Eniştenin yeni öpücüğü
Türk devletinin hakim kesiminin Türk’ü de Kürt’ü de kapsayacak bir üst-kimlik peşinde olduğu anlaşılıyor. “Kürtlüğü de kapsayan bir Türklük” oluşturma girişimi pek tutmadı. Şimdi “altın anahtarlar” İslamcılık ve Osmanlıcılık.
Bu yöndeki ideolojik salvolar gönderilmeye ve tarih tartışmaları ısıtılmaya başlamıştır. Elbette karşılıklı politik mesajlar eşliğinde… Bunu her kesimden devletçinin yeni pozisyon alışından da fark edebilirsiniz. Enişteleri (yani devletleri) öpmüştür onları!
Erdoğan’ın “Andımız” tartışmasını açması, Türkçü olmadığını altını çizerek belirtmesi, genç Cumhuriyet dönemini ırkçılıkla suçlaması, “Kürt kardeşlerine” gülücükler yollaması, İslam’ın faziletlerinden dem vurması, Osmanlı döneminde farklı etnik gruplara ne kadar “demokratik” davranıldığını sürekli vurgulaması vb. sadece bir seçim taktiği değil, yeni bir “çözüm”ün gündeme getirilişinin göstergesidir.
Medya da işareti almıştır. Televizyonların siyaset programlarının gözde konusu artık “Türk kimliği”dir. AKP temsilcilerinin tartışmalarda nasıl da “demokratik”, “anti-ırkçı”, “anti-Türkçü”, “anti-milliyetçi” kesiliverdiklerini görüyorsunuz. Tabii koyu bir cumhuriyet düşmanlığı ve İslam-Osmanlı propagandası eşliğinde…
Devlet adına konuşan (veya konuştuğunu sanan) kimileri de hemen pozisyon almaya başlamıştır. “Müslüman Türk milleti”nin bir üyesi olduğunu, eşi-dostu görmek için bayram namazlarına gittiğini, cemaatten kopmamak için safa da girdiğini birden bire anımsayıp göze sokmaya çalışanları; “ümmet”in döneminde ilerici bir adım olduğunu, Hz. Muhammed’in büyük bir devrimci olduğunu, Türklerin İslam’a girmesinin devrimci bir uygarlık adımı anlamına geldiğini, İslam düşün ve bilim insanlarının ne kadar büyük işler başardıklarını -bayram değil seyran değil, nereden çıktıysa- ısrarla vurgulamaya başlayanları görüyorsunuz.
Saydıklarımızın ilk bölümü kişisel konulardır ve reklâm edilmesi, siyaset malzemesi yapılması ayıptır (Aslında ayıptan da öte, çünkü bir milleti din ile tanımlamak laik bir tutum değildir). Tarihe ilişkin olanlara gelince… Esas olarak doğru saptamalardır ama bir tarih tartışması bağlamında değil politik bir duruşu destekleme adına gündeme getiriliyorlar. Fakat yine de bu kesimlerin, Türk milliyetçiliğinde bu kadar ileri gittikten sonra böyle keskin bir manevrayı sancısız bir biçimde yapabileceklerini sanmıyorum. Belki de yanılıyorumdur; çünkü eniştenin öpücüğü kıble gibidir o saflarda.
Öte yandan devletin verdiği işaretin tam zıt kesimden de algılandığı görülüyor (zaten bu işaretler esas olarak onlar algılasın diye veriliyor). HDP yönetimi leb demeden leblebiyi anlamış ve masaya oturmaya hazır olduğunu deklare etmiştir örneğin. Sandalyelerin nasıl dizileceği, masaya hangi örtünün konulacağı teferruattır; mesele dayatılan masaya oturma gönüllülüğüdür.
İlginç bir gösterge de Selahattin Demirtaş’ın HDP bünyesine girerek vekil seçilenlere verdiği ayar. Demirtaş, “Bizim partimizde her düzeyde görev yapan, canla başla çalışan milyonlarca muhafazakâr, dindar yöneticimiz, tabanımız var. Sosyalist arkadaşlarımız da bu insanlarımızın emekleri ve destekleriyle seçilebiliyorlar zaten.” demiş.
