Başka bir şey…
Bir referandum yaşadık. Her türlü baskıya karşın Hayır çıkarttık, ama tescil ettiremedik. Arazide kazandığımızı, siyasette-şimdilik-kaybettik.
Güncelliğin labirentlerinde kaybolmadan daha uzun vadeli dersler çıkarmaya çalışalım.
Son 10 yıldır, Türkiye tarihinin en büyük toplumsal hareketlerini yaşıyoruz ve büyük deneyimler kazanıyoruz. Görülmemiş kitle hareketleridir bunlar ve kaybede kaybede, ama aslında kazana kazana ilerliyorlar, birikiyorlar.
Kitle hareketi, aslında her yükselişinde, kendiliğinden bir ittifak bloğu kuruyor. Cumhuriyet mitinglerinde de, Haziran Ayaklanmasında da, referandumda da bunu gördük. Hem de bu blok gerek sınıfsal konumlar gerekse politik eğilimler açısından üstüne koya koya ilerliyor; her yükselişte yeni bazı kesimler bloğa katılıyor.
Hele referandum sürecinde siyasal arenada hiçbir biçimde bir araya gelemeyecek kesimler ortak bir hedef için (Hayır) yan yana gelebildiler ve kimse de gocunmadı. Türk milliyetçiliğinin geleneksel partisinin tabanı ile Kürt hareketinin tabanı aynı oyu verdiler. MHP tabanı ile sol-sosyalist tabanın aynı oyu vermesi de benzer bir örnektir.
Bu aslında inanılmaz bir sosyolojik olgu ve kitlelerin kendiliğinden bilgeliğinin bir yansıması. Bir biçimde (birbirlerini görmeyerek, hiç yan yana gelmeden yan yana gelerek, herkesin hayırı kendine diyerek vb.) bunu becerdiler. Hem de siyasi temsilcilerinin (MHP yönetimini kastediyorum) karşıt tutumuna isyan ederek...
Örneğin, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra oluşan meclis aritmetiği AKP iktidarının devrilmesine olanak vermesine karşın, siyaset bunu (tek hedefli bir CHP-MHP-HDP koalisyonu) becerememişti. Yani 7 Haziran 2015te siyasetin beceremediğini, 2017 Referandumunda kitleler becerdi. Ama kitlelerin kendiliğinden siyaseti, öncülerin bilinçli siyaseti ile tamamlanamadığında indirici vuruş yapılamıyor.
Peki, kitleler mi zaaf içindedir, öncüler mi? Öncüler, kitlelerin uzun vadede göremediklerini görüp o nedenle mi, yani bilinçli olarak mı aynı tutumu almıyorlar? Yoksa taban düzeyinde bir şekilde çözümlenebilmiş meseleyi siyaset düzleminde çözümleyebilecek incelikli politikaları oluşturamayan öncüler mi zaaflıdır?
Yanıtı kolay bir soru değil. Çünkü kitlelerin tutumu kaotiktir. Siyaset, bu kaostan bir düzen (yeni bir düzen) çıkarmayı becermek zorundadır. Fizik laboratuarında veya bilgisayar simülasyonlarında becerilebilir belki ama, toplumsal süreçlerde bunu becermek ustalık ister. Son derece prestijli bir önderliği, o da yetmez, önderliğin altın vuruşu yapacağı anı isabetle yakalayabilmesini gerektirir.
Örnek verelim:
Örneğin, MHP tabanı ile HDP tabanı aynı oyu verdi diye, HDP ile ittifakı savunan MHPli ile MHP ile ittifakı savunan HDPli arkasında tek bir kişi bulamaz, kendi başını yemiş olur.
Örneğin, Cumhuriyet mitinglerini baz alan bir Cumhuriyet Partisi veya Haziran Ayaklanmasının kitlesel kapsamını baz alan bir Haziran Partisi veya Referandum sürecindeki Hayır Cephesini baz alan bir Hayır Partisi kurulamaz; kurmaya kalkanların hüsran yaşayacakları kesindir.
Örneğin, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oluşan Meclis aritmetiği baz alınarak, bir CHP-MHP-HDP koalisyonu kurup AKPyi indirmek de hiç gerçekçi değildi. O koalisyon bir gün bile yaşayamazdı; kurmaya kalkışanlar da siyasi hayatlarına son vermiş olurlardı.
