Ama pek çok insan, pek çok sanatçı bunu yapamadı. Bu acı içinde insanlar kendilerini kaybolmuş, hayattan ümidini kaybetmiş, hiçbir şey yaratamayacak durumda hissetmişlerdir. Bu nedenle ekip çalışması yoktu. Genel anlamda konuşuyorum. Mesela bireysel başarılarımla çok değerli genç oyuncular yetiştirdim ama onları takımın yararına nasıl kullanacağımı bilmiyordum.