Ender Helvacıoğlu
Ender Helvacıoğlu - Yalan-doğru diyalektiği

Yalan-doğru diyalektiği

Hikmet Kıvılcımlı barbar yalan bilmez der. Çok dürüst olduğundan, üstün bir etik duygusuna sahip olduğundan değil, ihtiyacı olmadığı için yalan söylemez barbar. Yalanı bilmediği gibi dürüstlük kavramını da bilmez, ona da ihtiyacı yoktur çünkü.

Yalan, uygarlığın çocuğudur. Toplumun karşıt çıkarlara sahip sınıflara bölünmesiyle, sömürünün uç vermesiyle, yöneten-yönetilen, ezen-ezilen çelişkilerinin ortaya çıkmasıyla -kısacası uygarlıkla- başlamıştır yalan.

Yalan artık, yönetmek, sömürmek, ezmek için bir ihtiyaç olmuştur. Yönetici ve sömürücü hakim sınıfların, düzenlerinin sürekliliğini sağlamakta birinci araçları zor ise, ikincisi (belki daha da önemlisi ve etkilisi) yalandır. Yalan, zorun başaramadığını da başarır.

Geniş üretici ve emekçi kitleler, mevcut düzenin sürmesi gerektiğine ikna edilmelidirler. Bu sadece zor ile başarılamaz. Gerçek, sadece zor ile bastırılamaz. Gerçeğin saptırılması, ters yüz edilmesi gerekir. Emekçiler kandırılmalı, gerçek olmayana inandırılmalı ve ikna edilmelidirler. İdeoloji kavramı bu noktada ortaya çıkar. İdeoloji, bir sınıfın çıkarının teorize edilmesidir. Bir sınıfın çıkarının, sanki bütün toplumun çıkarıymış gibi gösterilmesi çabasıdır. Buna ideolojik hegemonya diyoruz. Hakim sınıflar açısından bakıldığında yalanın hegemonyası desek de fark etmez.

Hakim sınıfların aydınları bu işin görevlileridirler. Askerler (veya daha genel olarak söylersek güvenlik güçleri) nasıl zorun görevlileriyseler, aydınlar da ideolojinin (yalanın, gerçeğin eğilip bükülmesinin) görevlileridirler. Aydın, ideoloji üretir. Hakim sınıfın aydını, ister istemez yalan üretir. Daha doğrusu gerçeğin bir yanının, gerçeğin tamamıymış gibi gösterilmesinin (yani gerçeğin saptırılmasının) eridir.

Bütün sömürücü düzenler aynı zamanda birer yalan imparatorluğudur. Gerçek devrimcidir derken aynı olguya tersten vurgu yapmış oluyoruz.

***

Fakat yalana karşı mücadele kolay değil. Yönetici sınıfların binlerce yılın içinden süzülüp gelen müthiş bir birikimi, geniş bir külliyatı ve tabii büyük ustaları vardır bu konuda.

Kadim Çinin tarihteki binlerce olaydan damıtılarak formüle edilmiş 36 strategemi (savaş hileleri) anıt bir eserdir örneğin. Sun Tzunun MÖ 4. yüzyıldan kalma Savaş Sanatı ve onun yorumcuları, aynı yıllardan Hintli vezir Kautilyanın Arthaçastrası (Çıkar Sağlama Sanatı), Selçuklu veziri Nizamülmülkün Siyasetnamesi ve tabii Machiavelliin Hükümdarı hemen akla gelenler.

Günümüzde artık bu iş son derece gelişmiş teknolojik aygıtlarla ve geniş ekiplerden oluşan kurumlarca yapılıyor. Neyin yalan neyin doğru (gerçek) olduğunu çözümlemek iyice zorlaşmıştır.

Dolayısıyla hem büyük ustaların yöntemlerini hem de günümüzün manipülasyon tekniklerini kavramaya çalışmak, yani işin kuramını edinmek faydalı olacaktır. Aslına bakılırsa yalan ve hile kuramlarını, gerçeği ortaya çıkarma kuramları olarak da okumak mümkündür. Başarılı devrimciler bunu yapmışlardır; yönetici sınıfların ustalarından, ezilen-sömürülen sınıflar adına yararlanmışlardır.

En iyi öğretmenin düşmanındır çünkü (bu da eski ustaların temel ilkelerinden biri), sana öğretmek için her yola başvurur.