O halde kim haklıdır? Kitleler mi, onların siyasi temsilcileri mi? Nasrettin Hocaya döneceğiz ama, verili koşullarda ikisi de haklıdır. Kitleler haklıdırlar; ama müşteri her zaman haklıdır bağlamında, daha ötesi değil. Konjonktürel birlikteliklerin verili koşullarda işlemeyeceğinin bilincinde olan siyasetçiler de haklıdır.
Peki, bu paradoks nasıl aşılabilir? Mevcut düzen çerçevesinde düşünülüğünde bir çözümü yok. Aslında Nasrettin Hoca da bunu demek istemiştir herhalde, herkesi haklı bulurken. Paradigmayı değiştirmek gerekir. Verili koşulları aşan -İskenderin kılıcı örneğinde olduğu gibi- devrimci müdahaleler gerekir.
Kitleler evlerinde oturduklarında AKPnin, CHPnin, MHPnin, HDPnin tabanıdırlar. Türk veya Kürttürler, Alevi veya Sünnidirler, dindar veya laiktirler… Birbirlerine diş bilerler, küfredip dururlar.
Ama harekete geçtiklerinde başka bir şey olurlar; ortak bir ruha sahip olurlar. Haziran Direnişinde türbanlı ve mini şortlu kızların kol kola yürümesinin, sol yumruğunu sıkan ile eliyle kurt işareti yapanın aynı barikatta omuz omuza polisle çatışmasının, Referandumda birbirlerini bir kaşık suda boğacak kadar zıt olan partilerin tabanlarının hiç gocunmadan aynı oyu atmasının başka bir açıklaması yok. Durgunluğun sosyolojisi ile hareketin sosyolojisi birbirinden çok farklı. Çözülemez denilen sorunlar başka bir düzlemde çözülüveriyor; hatta birer sorun olmaktan çıkıp zenginliğe dönüşüveriyor.
Kitle hareketi 15 yıldır ısrarla başka bir şey anlatmaya çalışıyor. Giderek de büyüyor, Referandumda en az yüzde 50ye ulaştı, üç büyük kentte ve 30 büyükşehrin 17sinde çoğunluk oldu.
İlk kez bir seçimde, hem Kürt illerinde yaşayanların hem de en gelişmiş Batı illerinde yaşayanların çoğunluğu aynı oyu kullandı. Bu, son derece önemli bir olgu. 30 yıldır bunu hiçbir siyasi parti başaramamıştı. Anımsadığım kadarıyla 30 yıldır hem Diyarbakırda hem de İstanbul, Ankara ve İzmirde çoğunluğu almış bir parti yok. Çözülemez denilen sorunların farklı bir düzlemde çözüm yoluna girebileceğinin güzel bir örneği; Gezide de benzer örnekleri yaşamıştık.
Demek ki bu başka bir şey potansiyelini kavramak ve başka bir biçimde siyaset arenasına sokabilmek gerek. O zaman yepyeni bir politik hareketin siyaset arenasına girişine tanık olabiliriz. Zaten yeni siyasal odaklar hep bu yolla girmişlerdir arenaya; arenayı dağıtarak, paldır küldür…
Kimimiz, iyi niyetlerle yola çıkmasına karşın, çözümü kitle hareketinin içinde değil, mevcut siyasette, verili koşullar çerçevesinde arıyor. Örneğin CHPye ayrıntılı (ve çok devrimci) yol haritaları çiziyor veya yeni bir merkez sağ odağa gözlerini dikiyor; olmayınca da veryansın ediyor (ABDden, ABden medet umanlar bu yazının konusu değil). Oysa sosyalistin öncelikle sosyalistlere bir şey önermesi gerekmez mi? Diğer güçleri daha devrimci yol haritalarına çekmenin de yolu, sosyalistlerin ağırlık koyması değil mi? Böyle bir ağırlık yoksa, yani sosyalistler devrimcileşmemişse, onlar neden devrimcileşsinler ki?
Uzatmayalım… Biraz vulgarize, biraz da romantize ederek söyleyelim: Kitleler devrimcisini arıyor. Kimdir bu devrimciler? Şu anda mevcut olan yapıların hiçbiri değil; çünkü defalarca sınıfta kaldılar (kaldık). Ama Marstan gelmeyeceklerine göre, hepsi! Öyleyse öncelikle onların harmanlanıp damıtılması (birleşmesi değil) gerekiyor.
Bu noktadan ilerlemeye devam edeceğiz.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.