Ender Helvacıoğlu
Ender Helvacıoğlu - Savaş koşullarının gerekleri

Savaş koşullarının gerekleri

Tek besin kaynağı çıplak zor, baskı, zulüm, hatta savaş olan bir iktidar. Deyim yerindeyse sadece kanla besleniyor.

Kürt illerinde sürdürdüğü iç savaşın yanı sıra, şimdi de Suriyede savaş kışkırtıcılığı yapmaya ve müdahale etmeye soyunuyor.

Çünkü iktidarını sürdürebilmek için, hukukun ve demokrasinin kırıntısının bile kalmayacağı bir savaş ortamı yaratmaktan başka çaresi yok.

Toplum içindeki geleneksel çelişmeleri kaşıyıp kışkırtmaya, toplumu germeye ve birbirine düşman etmeye çalışan bir iktidar.

Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik çatışmasını kışkırtıyor ve derinleştiriyor. Türkiye tarihinin gördüğü en bölücü iktidar. Toplumu da bölüyor, vatanı da.

Çünkü kendi safını tahkim etmek ve diri tutmak için düşmanlık üretmekten ve kışkırtmaktan başka çaresi kalmamış.

Toplum içindeki en ilkel güdüleri, ortaçağdan -hatta daha da gerilerden- köken alan ideolojileri hortlatmaya ve yaymaya çalışan, gıdasını bu güdülerden-ideolojilerden alan bir iktidar.

Yobazlığı, dinsel fanatizmi, etnik milliyetçiliği, şovenizmi, ırkçılığı, kadın düşmanlığını, cinsiyetçiliği, vandalizmi, cehaleti, saldırganlığı büyütüyor ve bunlara yaslanıyor.

Çünkü izlediği politikaların ve içine girdiği uygulamaların zemini olabilecek başka bir ideolojik kaynağı, başka bir ikna yöntemi yok. İktidarının ve uygulamalarının sürdürülebilirliğini sağlamak için her türlü modern ideolojiye ve davranış-yaşam biçimine savaş açmak zorunda.

Sadece içte değil bölgede de en gerici, en feodal, en emperyalist unsurlarla kaderini birleştirmiş bir iktidar: Suudi Arabistan, Katar ve IŞİD de içlerinde olmak üzere Suriyedeki cihatçı unsurlarla aynı mevzide.

Kısacası Saray ve AKP Hükümeti, Türkiye tarihinin en gerici, en şoven, en halk düşmanı, en bölücü, en işbirlikçi iktidarıdır. Ülkeye getirmek istediği rejim de bu niteliklerde (yani faşizan) olacaktır.

***

Peki, böyle bir iktidarın daha uzun süre Türkiye gibi bir ülkeyi yönetme ve rejimini yerleştirme potansiyeli var mıdır?

Bazı arkadaşlar bunun mümkün olmadığını, AKP için yolun sonunun gözüktüğünü söylüyorlar; oldukça sağlam gerekçeleri de var.

Bence bu analizler madalyonun bir yüzü. Bir de diğer yüzü var. Şeytanın avukatlığını yapma pahasına bazı noktalara değinelim.

Normal koşullar altında böyle bir iktidarın (özellikle son üç yıldır) devam edebilmesi olanaksızdı. Ama koşullar normal değil. Ve AKP bu anormal koşulları değerlendiriyor, hatta bilinçli olarak daha da anormalleştiriyor.

Yani AKP neden süremeyeceğinin verilerini, sürmesinin gerekçelerine dönüştürerek ilerliyor. Bıçak sırtı bir çizgidir bu, ama izlemeye mecbur.

1) Bölgede kıran kırana bir savaş var. Bu savaş genişleme eğilimi taşıyor ve kısa sürede bitecek gibi de gözükmüyor. Esad Suriyesi-Rusya-İran-Lübnan Hizbullahı cephesinin (anti-emperyalist cephe de desek yanlış yapmış olmayız) son aylarda inisiyatif aldığı gözüküyor. Ama bu cephenin kesin yengi kazanabilmesi için daha epey bir yol var ve garanti de değil. 

Kısacası daha uzun bir süre savaş koşullarında yaşayacağız. Yaşayacağız diyorum, çünkü Türkiye giderek daha fazla sıcak savaşın içine çekiliyor. Hem savaşa giriyoruz hem de savaş bize giriyor. Öte yandan ülkemizin güneydoğusunda bir iç savaş yaşanıyor olduğunun ve bunun da genişleme eğilimi gösterdiğinin altını çizelim. 

