Rahatlığın rahatsızlığı veya tersi…
Sosyalistlerin, parlamento seçimlerinde örgüt olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday çıkararak yer alamaması belli bir rahatlık getiriyor mu?
Bir açıdan bakarsak getiriyor. Adayımız olsaydı harıl harıl çalışıyor olurduk. Oysa şimdi rutinimizi fazla bozmadan seçimleri bekleyebiliyoruz. En fazla sanal alemde notlar yazıyoruz, kimi desteklememiz gerektiğine dair -aslında hiçbir etkisi olmayan- cin fikirli analizler yapıyoruz; birbirimizi suçluyoruz, böylece ideolojik mücadele de vermiş oluyoruz.
Şöyle bir rahatlık da var: Herhangi bir partiye veya adaya oy verebiliriz; ama bu gönlümüzden geçen parti/aday olmayacağı, salt pragmatik bir yaklaşımla destek vereceğimiz için, daha sonra çıkacak olumsuzluklar karşısında kendimizi sorumlu hissetmeyebiliriz. Ben ona oy verdim ama şu yüzden; kefil olmadım diyebiliriz örneğin.
Seçimleri külliyen boykot edecek olanlarımız ise en rahatlarımız. Onlar hata yapmayacaklar; çünkü bir şey yapmayacaklar. Üstelik ideolojileri ve genel politik tutumları da pür-i pak kalmış olacak. Seçim gecesi sonuçlara bakıp biz dememiş miydik diyecekler. Ve ilginçtir, sonuç ne olursa olsun haklı çıkacaklar!
Evet, rahatız. Kenarda kalmanın, arena dışında kalmanın, kuyruk olmanın rahatlığı… Arka sıra rahatlığı… Çaresizliğin rahatlığı… Büyük rahatsızlığı bilinçaltına göndermenin getirdiği rahatlık…
***
Ama yine de çoğumuzun böyle bir rahatlık içinde olduğunu sanmıyorum. Biliyorum, içi içini yemektedir çoğunluğun. Yara sineği olmayı göze alarak yazdım yukarıdaki satırları. Çünkü rahatsız olanlarımızı da rahatlatmak için işletilen bazı mekanizmalar var, onlara dikkat çekmek için.
Bu mekanizmaların önde geleni HDP. İktidar tarafından baskılara uğramış, başkanları ve adayları dahil birçok yöneticisi tutsak bir parti; dolayısıyla sosyalistler tarafından desteklenme vizesini hak ediyor, deniyor.
Daha önemlisi, Cumhur İttifakının parlamentoda çoğunluğu elde etmemesi için barajı aşıp parlamentoya girmesi gereken bir parti. Bu nedenle sosyalistlerin de -kamu yararı adına- +1 olmalarında sakınca yoktur, deniyor.
Üstüne üstlük -halkı (Kürt halkı dahil) pek ilgilendirmiyor ama- aramızdan birkaç kişiye sosyalizmi meclise taşıma olanağını lütfetmiş olan bir parti. Bu, onların bir seçim geleneği zaten. Daha ne olsun…
Daha büyük düşünüp, HDP gibi iktidar olanağı bulunmayan, iktidar olmak gibi bir derdi de olmayan partiler/adaylar yerine, bu potansiyeli taşıyan parti/adaylara meyledenlerimiz için ise önde gelen seçenek CHP ve adayı Muharrem İnce.
CHP de en genel anlamda solcu sayılır; içinde kendini sosyalist olarak niteleyenler de var üstelik. Yani onlar çoktan taşımışlar sosyalizmi meclise! Yalan mı, örneğin Cihanerin Şıktan, Ataydan, Saçılıktan, Baştan ne eksiği var?
Daha da büyük düşünenlerimiz için Meral Akşener seçeneği bile ufka sokulabilir. Şöyle bir mantıkla örneğin; AKP tabanından oy devşirebilecek tek aday Akşenerdir. Dolayısıyla ikinci tura onun taşınması gerekir. İyi de, Abdullah Gülün ne suçu vardı?
Bu üst düzey diyalektiği işleten bazı arkadaşlar, parlamento seçimlerinde bağımsız komünist adaylara, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Akşenere vereceklerini deklare ediyorlar üstelik. Hani kavallı şeşhaneli, perhizli turşulu atasözlerimiz var ya, ona benziyor bu diyalektik.
Parlamento seçimlerinde 17 bölgede de olsa, bağımsız komünist adaylar var. Bu arkadaşlar vicdanen temiz kalmanın olanağını sunuyorlar; ama işte o kadar… Ben de o 17 bölgenin birinde ikamet eden şanslı sosyalistlerden biriyim, bağımsız komünist adaya oy verip ruhumu kurtaracağım.
Ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ruhsal sıkıntım devam ediyor. Birine bakıyorum, Amerikan bayrağı altında NATO generalleriyle aynı komuta merkezini paylaşan özgürlük savaşçıları aklıma geliyor; midem kalkıyor… Ötekine dönüyorum, Kürt sorununu silahla çözeceğim, OHALi sürdüreceğim, onu kapatacağım, bunu keseceğim diye bağırıyor; korkuyorum… Berikine bakıyorum, fena konuşmuyor ama partisi öyle bir seçim beyannamesi hazırlamış ki evlere şenlik…
Neyse, vereceğiz artık birine...
***
Yarı şaka yarı ciddi, bu seçimlerde sosyalistlerin durumu ne yazık ki budur. Ayağımız gerisin geri giderek vereceğiz birine. Ama bu noktada da bazı kıstaslar önererek yara sineği olmaya devam edelim.
Hak, hukuk, adalet, özgürlük, kardeşlik, laiklik, aydınlanma; yolsuzluğa, işsizliğe karşı mücadele vb. konularda üç aşağı beş yukarı anlaşırız. Buralarda fazla sorun çıkmaz.
Ama derim ki, oy vermeyi düşündüğünüz parti ve adaylara şu soruları sorun ve yanıtlarını alın:
- Amerikan emperyalizmine karşı mısınız?
- Amerikan emperyalizminin Orta Doğuya yönelik saldırılarına (örneğin iki ay önce Suriyeyi kimyasal silah kullanıldığı bahanesiyle bombalamasına veya Kudüsü, İsrailin başkenti ilan edip İsrail saldırganlığına yol vermesine) karşı mısınız?
- Amerikan emperyalizminin -kendi deyimiyle- Suriyedeki kara gücü PYD değil midir? PYD/PKK Suriye ve Irakta ABD ile işbirliği halinde değil midir?
Emin olun, ülkemizin ve bölgemizin yakın geleceğinin can alıcı soruları ve turnusol kâğıtları bunlardır. Norveçte veya Kanadada değil, Türkiyede yaşıyoruz.
Bu soruları vurgulamaz ve yanıtlarında net olmazsak, 24 Haziran bilemedin 8 Temmuz gecesi karşımızda, beklenmedik destekçileri eşliğinde Başkan Erdoğanı görürsek şaşırmayalım. ABD için -ABD karşıtlığının doruklarda olduğu ülkemizde- en iyi Amerikancı, Amerikaya karşıymış gibi gözüken Amerikancıdır çünkü.
İyisi mi, seçim sonrasını düşünerek sağlam duralım bu konuda.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.