Hoş geldin güvenlikler dünyası
25 yıl kadar önce, Berlin Duvarının yıkılması, Sovyetler Birliğinin çökmesi ve Doğu Blokunun dağılması ile birlikte dünyada, neo-liberal ideologların deyimiyle yeni bir özgürlükler çağı başlamıştı.
Komünizmin çöküşüyle birlikte, emperyalizmin, ulus devletin (ulusal kurtuluş mücadelelerinin), sınıf mücadelesinin, devrimler çağının ve savaşların bittiği müjdelenmiş, tarihin sonunun geldiği ilan edilmişti.
Küresel kapitalizmin bu atılımı, dünya halklarına özgürlük, demokrasi, bilimsel-teknolojik devrim soslarıyla sunulmuştu. Çoğu solcunun da tav olduğu yeni bir küresel burjuva demokratik devrim yaşanmaktaydı.
Hatta beyinler de özgürleşmişti. Bu dönemin başat ideolojisi postmodernizm, Aydınlanma ve Sosyalizm gibi insan düşüncesini cendereye sokan büyük anlatıların artık geçersiz olduğunu; büyüsel, dinsel ve bilimsel düşünce biçimlerinin eşit ağırlıkta olduğunu ve bunlar arasındaki seçimin bir tercih meselesi olduğunu ifade etmişti. İnsanlar bunlar arasındaki seçimlerini özgürce yapabilirlerdi. Laiklik, din düşmanlığı ve bilim otoriterliği değil, tam tersine inanç özgürlüğü demekti!
Özgürlük, özgürlük, özgürlük… Dine özgürlük, inançlara özgürlük, tarikatlara-cemaatlere özgürlük, mezheplere özgürlük, etnisitelere özgürlük ve tabii sermayeye özgürlük…
O kadar özgür olmalıydı ki sermaye, anası olan emekten bile özgürleşmeli, ipini koparmalı, tüm zincirlerinden kurtulmalıydı. Üretimin ve emeğin cenderesinden, bağlayıcılığından kurtulmak… Eksensizlik, dizginsizlik, engelsizlik, ipini koparmışlık… Neo-liberal ütopya buydu.
Gerçekten, maddeden dahi özgürleşmek… Sanallıklar, simülasyonlar, olgular değil algılar dünyası… Her şey belirsiz, her şey göreli, her şey serbest… Zorunluluklardan kurtulmuş bir mutlak özgürlük!
Modernizm ve hatta bilim aşılmaktaydı. Post-modernizm, post-bilim, post-emek, post-Marksizm; her şeyin postu…
Kocaman bir fossss…
Bütün postların aslında birer pre oldukları, yeni özgürlükler çağının bir yeni ortaçağ olduğu, özgür sermayenin bildik vahşi kapitalizm olduğu ortaya çıktı, hem de küresel çapta. Savaş sona ermedi; tam tersine yaygınlaştı, yerelleşti, özelleşti, kuralsızlaştı.
Gezegenin ve insanlığın artık tahammül edemeyeceği bir boyuta ulaştı bu özgürlük. Ne evren bu kadar özgürdü, ne doğa, ne canlılık, ne toplum, ne de insan… Hepsinin yasaları vardı; omurgaları, eksenleri, dizginleri, ipleri vardı. Zorunluluklardan bağımsız bir özgürlüğün olanağı yoktu. Bu gerçek, çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı. Ve yeniden kendini kabul ettiriyor.
Neo-liberal ütopya iflas etti. Küresel burjuva demokratik devrim fos çıktı.
Bildiğimiz dünya sona eriyor. Daha doğrusu bildiğimiz dünya geri geliyor. Özgürlükler dünyasından yeniden güvenlikler dünyasına geri dönüyoruz (dikkat: özgürlükler ve güvenlikler sözcükleri tırnak içinde). Sonu ilan edilen tarih, bütün haşmetiyle geri geliyor. Yeniden büyük anlatılar dönemi başlıyor.
