Ender Helvacıoğlu
Ender Helvacıoğlu - Çin Komünist Partisi Kongresi ve sosyalizm

Çin Komünist Partisi Kongresi ve sosyalizm

Ekim Devriminin 100. yıldönümü dolayısıyla çeşitli toplantılar yapılıyor ve tarihi önemdeki bu büyük sosyalist devrim tartışılıyor. Özellikle genç arkadaşlar, bu devrimin oluşum sürecinden çok, devrim ile kurulan sosyalist ülkenin 72 yıl sonra neden çöktüğüyle ilgililer. Bu yönde sorular soruyorlar ve haklılar da…

Öte yandan -biz Ekim Devrimi tartışmalarıyla meşgulken- Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 19. Kongresi gerçekleşti ve bu kongrede öğrenebildiğimiz kadarıyla gerek dünya siyaseti gerekse sosyalizm anlayışları konusunda önemli açılımlar ve yönelimler yapıldı.

ÇKPnin kongresi Türkiye solunda fazla yankı bulmadı ve tartışılmadı. Oysa bu kongre açık ara geçtiğimiz ayın dünyadaki en büyük olayıydı. İçeriği bir tarafa, dünya nüfusunun beşte birini (bu açıdan iki Avrupa veya dört ABD demektir) ve dünyanın en büyük ikinci (büyüme hızı bakımından ise birinci) ekonomisini yöneten bir partinin kongresinden söz ettiğimizi algılamamız bile bu olayın çapını kavramamız için yeterli.

Kaldı ki, ÇKP Genel Sekreteri Şi Jinpingin konuşması Çine özgü sosyalizm, modern bir sosyalist topluma geçiş gibi kavramları tartışıyor ve bazı açılımlar yapıyordu ki bunların Türkiye sosyalistlerini yakından ilgilendirmesi gerekir.

Aslında Sovyetler Birliği neden çöktü? sorusu ile Bugünkü Çin hangi yolda ilerliyor? sorusu bir biçimde çakışıyor ve birlikte ele alınıp tartışılabilir. İkisi de sosyalizmin ne olduğu sorusu ile bağlantılı.

ÇKP kongresine ilişkin verilerimiz ne yazık ki çok kısıtlı; dolayısıyla somut bir tartışma yapma olanağımız yok. Fakat gerek Şi Jinpingin konuşması gerekse Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyetinin geçmişleri konusundaki bilgi birikimimiz ışığında bir sosyalizm tartışması yapabiliriz ve bunun ortalığı saran kaba yaklaşımları törpülemek açısından faydalı olacağını düşünüyorum.

***

Bazıları, Sovyetler Birliğinin çökmesinin ve günümüz Çininin izlediği hattın, kapitalist gelişme açısından geri düzeylerde olan coğrafyalarda sosyalizmi zorlamanın boşa kürek çekmek olduğunu kanıtladığını söylüyorlar. Gerek Ekim gerekse Çin devrimlerinin sonuç itibarıyla -tıpkı İngiliz ve Fransız devrimleri gibi- birer burjuva demokratik devrim işlevi gördüğünü savlıyorlar. Bunun da aslında Marxı kanıtladığını belirtiyorlar.

Bilindiği gibi 19. yüzyıl sosyalistleri, proleter devrimlerinin ve sosyalizmin ancak en ileri kapitalist ülkelerde ve kıta ölçeğinde (Avrupa) gündeme gelebileceğini düşünüyorlardı. Marx ve Engels bu modeli dönemin olgularının tahlilinden, 1848 devrimlerinden ve Paris Komünü pratiğinden üretmişlerdi. Uzun boylu bir sosyalizm deneyimi yaşanmamasına karşın, ileri ülkelerde gündeme gelebilecek sosyalizmin de -önceki kalıntıları demokratik devrimler ve kapitalizm hallettiği için- hızla ve kısa sürede gelişeceğini öngörmüşlerdi.