Bu söylemi iyi analiz etmek gerek. Bu bir eleştiri ve sitem midir, yoksa bir ayar mı? “Sosyalist arkadaşları” ikna etmek için nasıl bir söylem kullanırdınız? Ben olsam şöyle derdim: “Sosyalist arkadaşlar, Kürt emekçilerinin ve yoksullarının oylarıyla vekil seçildiklerini unutmasınlar.” Ama Demirtaş böyle demiyor; bir ideoloji dayatıyor: Muhafazakârlık ve dindarlık! Mesajı alacak mısınız, sosyalist arkadaşlar? Kaldı ki acaba bu mesaj Demirtaş’ın mesajı mıdır, yoksa eniştenin mi?
***
Kısacası bütün emareler, yeni bir “çözüm paketi”nin yeni bir “ideolojik hegemonya” girişimi eşliğinde geldiğini gösteriyor.
Elbette Türklüğü fazla reddedemezler, üzerinde fazla tepinemezler. Onun yerine İslamcı-Osmanlıcı bir üst-kimlik icat edecekler ve Türklüğü de Kürtlüğü de bu potada eritmeye çalışacaklar. Türk-İslam Sentezi ile Kürt-İslam Sentezinin ortak kümesi İslam Sentezidir (tabii Sünni İslam). Modern toplumu da “ümmet”e çevirmeye çalışacaklar. Buna “barış” ve “demokrasi” kavramlarını da alet edecekler. Cumhuriyet dönemindeki bazı zaafları da sonuna kadar kullanacaklar; her zamanki taktikleridir bu.
Ne kadar başarılı olabilirler, orası şüpheli; ama bu yönde adımlar atacakları anlaşılıyor. Çünkü gerek Anadolu’da gerekse Irak ve Suriye’de, Fırat’ın doğusuna sadece Türkçülükle geçemeyeceklerini biliyorlar. Türkçülük bir savaş aracı olarak başarılıydı, ama bir köprü olamaz. Köprü olarak Sünni İslam’ı ve Osmanlı mirasını kullanacaklar.
Türk devletinin en azından hakim kesiminin -Kürt sorununa da bir çözüm olarak sunulacak- bu modeli deneyeceğini ve bu çizginin Kürt muhafazakârları içinden de karşılık bulabileceğini düşünüyorum.
Fakat böyle bir yönelimin sancısız yol alabilmesi de zor gözüküyor. Hem AKP içinde hem Türk milliyetçisi kesimler içinde hem de HDP saflarında bir tartışma ve çatışma çıkaracaktır böyle bir yönelim. Türkçülük ve Kürtçülük (yani milliyetçilik) ikinci plana itilmeyi hemen kabul etmeyecektir. Öte yandan bu yönelimin bir Alevi-Sünni çatışmasına yol açma olasılığı da yüksektir.
İşin bir de uluslararası boyutu var üstelik. Dolayısıyla devlet içinde de sürtüşmeler çıkacaktır. ABD’yle, PKK yöneticileri üzerinden yapılan dansın da bu yönelimlerle eşzamanlı olması manidar. İzleyip göreceğiz.
***
Hem toplumun iyice İslamileştirilmesi ve gericileştirilmesi hem de gerek Türk gerekse Kürt uluslaşma sürecine set çekilmesi anlamına gelen bu model -bırakalım başka konuları- Kürt sorununa bir çözüm olabilir mi? Türkiye toplumu böyle bir çerçeveye sığar mı? İslamcılığın ve Osmanlıcılığın böyle bir potansiyeli kalmış mıdır?
Bu soruları çeşitli bağlamlarda daha önce de çok tartıştık. Bizim yanıtlarımız belli. Fakat bir modelin olamayacağını söylemek onu engellemeye yetmiyor. Alternatif bir model geliştirilmediği sürece devlet gücüyle dayatılan model toplumu zorlamaya (dolayısıyla tahrip etmeye) devam ediyor.
Türkiye’nin aydınlık yüzünü temsil eden cumhuriyetçi, laik, çağdaş, emekten yana (kısacası Modernite’den yana) kesimleri, bütün bunları savunurken Kürt sorununa da gerçekçi bir çözüm paketi önermek zorundalar; elbette geçmişten dersler de çıkararak. Yoksa şiddet-ümmet (milliyetçilik-dincilik) kısırdöngüsünden ve emperyalizmin tuzaklarına düşmekten kurtulmaya olanak yok.
Nasıl bir model, Türkiye’yi hem yeniden Modernite devrimi yoluna sokar hem de Türk ve Kürt uluslaşma süreçlerini karşılıklı şiddetten arındırarak ortaklaştırabilir? Sonraki yazımızın konusu da bu olsun.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.