Burak Cop
Burak Cop - Kimlikler cenderesinde siyaset

Kimlikler cenderesinde siyaset

Kimlikler cenderesinde siyaset

Türkiye’de siyaset kimliklere sıkışmış durumda. AKP’nin kimlik siyasetini başarıyla uygulaması diğer partileri de kimlikler cenderesine sıkıştırıyor. CHP epeydir kimlik siyasetinin sınırladığı alandan kurtulmaya çalışıyor. Ekonomik ve toplumsal meseleleri gündemleştirmeye çabalıyor. Sağ seçmenden oy alma çabası bazen sağ seçmenin hoşuna gidecek bir söylemin benimsenmesi biçiminde tezahür ediyor. Bu bir başarı getirmiyor. CHP’nin sadık tabanında hoşnutsuzluk yaratmasına değecek katkıyı sağlamıyor. CHP ne yaparsa yapsın belli bir kimliğe hapsolmaktan (iktidar tarafından hapsedilmekten) kurtulamıyor.

Muhalefet büyük umutlarla girdiği pek çok seçimde, özellikle AKP tabanına elini uzatmasına rağmen bu tabandan teveccüh görmedi. Bu gerçeklik herkesin zihnine iyice kazındığı için muhalefet saflarında yer alan kanaat önderlerinden mevcut toplumsal-siyasal tıkanıklıktan çıkışa dair kayda değer bir siyasal program önerisi artık duyamıyoruz.

****

Özellikle medyanın kontrol altına alınması sonucu iktidarın kitleler üzerindeki manipülasyon gücünün muazzam biçimde arttığını, Parti-Devlet bütünleşmesinin tamamlanmış olmasının da bu gücü beslediğini kabul etmekle beraber bir gerçekliği de göz ardı edemeyiz. AKP seçmeni 2013 sonunda ortaya saçılan yolsuzluklara rağmen birkaç ay sonraki yerel seçimde iktidara büyük oranda sadık kaldı. 7 Haziran 2015 seçiminden sonra istikrarsızlık ve terör şantajına teslim oldu ve 1 Kasım’da AKP’yi gene iktidara getirdi. Akabinde Türkiye’nin temel ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları gitgide ağırlaştığı halde önce 2017 referandumunda, sonra da 24 Haziran seçiminde iktidara yine sadık kaldı.

OHAL KHK’larıyla 125 bin kişi işten atıldı (aileleri ve yakınlarıyla beraber bu milyonlarca insanı etkiledi) ancak bunun da iktidara bir faturası olmadı. Türkiye’de serbest ve adil seçim ortamının yok olması hakikatin bir boyutudur ancak Erdoğan/AKP seçmeni yığınların oy tercihlerinde kayda değer bir değişim olmaması da bir diğer (ve daha önemli) boyuttur.

Tüm bu manzara AKP’nin seçmen kitlesini de bugünkü bunalımın sorumlularından biri haline getiriyor. Gelinen noktada muhalefetin hiçbir sorumluluğu yoktur denilemez, ancak ne olursa olsun kimliğinin doğrultusunda oy kullanmakta ısrar eden, ülkedeki kötü gidişatın faturasını ülkeyi yönetenlere kesmemek gibi bir tutum benimsemiş olan Erdoğan/AKP seçmeni kadar da sorumlu değildir.

Bu son seçimden önce de hem CHP, hem de Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce, mütedeyyin kesime onların dindarlığıyla hiçbir sorunlarının olmadığı mesajını vermek için ellerinden geleni yaptı, kampanyalarında buna özen gösterdi. Ancak İnce’nin MHP seçmeninden aldığı 1 puanlık oy hariç, iktidar bloğunun arkasındaki seçmen kitlesinden gene teveccüh görmediler.

****

Prof. Yılmaz Esmer’in 24 Haziran’ın ardından bir röportajda sarf ettiği şu cümleler, seçmen davranışının kimlikler cenderesinde nasıl kördüğüm olduğunun veciz bir ifadesidir:

Araştırmalar yaptık. Erdoğan’ın bir konuşmasından dövizin durumuna dair söylediği bir cümleyi okuyorsunuz ve ahalinin yarısına ‘Bu sözlere katılır mısınız?’ diye soruyorsunuz. Öteki yarısına da ‘Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği bu sözlere katılır mısınız?’ diye soruyorsunuz. Oranlar nasıl fark ediyor, biliyor musunuz! Onun söylediğini duydukları zaman, onun seçmeninin onay oranı artıyor, ona karşı olan seçmenin onay oranı düşüyor.”

McKinsey meselesinde yapılan büyük manevranın ardından, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizde hükümetin rolü yerine İsmet İnönü’nün 1960’larda çekilmiş bir fotoğrafının –o da çarpıtılarak– tartışılması vakası bize bir şey gösteriyor. İktidar kriz karşısında “enflasyonla mücadele” adına kitle seferberliği başlatmak ve halkın öfkesini belirsiz dış mihraklara yöneltmek, buna paralel olarak da muhalefeti gayr-ı milli ilan etmek gibi manipülatif yollara başvurmaya devam edecek.

Erdoğan/AKP seçmeninin bunu da benimseyecek olması yüksek ihtimaldir. Günün birinde Erdoğan “Eskimolar Türkiye’yi ele geçirmeye çalışıyor ve biz de onlarla mücadele ediyoruz” dese, buna sırf Erdoğan söylediği için inanacak milyonlarca yurttaşın çıkması şaşırtıcı olmaz.

İş Bankası’ndaki hisseleri üzerinden CHP’nin hedef tahtasına oturtulmaya çalışılması, ekonomik krizin sebebi CHP ve İş Bankası’ndaki %28 hissesiymiş gibi bir gündem çarpıtması ve toplum manipülasyonunun devreye sokulmasının ön adımı gibi görünüyor. İktidar, iç çelişkilerinin ve krizden ötürü seçmen desteğinin azalması ihtimalinin üstesinden gelmek için CHP’yi düşmanlaştırma yoluna gidiyor. Bu koşullarda ılımlı ve yapıcı bir dil kullanmanın mı yoksa “Türkiye’de kriz var, bunun sorumlusu da hükümettir, hükümet istifa etmelidir” demenin mi daha isabetli olacağı düşünülmelidir.

****

24 Haziran’daki %52’lik kitlenin içinde, 16 yılda ilmek ilmek örülen “alternatif milli kimliği” benimsemiş ve Erdoğan’ı da o kimliğin yaşayan tarihsel lideri olarak gören ciddi bir oran mevcut. Türkiye’de demokrasiyi çürüten, seçimleri sayıma dönüştüren de temelde bu “hakikat işlemez” kitlenin büyüklüğüdür. Türkiye’de yaşananlar, tarihsel faşizmin günümüzdeki akrabası olan otoriter popülizmin dünyanın pek çok yerinde yükselişte olmasıyla da uyumludur.

Yerel seçime kadar muhalefetin önünde, sağ seçmenin diliyle konuşmaya çalışmak gibi başarısızlığı çoktan kanıtlanmış metotlarda ısrar etmek yerine, “Hayat pahalılığına son!” gibi kampanyalarla ekonomik krizi politikleştirmek ve halkı bu doğrultuda mobilize etmekten başka bir seçenek bulunmuyor.

Toplam 1252 defa okunmuştur.

Burak Cop diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.