Dr.Noyan Umruk
Dr.Noyan Umruk - Ortak akılsızlığın önlenemeyen yükselişi

Ortak akılsızlığın önlenemeyen yükselişi

676 sayılı kanun hükmünde kararnameyi (KHK) bekleyen rektörlük atamaları, oyların yüzde 86sını alan Gülay Barbarosoğlunun yerine seçime girmeyen Prof. Dr. Mehmed Özkanın rektör olarak atanması ile son buldu…
Rektör seçiminin OHALi gerekli kılan nedenlerle ne ilgisi varsa…
Bu örnek olay Türk Tipi Başkanlık ya da Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi dediklerinden neyi anladıklarının özünü açıkça ortaya koyuyor…
Erdoğanın, Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne, seçime dahi girmeyen AKP Eskişehir milletvekili Emine Nur Günayın kardeşi Mehmed Özkanı ataması şöyle savunuldu:
"Geçtiğimiz dönemlerde her rektör seçimi sırasında hemen hemen maalesef üniversitede kamplaşmalar olur. Şu tarafın adamı, bu tarafın adamı… Rektörlük seçimi bittikten cumhurbaşkanı tarafından atandıktan sonra bile bu tartışmalar devam ederdi. Bunların ne kadar çok üniversitelere zarar verdiğini biliyoruz. Bu anlamda KHK çerçevesinde seçimler dolayısıyla öğretim üyesi arkadaşlarımızın arasında uçurum diyebileceğimiz farklılıkların, husumetlerin ortaya çıkmamasını temin etmek bakımından (Vah,vaaaah…Ne kadar da inandırıcı…-Yazarın notu)  böyle bir KHK çıkarıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız da KHK çerçevesinde önüne konulan isimlerden birini seçmiş oldu. Mesele budur…"
Aristo mantığı: Yeşil güzeldir; salatalık yeşildir, o halde salatalık da güzeldir… 
Demek ki iktidar sözcüsüne göre,  Aristo mantığı ile partiler, milletvekilleri, yargıçlar, bürokratlar yani toplumsal üst yapı, demokratik irade ile belirlenecek çoğulcu ortak akıl, tartışma çıkmasın, husumet doğmasın diye hikmeti kendinden menkul tek adam iradesine terk edilmekle mesele çözümlenmiş oluyor…
Ülke bunca hayati sorunlarla boğuşurken 9 Ocaktan itibaren mecliste günlerce tartışmaya açacakları Türk Tipi Başkanlık ya da Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi dediklerinden anladıkları bu işte…
Dogmatizm saldırıyor:
 Geçtiğimiz yüzyıl, millenyumumuza içinden çıkılmaz bir dogmatik  miras bıraktı: Etnik ya da dini nedenlere dayanan kimlik arayışlarının, zengin kültür miraslarının evrensel aklın öncülüğünde kaynaşması yerine, biz ve ötekiler ayrımcılığı bağlamında dogmatizme dönüşmesi. 
Bakın, geçen yüzyılın son çeyreğinde, Race et Lhistoire(Irk ve Tarih) adlı kitabında Levi-Strauss(1) ne diyor:
Kabile düzeyinde insanlık, kabilenin sınırında biter. Tam ve mükemmel olanlar, iyiler yalnız klan üyeleridir. Onun dışındakiler başkadır, kötüdür. Bugün bu çeşit bir yabancılaşma, milli devletlerde etnik ve dini gruplar arasında görülmektedir. 
Üretim araçları mülkiyeti ve bölüşümün nesnel sonucu olan Sınıf gerçeğinin evrensel ve toplumsal katmanlaşmayı yarattığı unutturularak, toplumlar, etnik bazda biz ve ötekiler ayrımcılığının gayya kuyusuna itilip, akıl almaz  bir husumet ve şiddetle boğuşturulup, galibi olmayan Pirus Zaferleri ile oyalanırken, birileri malı götürmekte…
Toplum ve insan yaşamında akılcılığa gelince, o, Platon Akademisi, Kartezyen düşünce ve 18nci yy. aydınlanma çağının eseri… 
1880lerden itibaren Türk aydınları arasında da yaygınlaşan aydınlanma felsefesi, zamanla toplumun ve devletin selameti için tek çıkış yolu olarak benimsenmişti. 
Nitekim Cumhuriyetin kuruluş dönemiyle devrim sürecinde, bu felsefe, devrim lideri ve kadrolarınca topluma bir ölçüde mal edilebildi. Ortak akıl, Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde TBMM ile hayata geçirildi.
Ancak, daha sonra, otoriter liderlik anlayışı, adım, adım aydınlanmanın köküne kibrit suyu ekilerek uzuuun bir süreçte, iç ve dış siyasi konjonktürden de yararlanarak devlet, toplum ve insan yaşamına egemen olabilecek bir konumu deneyebilecek bir güce erişti, erişmekte… 
İşte, bu noktada akla, bilimsel düşüncenin, eleştirel akılcılığın yuvası ve kalesi olması gereken üniversiteler geliyor. Adı üstünde, onlar evrensel aklın, bilimsel düşüncenin insan ve toplum yaşamına öncülük etmesi için oluşturulmuş kurumlar…
Neredeler? Allah aşkına…
Üniversiteler,  gece gündüz kanal kanal dolaşıp, otoriter liderliğin kalıplarını kamuoyunun bilinçaltına enjekte eden ya da yalvaran bakışlarla saçmalıklarını yumuşatmaya çalışan nöbetçi akademisyenler topluluğu mudur, Allah aşkına?
Üniversiteler, ortaçağ ile yeniçağ arasında bocalayan bir dünya görüşüne karşı bilimsel, yansız, objektif ve ciddi duruşlar gösteren aydınlanma kurumları işlevini yüklenmek durumunda değiller midir?
Üniversitelerin evrensel aklın, eleştirel akılcılığın toparlayıcı, yaratıcı, yükseltici, onurlu bir ocağı olması gerekmez mi?
Bunca adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk ve yoksulluk ortalığa saçılıp dökülmüşken, öğrencileriniz yaşamlarının en güzel döneminde her Allahın günü dayak yerken, sudan nedenlerle zindanlara atılırken,  sizler hala cahil periler gibi görmedim, duymadım, konuşamam üç maymunu mu oynayacaksınız?
Toplum bir aşiret yönetimine adım adım yaklaştırılırken sizlerin yaşam kavgası içinde burnunun ucunu göremeyen hale getirilmiş halkınıza karşı hiç mi yüksek sesle uyarı göreviniz yoktur?
Hiç ses çıkarmadığınız Boğaziçi Üniversitesi gerçeği de mi sıranın tek tek hepinize, hepimize geleceğini sizlere hatırlatmıyor?  
 Cahil perileri oynamaya devam etmekle, bir şekilde uzlaştığınız ve denetimine girdiğiniz siyasi iktidarın akıl almaz ve artık dayanamayacağınız yeni sadakat taleplerine davetiye çıkarmakta olduğunuzu herkesten iyi bilmez misiniz? 

(1)Claude Lévi-Strauss, (d. 28 Kasım 1908 - ö. 30 Ekim 2009), Fransız antropolog, etnolog ve yapısalcı antropolojinin önemli ismi 

Toplam 549 defa okunmuştur.

Dr.Noyan Umruk diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.