19. yüzyıl Avrupasında kanıtlanan bu model, kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçtiği, dolayısıyla dünyalılaştığı ve Avrupa dışındaki toplumların da dünya siyaset sahnesine çıktığı 20. yüzyıl başlarında artık geçerliliğini yitirdi. Lenin 1916da kaleme aldığı Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı eserinde bu yeni olguyu tahlil etti ve yeni bir devrim modeli geliştirdi. Ekim Devrimi bu modelin başarılı bir uygulamasıydı.

Sonuç olarak ilk sosyalizm pratikleri, öngörülerin tersine, ilk başta Rusya, daha sonra Çin olmak üzere kapitalist gelişme açısından oldukça geri ülkelerde yaşandı. Kapitalizm nasıl küreselleştiyse sosyalizm de Avrupa dışına taşarak küreselleşti. Bu pratikler, sosyalizm modellerinde de büyük değişikliklere ve yeni kavrayışlara yol açtı.

Sosyalizm sadece anti-kapitalizm değildir; sadece kapitalizmi değil, tüm sınıfları ve her türlü sömürü ilişkisini ortadan kaldırmayı hedefler. Bu tespitin değeri, sosyalizmin Rusya ve Çin gibi kapitalizm öncesi haraçlı sistemin kalıntılarını yoğun biçimde barındıran ve birer köylü denizi olan ülkelerde pratiğe girmesiyle anlaşıldı.

Yüz milyonların katıldığı bu pratikler, genel Modernite sürecinin ve Modernite devrimlerinin bir parçasıydılar; ama farklı bir parçasıydılar. Emperyalizm ile birlikte burjuvazi, devrimci barutunu tüketmiş ve gericileşmişti. Birkaç yüzyıl önce Avrupada Modernite sürecine önderlik eden devrimci burjuvazi artık kalmamıştı. Modernitenin dünyaya yayılmasının öncü sınıfı artık başta proletarya olmak üzere geniş emekçi sınıflardı ve ezilen dünya Moderniteye ancak sosyalist yolu izleyerek ulaşabilirdi. Dünyalılaşan sosyalizm, Modernitenin de dünyalılaşması, dahası burjuva önderliğinde (Avrupada) tıkanan Moderniteye bir gençlik aşısı yapılması anlamına geliyordu.

19. yüzyılın devrim ve sosyalizm modeline takılıp kalan, sosyalizmin ancak kapitalizm sonuna dek yaşandıktan sonra gündeme gelebileceğini savlayan ve dolayısıyla ezilen dünyaya sosyalizmi yasaklayan yaklaşımların kavrayamadığı olgu emperyalizmdi; emperyalist burjuvazinin artık bırakalım Moderniteye öncülük etmeyi, bizzat Modernitenin dünyaya yayılmasının önündeki en büyük engel haline gelmiş olmasıydı.

***

Peki, bu geri ülkelerde sosyalizmin zemini nasıl genişletilecekti? Komünist önderlik ve proletarya bu köylü denizlerini nasıl sosyalist toplumlara dönüştürecekti? Sosyalizm pratiklerinin temel tartışması buydu ve -ÇKPnin 19. Kongresindeki tartışmalar da göz önüne alındığında- hâlâ budur.

Bu noktada Mao Zedungun hem başında bulunduğu Çin pratiğini hem de Sovyet deneyinden çıkardığı dersleri damıtarak ortaya koyduğu kuramsal katkılar son derece önemlidir:

Sosyalizm, proleter devrimiyle başlayan ve sınıfsız topluma kadar sürecek uzun bir tarihi dönemi kapsar. Bütün bu süreç boyunca üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti esas olarak tamamlandıktan sonra da (ki bu da uzun bir süreçtir), kapitalizme geri dönüş tehlikesi hâlâ vardır; iki sınıf, iki yol, iki çizgi arasındaki çelişmeler devam eder. Başka deyişle proletarya ile burjuvazi, sosyalist yol ile kapitalist yol arasındaki mücadele sürer. Bir hukuki biçim olarak toplumsal mülkiyet, geri dönüş tehlikesini bütünüyle bertaraf edemez. Üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılmasından sonra esas tehlike, tasfiye edilen burjuvaziden değil, bizzat parti ve devlet aygıtı içinde yer alan mevki sahibi kapitalist yolculardan kaynaklanır. Sınıfsız topluma ilerleyen sosyalizmi kurma sürecinin itici gücü, sınıf mücadelesidir, emekçi kitlelerin inisiyatifidir, devrimdir.

