Tuğrul Keskin
Tuğrul Keskin - Nardugan''dan Noel''e

Nardugan''dan Noel''e

Eski zamanlarda olduğu gibi, sizlere kardan adam motifli bir yılbaşı kartının; gümüş yaldızlı pullarının göz alıcılığında yeni bir yıl dilemeyi çok ama çok isterdim. Yazık ki yaldızlı pullarla bezeli ışıltı, bizleri terk edeli bir hayli yıl oldu.  Ne zaman o eski zaman, ne de insanlar o eski zamanın insanları... Her şeyde kekremsi bir tat var artık. Ne yenilen simidin tadı aynı, ne içilen çayın.

Ayrıca e-mail, whatsApp, facebook, messenger yolu ile aldığımız bol haraketli mesajlar da gideremiyor yeni bir yılı karşılarkenki iç sıkıntılarımızı…

Kar bile mevsimini ve ülkesini şaşırmış bu coğrafyada. Nereye ne zaman yağacağını unutmuş!

Sevdiğimiz, mutluluk bulduğumuz, birlikte ağlayıp/güldüğümüz o eski zamanın sinema tiyatro sanatçılarının, şairlerinin büyük bir kısmı yok artık dünyamızda. Yaşayanlarınsa özgürlüğünü gasp ederek, ölüden beter hale getirmeye çalışıyor bu sinsi iktidar!

Sizlere bunların nesini anlatayım, zaten hep birlikte yaşayarak görüyoruz ki; nereye dönsek mutsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik, baskı, tehdit, hor görme, aşağılama, saldırı, canilik, cehalet, cinayet ve cinnet!

İçinizi daha fazla karartmayayım... Ama gerçeğimiz de bu!

Fakat benim çocukluğumun da bir Yeni Yıl gerçeği vardı; Nardoğan’a (Nardugan’a) çıkmak ya da Çile Gecesini bitirmek… Nardugan, aslında bir tür Noel-Christmas…  Farkı; Noel Baba, Nardugan’da yerini Ayaz Ata’ya bırakıyor.

Kuşkusuz, kültürler birbirini etkiler ve birbirlerinden etkilendikçe de zenginleşir. Dış etkilere kapalı her kültür, kendi içinden beslenir ve bu kısır döngü kültürlerin sığlaşmasına yol açar… Tek başına içeride var olandan beslenen kültürler ister istemez bir zaman sonra ‘ensest’e  zorlanır ki, ‘kültürel ensest’ de tıpkı kimi canlılar yahut insanlardaki ensest gibi, soyun bozulmasına, sakat ürünlerin çıkmasına/yetişmesine neden olur. Kapalı kültürlerin bütününü bu kültürel ensest, bir bakıma yok eder.

Uzun sözün kısası, Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel, ben çocukken kutladığımız ve çok eski zamanlardan getirilmiş bir bayramın da adıydı; Yeniden Doğuş (Nardoğan) yahut Çile bayramı!

Atalarımızın tek Tanrılı dinlere; Göktürk ve Macarların Hıristiyanlığa, Avar ve Hazarların Yahudiliğe ve diğer pek çok kavmin Müslümanlığa girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunurmuş.

Buna hayat ağacı diyorlarmış. Bu akçam ağacını, motif olarak Türk soylu bütün halkların halı, kilim ve işlemelerinde görmemiz mümkündür zaten.

Güneş, bütün diğer kavimlerde olduğu gibi, Türklerde de çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 21 Aralık yılın en uzun gecesi, sabaha kadar gece gündüzle savaşıyor ve 22 Aralık sabahı uzun bir savaşın ardından, gün geceyi yenerek zafere ulaşıyor. İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşunu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Akçam ağacımız olmasa da benim doğduğum yerlerde uzun eğlenceli bir gecenin ve ertesi gün akşama kadar süren yine eğlenceli bir günün içinde bulurduk kendimizi.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor. Nar; Güneş. Tugan, dugan; doğan. Bu iki sözcük birleşince; Doğan Güneş, yani Nar-Dugan’ı yahut Nardoğan’ı oluşturuyor.

21 Aralık gece yarısından başlanarak, 22 Aralık sabahına kadar ve sonrasında kutlamalar eşliğinde, Güneşi geri verdiği için Tanrı Ülgen’e dualar ediliyor, teşekkür ve minnet sunuluyor.

Ve bütün bu dualar Tanrı Ülgen’e ulaşsın diye, ağacın altına hediyeler koyar, dallarına çeşitli renklerde bantlar, bezler, adaklıklar bağlar ve o yılın iyi geçmesi için dilekler dilenirdi.

Bu bayram için, evler temizlenir, güzel giysiler giyilirdi. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynanırdı. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret edilir, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içerlerdi.

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemekler ve şekerleme… Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır ve bütün köye (obaya) uğur gelirdi.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlar’a geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor, böyle bir rivayet de var…

Sonraki yıllarda bu kutlama bize yine onlardan geliyor. Ne güzel bir etkileşim ve ne güzel bir dönüşüm.

O eski güzel günleri geriye getirmek elbette mümkün değil artık, ah ki gitti giden! Fakat gelecek günlerimizin daha özgür, adaletli ve güzel olması için çabalamak elimizde. O zaman güzel günlere olan inancınızla girin 2019’a… Noel Baba yahut Ayaz Ata bir nefes özgürlük, bir tutam adalet ve ekmek taşısın kapınıza…

Toplam 1617 defa okunmuştur.

Tuğrul Keskin diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.