Tuğrul Keskin
Tuğrul Keskin - Hayat şiir ve ün

Hayat şiir ve ün

Şiir için bir adım ileri çıkanların, denebilirse ilk günlerden itibaren bir şiir oluşturma tarzı, şiiri oluşturmaya ilişkin düşünüşleri mutlaka vardır (olmalıdır). Bu düşünüş ve tarz ilk zamanlarda kuşkusuz ki okuduğu, duyduğu şairlerin etkisi kadardır. Daha sonraları bu etkileri aşarak kendi şiir tarzını kuranlar “şair” oluyor kuşkusuz! Bu hafta bir şiirin okunuşu ve yapılışındaki kimi inceliklere ilişkin dilimin ve sezgimin yettiğince, önceki kuşaklardan, ustalarımdan ve hayattan öğrendiğimce bir iki söz kurmak derdindeyim!

Bir şiiri oluşturabilmek için, önce sözcüklere ihtiyaç var kuşkusuz. Fakat nasıl sözcükler! Günlük hayatımızı sürdürürken kullandığımız sözcükler tek başına yeterli midir şiiri oluşturmak için? Şairin seçtiği her sözcük şiire girer mi, girmeli mi? Şiir yeni bir dil yaratma uğraşısı mı, yoksa verili dilin içinden seçtiğimiz kimi sözcükleri alt alta sıralayarak ve o sözcüklere kimi anlamlar yükleyerek yaptığımız bir iş mi?

Şiir elbette sözcüklerle yazılır fakat bu sözcükler gündelik yaşantımızda kullandığımız sözcüklerin bilindik hali olunca, gündelik hayatın sığ söyleyişinin ötesine geçmez.
Diyor ki Paul Valery; Şiir, günlük dilin taşımadığı ve taşıyamayacağı kadar çok anlam yüklü ve müzikle karışık olan bir söyleme tutkusudur.
Kuşkusuz Valery’nin bu sözünde çok keramet gizli. Birincisi, yukarıda söylediğim gibi şiir gündelik konuşma dilinin dışında ve belki de yeniden yapılmış bir dille yazılmalı. Tamamen kişisel olan bu dili her şair “kendisi için” yaratmalıdır. Gündelik yaşamın dili tek başına, şiirin bu denli ağır yükünü taşıyamaz çünkü.

İkincisi müzikalite. Modern şiirimiz öncesi şiir yazanlar, şiirlerindeki ses uyumunu genellikle son sözcükteki uyaklara yükler, hece, vezin gibi kalıplar kullanarak şiirlerini yazarlardı. Batı ve Rus şiirinin etkisiyle yenileşerek gelişen çağdaş şiirimiz serbest ölçüde yazılmakta. Öyleyse yeni şiir, müzikaliteyi iç sesler ve şiirin yapısında aramalı...

Bir hayli zamandır “şiir piyasalarında” boy gösteren kimi şiir yazıcıları, serbest biçimin bir başıbozuk özgürlük alanı olduğunu sanıyorlar. Böyle bir sanıyla da içinde kimi metaforik ögeler, imajlar ve tersten söylenmiş kimi sözcüklerin (kavramların) imge gibi anlaşılacağı yanılgısıyla şiirimsi metinler oluşturuyorlar.
Hayır, Nazım’dan hatta Fikret’ten bu yana akıp gelen çağdaş şiirimiz bu değil ve serbest şiir bu olamaz, olmamalı!

Yeni şiir, müziği, sözcüklerin içeride ve en dipte bir birine bağlanmasında arar... Eğer bu iç ve dip bağlantılarda bir müzik yoksa orada çoğu zaman şiir de yoktur.
Buradan hareketle altını bir kez daha çizmek isterim; her sözcük şiirde yeniden söylenmeli, hatta yaratılmalı! Peki bu ne demek? Ahmet Telli: Sözcüğü eklemlerinden kırmak, diyordu buna bir vakitler.

Ataol Behramoğlu: Sözcükler, kavramları da içerir, o sözcüklerin şiir olabilmesi için aralarında şiirsel bir bağa ihtiyaç var, diyor.

Yani şiire girecek sözcüğün kırılıp, parçalanıp, yeniden yapıştırılması gibi bir işlemsel bağdan söz ediyor. Bu bağa şiir yapıcıları; mecaz, metafor da diyorlar! Kavramların (sözcüklerin) şiir olabilmesi için metafor oluşturmaları gerekiyor. Yani çarpıcı, baş döndürücü benzetme, eğretileme. Esasen bizim geleneksel şiirimizin önemli yapıcı unsurlarından biri metafordur. Hem divan şiirimiz hem geleneksel halk şiirimiz ve hem de Batı etkisindeki modern şiirimiz eşsiz metafor zenginliğine sahiptir.

Peki bir şiiri oluşturmak için metafor tek başına yeterli midir? Sanırım değil. Tam da burada, imge olmazsa olmaz bir yapıcı unsur olarak karşıdan göz kırpmakta... Yani imgesiz metafor, tek başına yalnız bir çeşmedir! Çünkü metafor sözcüklerle açıklanabilir, sonuçta kavramsaldır. Fakat imge sözcüklerle tam olarak açıklanamaz, sezginin buradaki yapıcı, yaratıcı rolü eşsizdir...
Gözün görüşüyle yüreğe sızan metafor yahut aklın dedikoduhane’sinde dolanan imge, tek başlarına bir şiiri oluşturabilirler mi? Oluşturamazlar.

Çünkü her ikisinin; aklın ve yüreğin şiddetli çarpışmasından sızan kıvılcımdır şiir. Yürek, akıl (ve denebilirse bakış, göz) çarpışmalıdır! Şairin sezgisiyle anlayıp, bilgisiyle görüp, yazdığı çile; şiir, işte o kıvılcımın ta kendisidir!

Bir örnek mi? Sözgelimi Cemal Süreya’nın, Göçebe’de söylediği; jandarma daima nesirde kalacaktır/ eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine/ ve bu dağlar böyle eşkıya güzelliğin taşıdıkça dizeleri bir imge denizi olarak; aşkları, iyi insanları ve bir halkın onurlu duruşunu, imgenin bütün olanaklarını kullanarak haykırmaz mı?
Yahut şelaleye düşmüştür zeytinin dali/ celaliyim/ celalisin/ celali… Türkiye’nin kısa tarihini anlatan en çarpıcı imge olamaz mı?

Sonuç olarak, bir şiiri oluştururken sözcükler, meteforlar, olmazsa olmazdır elbette. Fakat imge bir şiiri yapan en vazgeçilmez yapıcı unsurdur. Her zaman söylemeye çalıştığımızsa imgenin mutlaka yaşamda bir karşılığının olmasıdır. Yaşamın dışında, yapay biçimlerde üretilmiş imge, asla bir şiiri var edemez. Böylesi metinler kötü sözcük yığınları olarak kalırlar.

Alev denizini geçerken şiirin mumdan kayığına binmeyi* göze almış olanlar şunu da dikkate almalı; şiir bir “ün”lenme pratiği değildir. Tam tersine insanlığın vicdanını, insana yeniden hatırlatırken yanmak, “ün”süzleşmek, yok olmak sanatıdır. Yani şiiri söyleyen (şair) kendisini yok ettikçe, şiirinin var olacağını bilmelidir. Şiirin büyüklüğü, şair küçüldükçe ancak, açığa çıkar. Bu da şiirin bir başka kederli gerçeğidir ve hep akılda tutulmalıdır!
*Şeyh Galip

Toplam 1455 defa okunmuştur.

Tuğrul Keskin diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.