***
Güvenlikler dünyasına geri dönüyoruz derken, dünyanın daha güvenli bir yer olacağını değil, herkesin pozisyonunu netleştirdiği ve bu pozisyonun güvenliğini her türlü tedbirle alacağı, buna gücü yeten en az iki bloğun şekillendiği ve neo-liberallerin istedikleri gibi at koşturamayacakları bir dünyayı kastediyoruz. Böyle bir dünya daha güvenliksiz bir yer olacaktır, dolayısıyla gücü yetenler tavizsiz bir biçimde güvenliklerini almaya çalışacaklardır.
Kritik soru şudur: Amerikan devleti ne yapacak? Neo-liberaller büyük bir tantanayla ilan ettikleri Yeni Dünya Düzeninin sona erişini sadece seyir mi edecekler? İddialarından vazgeçip sahneden çekilmeye razı mı olacaklar?
Bir maceraya kalkışmaları sıfırlanmış bir olasılık değil. Fakat bu öncelikle ABD içi bir hesaplaşmayı gerektiriyor. Trumpın başkan seçilmesiyle birlikte klasik neo-liberal ekibin iktidarda güç kaybettiği görülüyor. Dahası hesaplaşmayı Trump gündeme getirebilir. 25 yıllık suçları bu ekibin sırtına yükleyerek onları iktidarın iyice kenarlarına sürmeye girişebilir.
Yani neo-liberaller, bırakın dünyayı, ABD içinde dahi zor durumdalar. Fakat önce ABDde sonra dünya çapında bir maceraya da kalkışabilirler (ABD gelenekleri içinde büyük provokasyonlar üretmek de var, başkanlarını yok etmek de…)
Putinin, Rusyaya yönelik türlü provokasyonlara ve tehditlere karşın, hem soğukkanlılığı ve temkinliliği elden bırakmaması hem de kendi sağlam duruşunu vurgulaması, yani saldırmaması ama pençesini de göstermesi, kendi işine bakması, dahası Trumpı hedef almamaya özen göstermesi, bu macera olasılığını bertaraf etmeye yönelik isabetli politikalardır.
Daha büyük bir olasılık, Trumpla birlikte Amerikan devletinin, kendi içinde neo-liberalleri tasfiye edip ve onların dünyada izledikleri politikaların sonuçlarını bir şekilde tamir etmeye çalışıp, daha sağlam ve temkinli bir duruş geliştirmesidir. Trump, bir Amerikan Putini pozisyonunu benimseyebilir.
Peki bu, dünyayı daha güvenli kılar mı? Sanmıyoruz. Amerikan (ve Batı) sermayesinin dünya çapındaki iddialarından vazgeçip (yenilgiyi kabul edip) kendi içine çekilmesi çok uzak bir olasılık; tarihte bir benzeri yok.
Trump Amerikası, daha çok, karşısında ciddi bir rakip bulunduğunu kabul eden, dolayısıyla kendisine çekidüzen veren, kendi güvenlik politikalarını ve bunun ideolojisini (Amerikan milliyetçiliği örneğin) oluşturan, deyim yerindeyse savaş düzeni alan bir Amerika olacaktır. Dünyaya iki tane Putin fazla!
Her iki durumda da dünya daha tehlikeli bir hal alacaktır. Merkezler savaş düzeni alırken, sınır bölgelerindeki (Türkiye de bu bölgede) çatışmaların keskinleşme olasılığı da yüksek gözüküyor.
Kısacası, Yeni Dünya Düzeni tarihteki yerini alırken Soğuk Savaş dönemi geri geliyor. Ama bu savaş önceki kadar soğuk olmayabilir.
***
Tarihin sonunu halklar getirmemişti, bu nedenle sevindirik olmak büyük aymazlıktı. Bazılarımız bu akıma kapıldı, sevindirik oldu. Neo-liberalizmin sonunu da halklar getirmiyor; dolayısıyla yine sevindirik olmaya gerek yok.
Tarihin geri gelmesiyle önce emperyalizm ve paylaşım savaşları geri gelir. Dünya emekçileri buna ulusal kurtuluş mücadeleleri ve sosyalist devrimlerle (veya farklı biçimlerde) yanıt üretebilecek mi, mesele budur.
Not: Bu yazı, Bilim ve Gelecek dergisinin Ocak sayısında yayımlanacak olan yazımın bir bölümüdür.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.