Böyle koşullarda savaşa müdahil olan ülkelerde savaş hükümetleri kurulur (sosyalistler de iktidara gelseler bir savaş hükümeti kurmak zorundadırlar) ve savaşçılar öne çıkar. Barış, demokrasi, özgürlük, reform vb talepler geriye itilir ve sesi kısılır.

İşte AKP bu koşullara oynamaktadır ve hem emperyalistleri hem de halkı kendisine mecbur olduklarına ikna etmeye çalışmaktadır. Dikkat edilirse AKPnin PKK-PYDye karşı verdiği savaş, emperyalist güçleri, esas taşeronun kendisi olduğuna ikna etme hedeflidir.  Ey ABD, senin müttefikin kim? derken, (bazı aymazlar bunu anti emperyalist AKPnin ABDye kafa tutması olarak değerlendirseler de) bu yakarışı dillendirmektedir. AKP - PKK/PYD savaşı kim baş taşeron olacak savaşıdır.

2) AKP-ABD, AKP-Batı, AKP-NATO, AKP-büyük burjuvazi, AKP-TSK, AKP-Rusya çelişmelerinin, hatta AKP içi çelişmelerin keskinleştiği doğrudur. Bu çapta büyük güç odaklarıyla uyumsuzluğunun AKPnin (en azından Sarayın) sonunu getireceği söyleniyor; bu da güçlü bir olasılıktır.

Fakat emperyalist odakların hâlâ AKPyi götürme değil, dizginleme politikası izlediklerini de bilelim. Çünkü henüz emperyalistlerin işine gelebilecek nitelikte daha akıllı, daha uyumlu güçlü bir seçenek ortaya çıkmamıştır. Saray ve AKP de olası seçenekleri yok ede ede ilerlemeyi henüz becerebiliyor ve dereyi geçerken at değiştirilmez mesajı veriyor.

Kaldı ki, ancak bütün bu çelişmeleri emekçi halk lehine değerlendirebilecek güçlü bir sosyalist politik odağın varlığında bunlar bir anlam taşır. Yoksa sevindirik olmaktan, sonra da tekrar ayak altında kalmaktan öteye geçilemez. Bu çelişkiler kendi başlarına bir devrimci durum yaratmazlar. Sadece Sarayın ve gerici savaşın sahibi değiştirilmiş olur.

3) Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta, güçlü bir devrimci, anti-emperyalist politik odağın yaratılması sorunu oluyor. Geçmişteki yüklerimiz ve hâlâ devam eden zaaflarımız yüzünden şimdilik bunun uzağındayız.

Ama 1919da ne kadar uzağındaysalar, o kadar uzağındayız. Bu keskin koşullar önünde sonunda devrimci bir çıkışı yaratacaktır. Halkımıza, genç devrimcilerimize ve deneyimli sosyalistlerimize güvenelim.

Ya devrim savaşı önler ya da savaş devrime yol açar demişti Mao Zedung. Genellikle (hatta hep) ikincisi olmuş. Birinci olasılığın gerçekleşme fırsatı önümüze gelmişti 2013 Haziranında, ama kaçırdık. Artık savaş koşullarında yaşıyoruz ve ikinci olasılığa göre konumlanmak durumundayız.

Sosyalistler açısından okun ucunu AKP iktidarına yöneltmek doğru politik taktiktir. Henüz güçlü ve müdahil olamasak da hangi durum devrimci olanaklara daha açıktır: Sarayın ve AKPnin iktidarını sürdürdüğü ve rejimini gerçekleştirdiği koşullar mı, yoksa AKPnin zayıfladığı ve bir şekilde tepetakla olduğu koşullar mı? Sosyalistlikten dönüp milliyetçi olunmadıysa ve AKPnin mevzisine girilmediyse, yanıt açıktır: ikincisi.

Öte yandan bu aşamada örgütsel düzlemde, var olan mevzilerimizi savunmak, korumak ve tahkim etmek taktiği öne çıkıyor. Bu da önemli bir konu, başka bir yazıda tartışırız.

Toplam 753 defa okunmuştur.

Ender Helvacıoğlu diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.