Siyasal İslamın yarattığı tehlikeli gerilimler
Laiklik ile demokrasi tarihsel olarak aynı paketin unsurlarıdır. Tabii ki bunlar iki ayrı toplumsal kavramdırlar, bire bir örtüşmezler; detaya inildiğinde farklı toplumsal mekanizmaların ürünleridirler. Örneğin her laik rejim demokratiktir diye bir yasa yoktur.
Fakat hem aynı kaynaktan beslenen hem de birbirlerini besleyen iki toplumsal olgudur laiklik ve demokrasi. Laiklik özgür bireye ve toplumsal ilişkilerde eşit haklara sahip yurttaşlara dayanır ve demokrasi temelinde gerçek niteliğini bulabilir.
Laiklik, din ve dindar düşmanlığı değildir. Dini yok etmek ve dindar yurttaşların inançlarının gereklerini (tabii her inanç için geçerli olduğu gibi çağdaş hukuk kuralları çerçevesinde) yaşamalarını baskılamak değildir.
Laiklik aslında, burjuvazi önderliğindeki halk sınıflarının aristokrasiye karşı kazandıkları zaferden sonra dinsel kurumlarla yaptıkları bir ateşkestir. Bu ateşkesle dinin sınırları belirlenir. Din, başta devlet işleri olmak üzere dünya işlerinin dışına itilir. Karşılığında herkes kendi vicdanında, iç dünyasında, başkasına dayatmamak koşuluyla, istediği inanca sahip olabilir. Bu inancının gereklerini ve ritüellerini, çağdaş hukuk kuralları çerçevesinde yerine getirebilir.
Toparlarsak: 1) Din, devlet işlerine karışmayacak; 2) Toplumsal ilişkilere (ekonomi, eğitim, medeni ilişkiler vb.) bulaşmayacak; 3) Kimse inancını başkasına dayatmayacak; 4) İnançlar çağdaş hukuk kuralları çerçevesinde yaşanacak. Anlaşma (ve karşılıklı sınırlar) bunlardır.
Kısacası, laiklik dinin siyasallaşmasının ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde belirleyici olmasının önüne geçilmesidir. Kişisel inançlar ve bilimsel düşüncenin toplumsallaşması meselesi zamana, kültürel evrime ve toplumsal ilerlemeye bırakılır.
***
Siyasal İslam rejimi ise -adından da anlaşılabileceği gibi- bu ateşkesin din lehine bozulmasıdır. Dinsel düşünce ve kuralların siyasete ve devlet işlerine yön vermesi, toplumsal ilişkilerde -yasalarla desteklenerek- belirleyen olmasıdır.
Türkiye, AKP iktidarı altında, bu dayatmaları ve bu dayatmaların yol açtığı gerilimleri yaşıyor. Son günlerde öne çıkan eğitimin içeriğiyle ilişkili tartışmalar bu gerilimin ürünüdür.
Dine dayalı bir rejim, dayatmacıdır, demokratik olamaz. Bunun felsefi ve ideolojik nedenleri var.
Dinsel düşünce meşruiyetini, doğaüstü, fizikötesi, dünyevi ve toplumsal olmayan mutlak bir otoriteye (Tanrıya) dayandırır. Bu düşünce biçimi ve inançlar bütünü, meşruiyetini aldığını iddia ettiği alanda ve çerçevede kalırsa bir sorun yok. Zaten laikliğin dediği de budur: Madem doğaüstüne, fizikötesine, dünyevi ve toplumsal olmayan bir güce dayanıyorsun, o halde orada kal. Doğaya, fiziğe, dünyaya ve topluma karışma! Oralar laik ve bilimsel düşüncenin hükümranlığıdır; çünkü laik ve bilimsel düşünce meşruiyetini doğadan, fizikten, dünyevi ve toplumsal olandan alıyor. Herkes meşruiyetini aldığını iddia ettiği alanda kalsın! Bu son derece mantıklı, haklı ve meşru bir taleptir.
İşte dinsel rejim savunucuları (bizim örneğimizde siyasal İslamcılar), hadlerine olmayan alanlara girmeye çalışıyorlar. Doğaüstünün doğaya, fizikötesinin fiziğe, dünyevi olmayanın dünyaya, toplumsal olmayanın topluma müdahale etmesini ve yön vermesini istiyorlar ve dayatıyorlar. Dananın kuyruğu da burada kopuyor ve uzlaşmaz bir çatışma doğuyor.
Dincilik ve siyasal İslam meşru ve demokratik değildir, çünkü ilgisi ve hakkı olmayan (kaynaklanmadığı) bir alana müdahale etmektedir. Laiklik meşrudur ve demokratiktir, çünkü kaynaklandığı ve hakkı olan bir alanda hüküm sürmeyi talep etmektedir.
İsteyen Dünyanın düz olduğuna inanabilir; ama bu inancını yerbilim ve gökbilim eğitimine sokuşturamaz.
İsteyen bütün canlı türlerinin Tanrının Ol demesiyle yaratıldığına inanabilir; ama bu inancını biyoloji müfredatına sokamaz.
İsteyen öte dünyaya, cennete, cehenneme, şeytana, meleklere, cinlere, perilere inanabilir; ama bu inançlarını zorunlu din dersi adı altında çocuklara dayatamaz.
İsteyen serbestçe orucunu tutabilir, namazını kılabilir; ama kimseyi oruç tutmaya, namaz kılmaya zorlayamaz.