Aslında Maonun bu kuramının nüve halindeki biçimini Leninin Rusyada NEP dönemini (proletarya devletinin denetiminde kapitalizme sınırlı izin verilmesi) başlatırken yazdıklarında da bulabiliriz. Böyle ülkelerde sosyalizme giriştiğinizde böyle çetrefil sorunlarla boğuşmak zorundasınız (Keşke bütün dünya bir Fransa veya Almanya olsa; ama değil).

Çetrefilliği özetlersek: 1) Sosyalizm öyle 10 senelik, 50 senelik, 100 senelik bir mesele değil; çok daha uzun ve çeşitli aşamaları içeriyor (aşamaları reddetmek -Leninin tabiriyle- bir çocukluk hastalığı). Kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki mücadele bu uzun süreç boyunca devam eder.

2) Böyle geri ülkelerde sosyalizmin zeminini genişletmek için belirli ölçülerde özel kapitalizme izin vermek zorundasınız (bu bıçak sırtı bir politika ama zorunlu); aşırı hızlı gidemezsiniz.

3) Bu bıçak sırtı politikayı izlerken kritik mesele, sosyalist (proleter) parti ve devlet önderliğinin (yani sınırlama ve denetleme mekanizmasının) kesinlikle yitirilmemesi.

4) Yetmez! Asıl tehlike zemindeki bu kapitalist ilişkilerden değil, bizzat devlet ve parti bürokrasisi içindeki yozlaşmış unsurlardan ve kapitalist yolculardan gelmektedir (Sovyet deneyimi bunu kanıtladı). Bunun engellenmesi için yeniden ve yeniden emekçi kitlelere başvurmak ve sınıf mücadelesini gözetmek gerekir. Parti ve devleti denetleyecek olan güç emekçi kitlelerdir.

5) Bu da yetmez! Bütün bu çetrefil sorunları sizi boğmaya ve yok etmeye çalışan emperyalistlerin müdahalelerine göğüs gererek çözmek zorundasınız.

***

Kolay bir iş değil. İlk sosyalizm pratiği olan (dolayısıyla deyim yerindeyse karanlıkta el yordamıyla yürümek zorunda kalan) Sovyetler Birliği bütün bu çetrefil sorunlarla uğraştı. Sovyet komünistleri ve emekçileri müthiş bir mücadele verdiler, insanlığa büyük bir birikim hediye ettiler, ama sonuçta yenildiler ve geri çekilmek zorunda kaldılar.

ÇKP direniyor. Konjonktür gereği ciddi geri adımlar atmak zorunda kaldı. Deng döneminde ve sonrasında, Maonun izlediği çizgiyi oldukça zorlayan biçimde kapitalizme ödünler verildi/veriliyor. ÇKPnin bir milim dahi taviz vermediği konu ise ülkenin ve devletin yönetiminde partinin öncü konumunun korunmasıdır; bu noktada parti içindeki bütün kanatlar hemfikirdir. Bunu uzatılmış ve hayli ileri gidilmiş bir NEP dönemi olarak da niteleyebiliriz.

19. Kongreden edindiğimiz kısıtlı bilgiler ışığında bu yolda devam edileceğini söyleyebiliriz. ÇKP yöneticileri ne kendilerini ne Çin halkını ne de dünyayı kandırıyorlar. Kapitalist ilişkilerin gelişimine izin verdiklerini (tıpkı Leninin NEP dönemini açıklarken yaptığı gibi) kendileri söylüyorlar; kapitalizmi sosyalizm diye yutturmaya çalışmıyorlar. Bunlar çoluk çocuk değil, ciddi adamlar, dünyayı yönetiyorlar! Söyledikleri, Çinin henüz sosyalizmin ilk aşamasını (hatta ilk aşamasının da ilk aşamasını) yaşadığı, bu aşamada böyle bir çizginin zorunlu olduğu, bunun uzun vadede modern bir sosyalist toplumun zeminini oluşturacağıdır. Çine özgü sosyalizm dedikleri şey, işte bu uzun, aşamalı sosyalizm sürecidir, yoksa kapitalist bölüşüm ilişkileri değil.

