Fiili durumların yasaları
Bir uçuruma doğru yol alıyor Erdoğan. Ama artık geri dönemez, hatta hızlanarak devam etmek zorunda.
Neden devam etmek zorunda? Çünkü Erdoğan bir karşı-devrimin lideridir. Karşı-devrim de sonuç itibarıyla bir devrimdir.
Devrimlerin ve karşı-devrimlerin kendilerine özgü yasaları bulunur.
Birincisi: devrimler ve karşı-devrimler fiili (de facto) durumlardır. Kendilerini, devirdikleri rejimlerin ve düzenlerin kurallarıyla sınırlamazlar. Dolayısıyla yasa tanımazdırlar. Neden mevcut yasaları tanısınlar ve onlara uysunlar ki? Zaten o yasaları, o yasaların tarif ettiği rejimi devirerek gelmişlerdir. Kendi rejimlerini tesis edecek, kendi yasalarını yapacaklardır.
İkincisi: devrimlerin ve karşı-devrimlerin geri dönüşü, özeleştirisi olmaz. Bırak geri dönmeyi, durakladığın an bittin demektir. Bu, silahı olan birine silah doğrultmak gibidir. Bunu yaptın mı karşı tarafa da silah kullanma hakkı vermiş olursun. Tetiği çekmek zorundasın, yoksa karşı taraf çekecektir. Önüne çıkan her engeli temizlemek zorundasın.
Üçüncüsü: devrim ve karşı-devrim süreçlerinde tartışma olmaz. Hani eylemde muhalefet olmaz deriz ya, onun gibi… Duraksayanların, çekingen davrananların, ayak sürüyenlerin, hele ihanet edenlerin kafası gider bu süreçlerde. Onların kafasını almazsanız kendi kafanız gider. Azami kararlılık ve hedefe kilitlenme gerekir. Bu nedenle devrim ve karşı devrim süreçlerinde demokrasi, özgürlük vb. eğilimler ertelenir.
(Dördüncü, beşinci yasalar da var; birazdan geleceğiz.)
Görüldüğü gibi Erdoğan, bir karşı-devrim lideri olarak, bu üç ilkeyi de hakkıyla uyguluyor.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum diyebiliyor. Bu nedenle hoşuna gitmeyen seçim sonuçlarını tanımıyor. Parlamentoyu, hatta kendi partisinin hükümetini bile yeri geldiğinde takmayabiliyor. Bu nedenle fiili durum var, başkanlık sistemi gelecektir diye diretebiliyor.
Hepsinde haklıdır! Bir karşı-devrime önderlik etmiştir ve eski rejimin kalıntıları olan anayasa mahkemeleri, parlamentolar, hükümetler, yasalar, ana muhalefetler… sadece falan filandırlar. Gölge edemezler. Ya karşı-devrimin fiili yasalarına uyarlar ya da yok olurlar!
***
Gelelim dördüncü yasaya: Gerek devrim gerekse karşı-devrim, dayandığı temel güçten kopamaz. İttifaklarından, yol arkadaşlarından kopabilir, pek sorun değil; hatta bu genellikle gereklidir de… Ama temel dayanağından koptuğu an boşa düşecektir.
Diyelim ki başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıflara dayanılarak sosyalist bir devrim gerçekleştirildi. Bu sınıfların çıkarlarının kararlılıkla gözetilmesi gerekir. En ufak bir sapma, hele hele devrim sürecinde, zemin yitimiyle ve felaketle sonuçlanır.
Erdoğanların iktidara gelirken ve rejimi değiştirirken dayandıkları temel güç neydi? ABD emperyalizmi ve küresel burjuvazi (Türkiye büyük burjuvazisi de dahil). AKP, ABDnin Büyük Ortadoğu Projesinin taşeronu olarak iktidara getirildi.
Görevi, Türkiye devletini tam olarak ABD stratejisine sokmak, bu stratejiye ülke içinden gelen muhalefeti tasfiye etmek ve bölgeye yönelik Amerikan planlarının taşeronluğunu yapmaktı. ABD bu görevleri en iyi ve en fazla taban bularak yerine getirecek odağın Sünni İslamcı bir politik hareket olacağına karar vermişti. Türkiyenin laik bir rejime sahip olup olmaması ABDnin derdi değildir.
Kısacası AKPnin esas dayanağı ABDydi. ABD desteği olmasaydı, AKP, iktidarının ilk yıllarındaki badireleri atlatamaz (örneğin kapatma davası, cumhuriyet mitingleri vb) ve kısa sürede tarihin çöplüğünü boylardı; liberallerin ve Kürt hareketinin desteğini de alamazdı.
Bu noktada tekrar dördüncü ilkeye dönersek, ABDnin ve küresel burjuvazinin desteği AKP ve Erdoğan için hayatidir. Hatta bugün her zamankinden daha hayatidir.
