Ender Helvacıoğlu
Ender Helvacıoğlu - Solcu ‘ayıplar’

Solcu ‘ayıplar’

Derya gibi bir konudur bu. Derin kuramsal (ideolojik, politik, sosyolojik, psikolojik, hatta antropolojik) analizler de yapılabilir. Genişçe bir vakit bulursam bütün bu boyutlarını tartışarak yazmak isterim ama yeri burası değil. Örnekler üzerinden gideceğiz; hem böylece herkes dilediği gibi tartışır, kuramın altında ezilmeden özgürce yorumunu getirir. 

Halim Abi’miz vardı (Halim Spatar). Eski TKP’li, 1951 tevkifatında gençlik sorumlusu olarak içeri girmiş. Birkaç yıl önce kaybettik kendisini. Zaman zaman buluşur sohbet eder, anılarını anlattırırdık. Hiçbir zaman TKP’deki kod adını söylememiştir. Ölümünden iki yıl önce bir sohbette sormuş ve ısrar etmiştim. “Biz o adı mezara götürmek üzere aldık” demiş, söylememişti. Gerçekten de götürdü.

Demek ki, bir komünistin kod adını, bilmesi gerekenlerden başkasının öğrenmesi ayıptır. Ortada öyle bir parti kalmamış, üzerinden 60 yıl geçmiş olsa bile…

Bizim kuşağın (78 kuşağı) “ayıp” gördükleri çok daha fazladır. Bunlardan bazılarını aşırı bulanlarınız olabilir (ben nasıl Halim Abi’ninkini aşırı buluyorsam), haklıdırlar da; ama bazıları bence hâlâ geçerlidir.

Örneğin bizim taze devrimci olduğumuz dönemlerde kot giymek ayıptı. Amerikan emperyalizminin simgesi olarak görülürdü. Onlu-yirmili yaşlarımda kotlu bir fotoğrafım yoktur. Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen annem-babam da bana hiçbir zaman kot almamıştı; demek Kemalistlerin de tutumu böyleydi (onlarla parka mı pardösü mü tartışması yapardık). Sonraları birileri kotun Amerikan işçi sınıfının giysisi olduğunu söyleyiverdi de kot giymeye başladık.

Bilinen örnektir: kola içmek ayıptı. O da emperyalizmin simgesiydi. Ben ilk kolamı 30’umda falan içmiş olabilirim. Gerçi bu ayıp hâlâ devam ediyor sanırım; hatta genişleyerek… Birkaç yıl önce tesadüfen bir arkadaşla Kadıköy-Starbucks’ta buluşma gafletinde bulundum. Görülmüşüm! Lafı çıktıydı, “Ender Abi Starbucks’ta kahve içiyor” diye. Bir daha önüne yolum düşse bile on metre uzağından geçtim hep...

Ortalıkta bir şey yemek ayıptı. Örneğin hâlâ otobüste, vapurda simit bile yiyemem. Alamayan olur, özenen olur… ayıptır.

Sevgini, aşkını ortalık yerde göstermek, ilan etmek çok ayıptı. Zaten âşık olarak yeteri kadar zaaf içindesin, bir de bunu göze sokuyorsun! 1990’ların ortalarıydı, eşimle birlikte İTÜ’ye yolum düşmüştü; kapıdan girerken gayri ihtiyari elini bırakıvermişim. “Ender” demişti, “Biz sevgiliyiz, sevgililer el ele, kol kola gezerler”. Gel de anlat, ben buralarda yürüyüşler yapmışım, forumlarda konuşmuşum, şeflik taslamışım, şimdi kızın biriyle el ele… eskilerden bir gören olur, ayıptır!

Örneğin randevuya gecikmek ayıptan da öteydi, ceza gerektiren bir zaaftı. Daha tüyü bitmemiş delikanlıyken ilk randevuma üç dakika geç kalmıştım. Toplantıda üzerinde bir saat konuşulmuş, neyse ki deneyimsizliğime verilmişti de örgütlü devrimciliğim daha başlamadan bitmemişti. O gün bugündür, her randevuma iki dakika (sakın ha daha fazla değil, o da zaaftır) önce giderim.

Kadına vurmak da ayıptı. “Kadına vurmak” derken aile içi şiddeti falan kastetmiyorum, o zaten ayıptan da öte; kastım devrimci kavgalarda kadınlara el kaldırmamak. Biz Maocuyduk, bu tutumu savunurduk; ama daha modern olanlarımız vardı, onlar kadın-erkek dinlemez girişirlerdi. Bu nedenle TKP’li kadınlardan (biz el kaldıramadığımız için) dayak yemişliğim de vardır. Tabii zamanla biz de modernleştik, enayiliğin alemi yok!

Türkü bilmemek de ayıptı. Ben kolej çocuğu olduğum, rock, caz, blues dinleyerek yetiştiğim için türkü dağarcığım çok zayıftır. Hâlâ dost meclislerinde çekerim bu ayıbın acısını.

