Denizler…
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan bundan 44 yıl önce, 6 Mayıs 1972de, 12 Mart faşist cuntası tarafından idam edildiler. Bu üç ismi, yazının bundan sonraki bölümlerinde Denizler olarak anacağız.
Ben Denizleri şahsen tanımadım; yaşım yetmedi. Asıldıklarında 13 yaşında bir çocuktum. Çok değil, 3-4 yıl sonra ben de devrimci oldum ve Denizler hakkında onları tanıyan büyüklerimden çok şey dinledim. Genelde övgü, sevgi ve saygı dolu, ama bazı eleştiriler de içeren somut ve rasyonel değerlendirmelerdi bunlar.
Günümüz gençleri ise Denizleri artık bir efsane gibi biliyorlar. Bu durumun hem olumlu hem de olumsuz yönleri var. Olumsuz yönü, bazı gerçek dışı ve abartılı değerlendirmelere yol açabilmesi; ama bunun günümüz koşullarında fazla bir önemi yok. Olumlu yönü vurgulamanın ve anlamaya çalışmanın ise günümüz açısından değeri büyük.
Evet, Denizler bir yakın dönem efsanesi olmuşlardır. Bu efsane olmak konusunu düşünmek ve analiz etmek gerek. Yazımızın konusu bu.
***
Her toplumun, tarihinden süzüp damıtıp bugüne kadar getirdiği değerlerini sakladığı bir sandığı vardır. Buna toplumsal hazine veya toplumun genomu da diyebiliriz.
Nasıl bir canlı türünün genomu analiz edildiğinde, o türün yaşam ağacında izlediği yol tespit edilebilirse, bir toplumun genomu da o toplumun tarihindeki kritik dönemeçleri, yaşadığı büyük atılımları veya acıları içerir.
Bu dönemeçler genellikle belirli kişi veya kurumlarla simgeleştirilir ve bu kişi ve kurumlar da efsaneleştirilir. Toplumsal hazine sandığının içeriği, toplumun ortalama değerlerini, vicdanını ve kişiliğini yansıtır.
Sandığı dolu olan toplumlar köklü ve sağlam toplumlardır. Kolay kolay sallanmazlar ve yıkılmazlar. Böylesi köklü toplumlarda devrim de zordur; bıçağın kemiğe dayanması gerekir.
Öyle her olayda, her baskı ve zulümde, her acıda ayağa kalkıp isyan edivermez böyle toplumlar. Tevekkül sahibidirler, bilgedirler, deneyim sahibidirler, ince ince hesap-kitap yaparlar, başarı ilkesini sonuna dek uygularlar. Deyim yerindeyse ağır abidirler.
Devrime direnir bu toplumlar, devrime gelene dek bütün yolları denemeye çalışırlar. Ancak zorunlu olduklarında, hayat-mamat meselesi olduğunda ayağa kalkarlar. Zor devrim yaparlar, ama yaptıkları devrim de devrim gibi devrim olur. Bir kalkarlar, pir kakarlar…
Çoğu devrimci arkadaş -iyi niyetle, devrimci dinamizmlerinden gelen acelecilikle- toplumlarının devrimde zorlanmasını bir zaaf olarak görür ve eleştirir. Önemli ölçüde haklılar da. Çünkü devrimcinin işi toplumu devrime yöneltmektir, onu bu yönde zorlamaktır.
Ama abartmamak gerekir, toplumdan (sandıktan) da kopmamak gerekir. Çünkü kopuşun ardından yabancılaşma, onun ardından da ne yazık ki ihanet gelir; böyle bir tehlike de var.
Peki, buradaki kritik nokta nerede? Hazine sandığının içeriğini iyi kavramakta. Çoğu arkadaş, o sandığın muhafazakâr değerlerle ve kişiliklerle dolu olduğunu sanır. Oysa tam tersine, sandığın içeriği esas olarak devrimcidir.
O sandığın içine ancak, toplumun tarihindeki büyük devrimlerin, büyük atılımların öncüsü olmuş, toplumun büyük badireleri atlatmasına öncülük etmiş tarihsel kişilikler ve kurumlar girebilir.
Tutucuların, uyuşukların, düzencilerin, zorbaların, zulmedenlerin o sandıkta yeri yoktur. Sandık devrim yapanlarla, zulme başkaldıranlarla doludur.
Halk o sandığı canı gibi korur; çünkü gerçekten de o sandık -bireyin değil ama- toplumun canıdır. Sandık halkın evdeki bulgurudur. Ama sandığın içi Dimyata pirince gidebilenlerle doludur.
Göle maya çaldığı için Nasreddin Hocayla dalga geçenler o sandıkta yoktur ama Ya tutarsa diyen Hoca o sandığın içindedir.
İşte bu diyalektik iyi kavranmalı. Sandık toplumun devrimci birikimini temsil ettiği için, halk o sandığı korumakta ve riske atmamakta tutucudur.
Sandık bizimdir, devrimcilerindir. Devrimci o sandığa yaslanarak, ondan güç alarak, sandığın içeriğini daha da zenginleştirmeye, yeni yeni değerler katmaya çalışır.