Toparlarsak, AKP ve Erdoğan, 1) duramaz, geri adım atamaz ve 2) ABD desteğine muhtaçtır. Yakın zamanlara kadar birbirine uyumlu ve paralel bir biçimde giden bu iki hat, bugün çelişmeye ve kesişmeye başlamıştır.
Çünkü ABDnin bölgeye yönelik stratejisi değişti. Daha doğrusu, yaşanılan yenilgilerle (Esat yönetiminin direnişi, İranın sağlam duruşu ve Rusyanın fiili müdahalesi) değişmek zorunda kaldı. ABD saldırgan bir çizgi yerine, mevzilerini savunan, pat durumunu koruyan ve daha uzlaşmacı bir çizgi izlemek zorunda kaldı. Bu da AKPnin ve özellikle Erdoğanın zorunlu frensizliğiyle çelişiyor.
AKPnin ve Erdoğanın günümüzdeki asıl sıkıntısı buradadır. Ülke içindeki en ufak muhalefeti dahi bastırmaya çalışarak, en gerici ilkel milliyetçi yobaz eğilimleri okşayarak, kendi safını kemikleştirerek, Kürtlere karşı bir iç savaş kışkırtarak ve Suriyede NATO ile Rusyayı bir çatışmaya çekecek provokasyonlara başvurarak yeni bir fiili durum yaratmaya, bu fiili durum içinde ABDyi tekrar kendine mecbur bırakıp iktidarını devam ettirmeye çalışıyor.
Ama AKP-Erdoğan bölgedeki satrancın oyuncusu değildir; tahtadaki bir taştır sadece. Oyunu küresel güçler oynuyor. Amerikan çevrelerinde son zamanlarda yazılıp çizilenler bu taşın (en azından Erdoğan bölümünün) feda edilebileceği yönünde. Türkiyedeki Amerikancı çevrelerin hareketlenmeye başlaması bu fedayı sezmelerinden kaynaklanıyor. Kürt hareketi de sabırla bu fedayı bekliyor. Bu çevreler oraya yatırım yapmışlardır.
***
Emekçi halkın çıkarları doğrultusunda politika yapma iddiasındaki odaklar şunu net olarak tespit etmelidir: Erdoğanın bir Amerikan fedasıyla devrilmesi, on yıldır yaşadığımız karşı-devrim sürecinin, bir çıkıntıdan kurtularak ve muhaliflerin havası alınarak devamı demektir. Bilerek veya bilmeyerek bu sürecin askeri olmak halka ihanet anlamına gelir. Bunu Merdan Yanardağ arkadaşımızın deyimiyle liberal ihanetçilerin, bugün izledikleri çizgiden de anlayabiliriz.
Erdoğan yıkılsın, devrilsin, suçları ortaya dökülsün; ardından ağıt yakacak değiliz. Çünkü Erdoğanın bir ABD hamlesiyle feda edilmesi dahi, emperyalizmin bölgede gerilediğinin işaretidir. ABD bir anti-emperyalisti devirmiyor; anti-emperyalist cephenin ileri atılımları sayesinde bir uşağını feda etmek zorunda kalıyor (Haziran Ayaklanması da bu anti-emperyalist cephenin bir unsurudur).
Kısacası biz ne ABD yıkıyor diye Erdoğanın mevzisine koşuşturma aymazlığına düşeriz, ne de yıkılsın da isterse ABD yıksın aymazlığına. Bunların ikisi de kuyrukçuluktur, apolitizmdir. Kendi işimize bakmamız gerekir.
Bu noktada geliyoruz, devrimlerin ve karşı-devrimlerin beşinci yasasına: Devrim ancak karşı-devrim ile alt edilebilir; karşı-devrim de ancak devrimle.
Hukukla, psikiyatriyle karşı-devrim alt edilemez. Karşı-devrimin yasalarına karşı devrimin yasalarını dayatmak gerekir. Halka dayatılan fiili durumlar, halkın yaratacağı fiili durumlarla alt edilebilir ancak.
Bizim açımızdan sorun şu: Karşı-devrim Erdoğanlı veya Erdoğansız devam mı edecek, yoksa bir emekçi devrimi ile alt mı edilecek?
Görmek isteyelim veya görmezden gelelim, Türkiye bugün bir yol ayrımında. Ya herro ya merro durumunda Türkiye.
Laiklik ve Aydınlanma mı istiyoruz? Bağımsızlık mı istiyoruz? Vatanın bütünlüğünü mü istiyoruz? Kardeşlik mi istiyoruz? Demokrasi ve özgürlük mü istiyoruz? Doğamıza sahip çıkmak mı istiyoruz? Kadın düşmanlığına, cinsiyetçiliğe son vermek mi istiyoruz? Özgürce bilim ve sanat yapmak mı istiyoruz? Eşitlik mi istiyoruz? Emeğin gaspına son vermek mi istiyoruz?
Tek yol anti-emperyalizm ve emekçi devrimi…
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.