Daha pek çok örnek verilebilir: Kütüphanesi olmamak, ceddiyle övünmek, milliyetini sormak, hemşerilik yapmak, rakı içmek (köpek öldüren şarapları varken), filtreli sigara içmek, otomobil kullanmak, tatile çıkmak, başarı ve yetenekleriyle övünmek (ve övülmek)… bunlar ayıp şeylerdi. “Bacılar”, kendilerine özgü farklı ayıp örnekleri de verebilir.

Bazıları aşırıdır bunların; ama bazıları tavsamaması, savunulması ve genç kuşaklara aktarılması gereken davranışlardır.

Şimdi daha güncele ve bu aktarılması gereken örneklere gelelim. Hele şu yaşadığımız imaj çağında…

***

Örneğin, bir devrimcinin şu kadar yıl içerde yattığını, şöyle işkence gördüğünü ikide bir hatırlatması ayıptır ve hâlâ ayıplanmalıdır. Gördüğü zulmü ranta çevirme ve halka bedel ödetme anlayışının dışavurumudur bu. Burası Türkiye arkadaşım, Norveç değil; burada içeri girmek de var, işkence görmek de, hatta asılmak, kurşuna dizilmek, ortadan kaybedilmek de…

Bir devrimci daima sınıfına, halkına, vatanına borçludur. Nicelleştirilecek bir borç değildir bu; boynumuzun borcudur (Deniz’in boynu gibi). Devrimci, borçlu gelir borçlu gider. Anamıza babamıza borcumuz var, ödeyemedik. Yavuklumuza borcumuz var, ödeyemedik. Halkımıza borcumuz var, ödeyemedik. Devrimci, ödenemeyen borçların insanıdır…

Örneğin, bir devrimcinin başına gelmeyen konularda ahkâm kesmesi de ayıptır ve hâlâ ayıp sayılmalıdır. Cezaevinde şöyle yatılmalı, işkencede böyle tutum alınmalı diye ders verme hakkı, bizzat o tezgâhlardan geçenlere aittir. Bunları yaşamayanların öğretmeye değil, bir bilenden öğrenmeye ihtiyacı vardır ancak. Uzun süre cezaevinde yatmadığım ve işkence görmediğim (dayağı sopayı işkenceden saymıyorum) için bu konularda tek bir laf etme hakkı görmem kendimde.

Örneğin, yenilgiyi-ezilmeyi göstermek, bununla övünmek ayıptır; doğru bir propaganda tarzı da değildir. Sosyal medya, polis dayağıyla yüzü-gözü morarmış, yakası-bağrı dağılmış, yerlerde sürüklenen devrimci fotoğraflarıyla dolu. Hatta marifetmiş gibi paylaşılıyor bunlar. Daha önce de yazmıştım: kendi gücüne güvenmeyen “kurtarılmayı bekleme” tutumudur bu. Emekçiler ezilenlere sadece acırlar, peşlerinden gitmezler.

Örnek aldığımız devrimci önderlerin böyle tek bir fotoğraflarını gösteremezsiniz. Olsa bile bunları düşman yayar, karşı propaganda için. Bırakın devrimciliği, küçük bir çocuk bile karşı mahallenin bıçkınından dayak yiyip gözü morarsa yarası geçene kadar evden çıkmaz, utanır. Delikanlılığın gereğidir bu…

Örneğin, siyasi polemiklerde kişilik tartışması yapmak, küfür etmek, alay etmek, hele belden aşağı vurmak çok ayıptır. Politik yetersizliğin göstergesidir bu. Yüz yüze gelmeden siyasi mücadele yapıldığı (daha doğrusu yapıldığının sanıldığı) internet çağında çok rastlanıyor bu tutumlara. Üç gün önce yere göğe sığdıramadığı, Lenin’e benzettiği kişiye, ters düştüğünde ağza alınmadık küfürler savurmak, kişiliğine saldırmak örneğin… Bunları yapanlar uyarılmalı ve politik düzleme davet edilmelidir.

Hele siyasi muarızlarını kolayca “ajanlıkla, döneklikle” itham etmek, biraz abartmama izin verin, ölümü göze almakla eşdeğerdir. Bunlar ciddi suçlamalardır ve kanıt ister. Ajanlığın, dönekliğin tartışması olmaz. Bir devrimci, kendisine böyle suçlama yönelten kişiyle bu konuyu tartışmaz; gördüğü yerde dalar. Dolayısıyla böyle ithamlarda bulunmadan önce beş kere düşünmek ve ispat etmek gerekir.

Daha pek çok örnek verilebilir; farklı yönlerden de ele alınabilir bu konu. Ama köşe yazısı boyutlarını aşmayalım. Yeri geldiğinde yazarız yine.

Son bir şey söylemek isterim: Devrimci haksızlık yapmaz, hak yemez. Bilmeden yaptıysa eğer, bin kere özür dilemesi gerekir. Ve devrimci haksızlığa boyun eğmez; özellikle başkasına yapıldığında…

Çok da zor değildir devrimci olmak. Aşkın değerler değildir bu yazdıklarım, emekçi değerleridir; emeğe saygının gerekleridir.

Toplam 2368 defa okunmuştur.

Ender Helvacıoğlu diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.