İsteyen kadınların saçının, başının, kolunun, bacağının gözükmesinin günah olduğuna inanabilir, kendisi -kamusal görevler hariç- böyle giyinebilir; ama kimseyi böyle giyinmeye zorlayamaz, böyle giyinmeyen kadını taciz etmeyi kendine hak göremez. Çağdaş hukukta günah diye bir kavram yoktur, olamaz.
İsteyen doğal afetlere karşı Tanrıya yakararak ve dua ederek karşı konulacağına inanabilir; ama merkezi ve yerel idareciler doğal afetlere karşı doğa yasalarına dayanan bilimsel düşüncenin ışığında tedbirler almakla yükümlüdürler.
Dünyevi olanın tanrısal olana değil, tanrısal olanın dünyevi olana müdahalesinden ve dayatmasından kaynaklanmaktadır gerilim.
***
Mesele sadece siyasal İslamcı iktidar ile muhalefetin çatışması değil. Bu gerilim sadece siyasal düzlemde kalmıyor; toplumun hücrelerine, günlük yaşama, bireysel düzleme de aynı keskinlikte iniyor. Böylece tehlikenin boyutu da -siyaseten çözüm üretilemediği durumda- büyüyor.
Dinsel düşünce biçimini benimseyen ve onun kurallarını uygulamak isteyen kişi, günümüz toplumunda sürekli olarak bir iç gerilim yaşar. Kısaca, teorisinin mutlakçılığı ile pratiğin/yaşamın kaotik değişkenliği arasındaki çelişkidir bu iç gerilimi yaratan.
Doğanın ve toplumun üzerindeki mutlak bir otoriteye biat ettiği ve kaynağını bu mutlak güçten alan değişmez, tartışılmaz, sorgulanmaz bir teoriyi benimsediği için, sürekli olarak pratiği teoriye uydurma beyhude çabası içindedir. Dinci, her an olgulara karşı savaşmak zorundadır. 7. yüzyıl Arabistanının fikriyatı ile 21. yüzyıl Türkiyesinde yaşamaya çalışmaktadır. Sürekli takiye yapmak zorundadır. Ve bu takiyeyi esas olarak çevresine değil, kendisine ve Allaha karşı yapmaktadır. Dayanılmaz bir gerilimdir bu.
Etrafı günah ve günahkâr kaynamaktadır: Başı açık kadınlar, şortlu kızlar, el ele tutuşan, öpüşen sevgililer, mayoyla denize girenler, içki içenler, oruç tutmayanlar, namaz kılmayanlar, tanrısal fikriyatını tartışanlar, sorgulayanlar, bilimin ve aklın kıstaslarına vuranlar, soru soranlar, eylem yapanlar, başkaldıranlar, gazeteler, tv programları, sosyal medya, bilim, sanat, teknoloji, felsefe, spor, vb, vb… Yani günlük doğal yaşamla sorunu vardır dincinin. Ve bu günahkârlar en yakınlarıdır da aynı zamanda; arkadaşları, akrabaları, hatta kendi eşi ve çocukları…
Aslında laiklik, dinsel düşünce biçimini benimsemiş olan kişinin her an yaşadığı ve bireysel olarak aşması çok zor olan bu iç gerilimi hafifletmenin, bir dengeye getirmenin ve dinciyi en azından dindara çevirmenin de anahtarıdır.
Laikliğin törpülendiği, dinsel düşüncenin devlet ve iktidar eliyle başta eğitim olmak üzere her alanda pompalandığı bir iklimde, dincinin yaşadığı bu iç gerilim hem daha da keskinleşir hem de dışa vurur. İç çatışma dışa taşma olanağı bulur (iç gerilimi dışa yönelterek aşma eğilimini doğurur) ve dış çatışmalara yol açar. Günümüz Türkiyesinde kadın cinayetlerinin, yukarıda örneklediğimiz günah sayılan davranışlarda bulunan kişilere yönelik fiili saldırıların hissedilir biçimde artmasının nedeni budur.
Daha da önemlisi, özellikle eğitimin İslamileştirilmesi girişimleriyle küçücük çocuklarımız bu gerilimin girdabına çekilmektedir. Çocuk, okulda öğrendiğiyle okul dışındaki (hatta evdeki) günlük yaşam arasındaki çelişkilerle boğuşmak zorunda bırakılmaktadır.
Bu, son derece tehlikeli bir süreç. İktidar devrilebilir, hükümet değişebilir; ama dışa da taşma eğilimi gösteren bu gerilimi yok etmek çok daha zor olacaktır.
Türkiye toplumunun bütün hücrelerine, mahallelere, okullara, işyerlerine, evlere, ailelere birer saatli bomba yerleştirmektedir laikliği törpüleyen bu iktidar. Bu, şimdiye kadar (ve halen) yaşadıklarımıza rahmet okutacak iç savaş tohumlarının serpiştirilmesi demektir.
Laikliğe hava kadar, su kadar ihtiyacımız var derken kastettiklerimiz bunlar.
NOT: İç savaş terimini bilinçli olarak kullandım. Bu, birkaç cümleyle geçiştirilemeyecek bir konu, ayrı bir yazıyla ele alırız. Ama en azından şunu belirtelim: Türkiyenin ne yazık ki bir iç savaş geleneği vardır ve tehlike küçümsenmemelidir.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.