Çinde kısa sürede palazlanan büyük sermayeden, süper zenginlerden ve yabancı (küresel) sermaye yatırımlarından sıkça söz ediliyor. Emin olun, bütün bunlar bir gecede halledilir; ÇKPnin bir kararına bağlıdır, hepsi kamulaştırılır/millileştirilir ve kimse (Batı dahil) gıkını çıkaramaz. Tayyipin Cemaat sermayesine yaptığını ÇKP mi yapamayacak…

Asıl sorun, 65 yıldır tüm ÇKP yöneticilerinin vurguladığı gibi, küçük ve orta girişim sahipleridir, Maonun deyişiyle her gün her saat kapitalizmi doğuran küçük özel üretimdir ve tabii parti ve devlet yönetimine sızacak (veya o mevkilerde oluşacak) kapitalist yolculardır. Bunlar dost (veya dost görünen) unsurlardır, zor yöntemleri uygulanamaz; dolayısıyla uyanık olmak gerekir. Zaten ÇKP tarihi boyunca yaşanan parti içi çatışmaların esas konusu da bu unsurlara karşı denetim ve sınırlamaların ne ölçüde olacağı, hangi hızla ilerleneceğidir. Mao sonrası dönemde, uzun süredir, ağır git ki yol alasıncıların hakim olduğu görülüyor. Ama bir bakmışsınız bir sonraki kongrede at koşmakla menzil alırcılar dizginleri ele almış.

Maonun katkılarıyla oluşturulmuş -sadece ileri kapitalist ülkelerde değil dünya çapında sosyalizme geçiş perspektifine sahip- sosyalizm modeli, Avrupanın 300 yıl boyunca burjuvazi önderliğinde geçirdiği demokratik aşamayı komünist parti önderliğinde geçirmeyi öngörür ve bu süreç sayısız geri düşüş ve devrimci atılımlar eşliğinde gelişecektir.

Bu anlamda Maonun kuramı, Marxın Avrupa için oluşturduğu toplumların gelişim kuramının dünya ölçeğindeki bir versiyonudur. Ve bu kuramın günümüzdeki tek alternatifi, emperyalizmin kayıtsız şartsız hakim olduğu bir dünyadır. ÇKP de SBKP gibi (ÇHC de SSCB gibi) yıkılıp dağılsaydı, Çinin ağırlığının bulunmadığı böyle bir dünyanın ne hale gelebileceğini hayal edebiliyor musunuz?

***

Son bir not: Kuram tartışmaya eğilimliyiz ama Şi Jinpingin kongre konuşmasında partinin birliği ve önderliğine özel olarak vurgu yapması ve ÇHC ordusuna 20 yıl içinde dünyanın en güçlü ordusu olma hedefini koyması güncel olarak çok daha önemlidir. Hem Çinlilerin ciddiliğinden hem de Pentagondakilerin titrediğinden emin olabilirsiniz.

Çin yıllardır Sun Tzunun yasasını uyguluyor: Savaşmadan kazanmak! (Lenin de barış içinde bir arada yaşama demişti) Ancak savaşmaya kalkışılamayacak denli güçlü olursan bu politikayı uygulayabilirsin. Antik Çinli komutan Sun Tzunun yazdığı kitabın adının Savaş Sanatı olduğunu da anımsatalım.

Sonuç olarak Şi Jinpingin konuşması aynı zamanda, Çin Denizini kapatıp Çini kuşatma planları yapan ABDye Çin usulü bir meydan okumadır (Kuzey Kore lideri Kim Jong-Unun üslubundan hayli farklı tabii). Ve öyle görünüyor ki ÇKP Kongresi, emperyalizmin değil ama Amerikan Yüzyılının sonunun yaklaştığına işaret etmektedir.

Amerikanınki biterken kimin ve neyin yüzyılı başlar, orası ayrı tartışma konusu…

Toplam 637 defa okunmuştur.

Ender Helvacıoğlu diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.