Taşerona ve taşeronlaşmaya hayır!
Lafı uzatmaya gerek yok, kısa notlar halinde yazalım.
Her açıdan delik deşik bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin sınırları da delik deşik, devleti de, iktidarı da, sözde politikaları da…
İstihbarat örgütlerinin içinde cirit attığı, emperyalist müdahalelere tamamen açık bir devlet yapısı… Hiçbir süzgeç yok. İstihbarat örgütlerinin ve terör örgütlerinin açık pazarı.
Boğazına kadar suça batmış bir iktidar. Tökezlediği an dünya kadar iddianame kapıda. Tek politikası, ne yapıp edip iktidarı yitirmemek olan, iktidara mecbur bir iktidar.
Bu mecburiyeti yüzünden her şeyi yapabilecek ve bu mecburiyetini bilip kullanabilecekler tarafından her şeyin yaptırılabileceği tam teslim bir iktidar.
İktidara mecbur, dolayısıyla kendisini iktidar yapanlara mecbur. Anasını bile satabilir ve herkese satılabilir…
Manevra (siyaset yapma) yeteneği ve potansiyeli tükenmiş, bağışıklık sistemi dumura uğramış, direnci kalmamış, şaşkın bir iktidar.
Son dönemde yaptıkları (Rusya ve İsrail ile arayı düzeltme çabaları vb.) birer manevra değil, dümensiz bir geminin dalgalı ve kayalıklarla dolu bir denizde oradan oraya savrulması.
Bu mecburi savrulmaları Atatürk çizgisine teslim oldu, bizim mevziimize geldi diye yorumlamak hiç yoktan paye vermek olur (söz konusu mevzilere olmasa da Atatürke ayıp olur!). Baksanıza, hem Rusya ile hem de İsrail ile arayı düzeltiyor!
Arayı falan düzelttiği yok. Kuyruğu kaptırmış, herkes ona ayar çekiyor. Bunu Makyavelizm diye nitelemek de, Machiavelliye çok büyük bir haksızlık!
İlle bir politika diyeceksek, şamar oğlanlığı politikası diye tanımlayabiliriz. Eski filmlerde vardı, 5-6 kişi gardı düşmüş bir adamı ortalarına alır sırayla tokatlarlardı. Her tokatta oradan oraya savrulurdu zavallı. Başka bir benzetmeyle ortada sıçan politikası…
Bugün Erdoğanın ve AKP iktidarının durumu budur. Ve böyle bir iktidar ile yönetilen bir ülkede her şey olabilir.
Gelinen noktada Erdoğanın ve AKP iktidarının varlığı ülkemiz ve halkımız için artık bir güvenlik zafiyetidir.
***
Peki, niye böyle oldu, neden bu hale geldiler?
Çünkü Erdoğan ve AKP bir taşerondur; izledikleri çizginin gerçek sahipleri değiller. Ülke 14 yıldır bir taşeron tarafından yönetiliyor.
Erdoğan eski Cumhuriyet rejiminin yıkılış sürecinin patronu değil, taşeronu. Asıl patron, başta ABD olmak üzere Batı emperyalizmi ve onunla işbirliği yapan Türkiyenin büyük burjuvazisi.
Erdoğan yıkımın taşeronu. Başarıyla gerçekleştirdi bu görevini. Her şeyi göze alarak, boğazına kadar suça batarak gerçekleştirdi.
Ama artık sıra kurmakta. Peki, Erdoğan kurmanın da taşeronu olabilecek mi? İşte bir türlü beceremediği bu, gerilimi de bu yüzden. Patronlarına yalvarıyor, Ey Amerika, Ey Almanya diyerek, ben kurmanın da taşeronu olurum…
Hem yıkıcı hem de kurucu olan patron görülmüştür ama böyle çifte yetenekte bir taşeron görülmemiş. Taşeronun kaderidir, sınırlı bir süre kullanılıp atılmak.
Bu kaderine isyan ediyor Erdoğan! Patronlarına kurucu da olabileceğini kanıtlamak için, ülkenin tarihsel birikimiyle ve toplumun sosyolojisiyle savaşmak zorunda.
Üstüne üstlük bu yıkıcı-kurucu diyalektiği sadece ülke içinde değil, hatta daha da çok bölge için geçerli. Bölgede, Erdoğanın patronları da dahil büyük güçler tarafından oynanan satranç oyununda sürekli yeniden bozulup kurulan dengelerle de baş etmek durumunda Erdoğan.
Hiçbir biçimde müdahil olamadığı, sürekli bir uçtan diğerine sürüklendiği, şaşkına döndüğü, zavallılaştığı bir savaş bu. İşyerinde patronundan zılgıt yiyip, bunun acısını evde eşinden çıkarmaya çalışan zavallı kocaya benziyor Erdoğan.
Kanıtlamaya çalıştığı kuruculuk imajını bozan her kesime nefretle saldırması bundan. Bu nedenle bu kadar gözü kara, bu kadar pervasız, acımasız ve ilkesiz. Hegemonyasını ideolojik yöntemlerle, yani ikna yoluyla kurabilme yeteneğini yitirmiş. Ancak çıplak zor yöntemleriyle kurabilir ve bunu deniyor.
Onu bir süre daha kullanabilirler. Kimseye yaptıramayacakları işleri yaptırabilmek için. Daha da yıktırmak için. Bu halkı kendi kuruculuklarına daha da mecbur bırakabilmek için.
Bu nedenle de tehlikelidir ve bir güvenlik zafiyetidir Erdoğanın ve AKPnin varlığı. Sadece emperyalist yıkıcılığın taşeronu olduğu için değil, emperyalist kuruculuğun gerekçesi de olduğu için.
***
Böyle tehlikeli bir süreçten geçiyoruz.
Hem yıkıcılığa karşı mücadele etmeliyiz, hem mevcut yıkıntının yarattığı güvenlik zafiyetini dikkate almalıyız, hem de emperyalist kuruculuğun tuzağına düşmemeliyiz.
Birincisi, Erdoğan ekibinden ve AKP iktidarından kurtulmak zorunda bu ülke. Sadece onurunu değil canını da kurtarabilmek için. Ama örgütlü halk inisiyatifiyle… Bu son cümlenin altını on kere çizelim. Bu cümlenin örgütlü sözcüğünün altını ise yüz kere…
İkincisi, -bunu belki başlı başına bir yazı konusu yaparız- Haziran Ayaklanmasının eylem tarzı artık geçerliliğini yitirmiştir.
Kendiliğindenciliğin ve zırt-pırt sokak çağrılarının artık bir anlamı yok. Zaten bu tür çağrılar halktan da -haklı olarak- fazla muhabbet görmüyor. Artık bir eylem yapılacaksa örgütlü yapılmalıdır.
Hamasete kaçmayan, dikkatli, olgun, bağımsız bir hatta sahip, eylemde fayda ilkesini ve kitle çizgisini gözeten, kısacası örgütlü bir eylem çizgisi…
Bu gözetilmezse ve becerilemezse, kuruculuğun taşeronu olunur.
Taşeronlaşmaya hayır! Ve bunun için de altını bin kere çizeceğimiz bir ilke: Anti-emperyalizm.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.