Bu noktada son derece keskin bir sınıf mücadelesi sürer. Tutucular, sandığın içeriğini sulandırmaya, olmadık kişileri (örneğin Abdülhamit, Vahdettin, Said-i Nursi) sandığa sokmaya, sandıktaki bazı kişilikleri de (örneğin Mustafa Kemal) itibarsızlaştırıp çıkarmaya uğraşırlar. En azından o sandığı aktif bir silah olmaktan çıkarıp, edilgen bir müze haline sokmaya çalışırlar.
Devrimci ise sandığın devrimci niteliğini vurgulayıp, sandığın içindeki tarihsel devrimcileri geleceğe sıçramanın bir manivelası olarak kullanır. Sınıf mücadelesinin en önemli muharebelerinden biri bu alandadır. Tarihte (sandığı) kazanan, geleceği de kazanır.
Dolayısıyla sandığın içinde bize (devrimcilere) çok yakın (egemenlere ve tutuculara uzak olduğu çok net) kişiliklerin ve değerlerin bulunması son derece önemlidir.
***
İşte Denizler bu nedenle önemli. Çünkü Denizler, bizzat sosyalist kişilikleri ve devrimci eylemleriyle o sandığa dahil olabilmişlerdir, toplumun genomuna girebilmişlerdir.
Son derece köklü ve zengin tarihsel birikime sahip bir coğrafyada yaşıyoruz. Sosyalist hareket ise henüz çok yeni ve emekleme çağında. Sosyalist kişilik ve kurumların, değerlerin böylesine zengin bir hazineye dahil olabilmesi henüz çok zor. Biraz Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Aziz Nesin, Ruhi Su sayılabilir örneğin.
Ama Denizler, tartışmasız bir biçimde bu sandığa girmeyi başardılar. Topluma maloldular, halkın gözbebeği oldular. Bu, Türkiye Sosyalist Hareketinin çok büyük bir başarısıdır.
Bu işin sırrı nedir, bunu en iyi Denizlerle ortak pratikler yaşamış ve tabii devrimciliğini hâlâ yitirmemiş kişiler bilir. Ben büyüklerimden dinlediğim ve hissettiğim kadarını anlatabilirim. Denemeye çalışayım…
Deniz Gezmiş, Türkiye tarihinin en büyük gençlik hareketinin simgesidir. Bu hareketin haklılığı emekçi halkın çoğunluğu tarafından da teslim edilmiştir.
Bu nokta önemli; çünkü çoğu devrimci gençlik hareketi haklıdır, ama bu haklılık biraz kendinden menkuldür, haklılığın halk tarafından da teslim edilmesi daha farklı bir durumdur. Emekçi halk 68 gençlik hareketini içtenlikle benimsemiştir.
Bu harekete önderlik eden devrimciler, halkın çocuklarıydı. Emekçi halkın bağrından çıkmışlardı. Kendilerini zorluklar içinde yetiştiren emekçilere ve ekmeğini yiyip suyunu içtikleri vatanlarına gönülden bağlı öncülerdi.
Halk bu genç devrimcileri sevdi, onlara güvendi, bağrına bastı. Halk ile bu devrimciler arasında bir gönül köprüsü kurulmuştu.
Denizler de, birçok hata yapmalarına karşın, emekçilere ve vatanlarına hiçbir zaman ihanet etmediler. Bu gönül köprüsüne ölümüne sadık kaldılar; sözcüğün tam anlamıyla ölümüne…
Çok basit gibi görünüyor ama bu tutum son derece önemlidir. Çünkü sözünü ettiğimiz sandık, halkın bağrıdır.
Deniz Gezmiş tipik bir gençlik lideridir. Dışardan veya atanmış bir lider değil, genç bir gençlik lideri. Tipik bir genç gibi delidolu, temiz, saf, naif, sevecen, umut dolu, yürekli, başı dik, haksızlığa boyun eğmez, geri adım atmaz, dürüst, mert bir insan…
Coğrafyamızın o güzelim gençliğinin bütün olumlu değerlerinin temsilcisidir Deniz ve Denizler.
***
Denizler, bu bilge halkın çocuklarıdır.
Denizler, çakalların bastığı bu güzel ülkenin tertemiz gençleridir, delikanlılarıdır, genç kızlarıdır.
Denizler devrimcidir, öncüdür. Halka bilinç götürücüdür, devrim götürücüdür, aydınlanma götürücüdür.
Denizler Türkiye gençliğidir, Türkiye emekçisidir, Türkiyedir.
Ve bütün bu değerleri canları pahasına savunan kişilerdir Denizler.
Denizleri idam eden çakallar bu halkın vicdanını yaraladılar. Bu bilge halk da aldı o gençleri hazinesine koydu, bağrına bastı. Çakallara verilebilecek en güzel yanıttı bu.
İşte bu kadar kolaydır o sandığa girmek… Bu kadar zordur…
İdam edilişlerinin 44. yılında coşkuyla anıyoruz Denizleri. Çok büyük bir değer olarak yolumuzu aydınlatıyorlar.
NOT: Bu yazı Mayıs 2012 tarihli Yarınlar dergisinde yayınlanmıştı. Daha geniş bir kesime iletilmesini faydalı bulduğum için güncelleyerek bu mecradan da yayınlanmasını istedim.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.