Bu konuyu Bilim ve Gelecekte geniş olarak ele alacağız; burada okurların üzerinde düşüneceği birkaç fırça darbesiyle yetinelim.

***

Siyasette en etkili yalan, düz-kaba yalan söylemek değildir. Örneğin Kabataştaki başörtülü bacının başına gelenler, camide içki içtiler gibi yalanlar bu türdendir. Usta işi değildirler ve söyleyenin düzeyini gösterirler. Ustalar böylelerini hep küçümsemiş ve aşağılamışlardır.

Siyasette en etkili yalan, doğruyu söylemektir. Ama nasıl? İşte birkaç yöntem:

Yalanı doğrular içine sakla! Etkili bir yöntem, bir yalanı bin bir doğru içine yedirmektir. Böylece hem yalan aktarılmış olur, hem de doğruları da çürüten virüs işlevi görür. Bir yalan bin doğru götürür.

Doğruyu, yalanın lokomotifi yap Bu da ilkinin aktif versiyonu. Yalanı büyütmenin yolu, doğruyu büyütüp yalanı küçültmektir. Bir noktada, mümkünse en başta, küçücük bir yalan söyle, sonra onu doğrularla büyüt. Bu becerilirse doğru yalanın motoru olur. Öklite gönderme yapalım: İki yalan arasındaki en kısa yol bir doğrudur.

Daha etkili bir yöntem, tıpkı sihirbazın el çabukluğu gibi akıl çabukluğudur. Gayet mantıklı akıl yürütme basamaklarında bir noktada ustalıkla (kör gözüm parmağına değil) sıçrama yapılması. Böylece hiç yalan söylenmeden yalan söylenmiş olur.

Daha da etkili bir yöntem: parçalanmış doğrudur. Postmodernistlerin çok kullandığı bir yöntemdir bu. Doğrunun bütünselliğini bozup küçük doğrulara bölmek ve böylece tek tek doğruları tek tek yalanlara ve giderek bütünsel bir yalana dönüştürmek. Bu da yalan söylemeden yalan söylemenin daha ustalıklı bir yolu.

Ama günümüzde en fazla kullanılan yalan yöntemi, zamandan ve mekândan koparılarak söylenen doğrudur. Yani mutlaklaştırılmış doğru. Askeri vesayet sistemi kötüdür, Saddam bir diktatördür, Esat demokrasiye karşıdır… Yalan mı? Doğru. Ama yalanın dik âlâsı!

Emin olun, başkanlık sistemini de içeren anayasa değişikliği paketi bu tür doğrularla birlikte gelecektir. Göreceğiz, yetmez ama evet aymazlığından ne kadar ders çıkarmışız…

***

Bu hinoğluhinlerin hinlikleri bitmez. Henüz doğru-yalan diyalektiğindeyiz. Daha olgu-algı diyalektiğine gelmedik. Bu daha teknik olan konuya bir giriş için Bilim ve Gelecekin yeni sayısının kapak dosyasını incelemenizi öneririm: Beyin, algı ve gerçeklik. Görelim, beynimiz bize nasıl yalan söyleyebiliyor…

Bütün bu yöntemleri bileceğiz. Öyle bileceğiz ki, onları kendi silahlarıyla vurmayı da öğreneceğiz. Devrimciler Doğrucu Davut değildir! Yalanı yatsıya kadar ortaya çıkarmayı da, dokuz köyden kovulmamayı da becereceğiz.

Ama bizim esas üstünlüğümüz felsefemizdir. En saklı yalanı bile ortaya çıkarabilecek panzehir budur. Yine birkaç fırça darbesi:

Biz her şeyi bilmeyiz; her şeyi bilebiliriz. Bizim bir bilenimiz yoktur; bilebilenlerimiz vardır. Dinsel düşünce ile bilimsel düşünce arasındaki temel ayrımdır bu.

Biz inançların değil, olguların, mutlaklıkın değil değişim ve dönüşümün avcılarıyız.

Gerçeğin (doğrunun) dostu, olgudur.

Yalana inanılır, doğru ise araştırılır ve kavranır. İnanılacak şey yalan, kavranılacak şey doğrudur. Yalan inanılabilirdir, doğru kavranabilirdir.

Yalan mutlaktır, doğru değişken. Değişmeyen yalandır, değişen doğru.

Kısacası doğru (gerçek) emek ister. Yalanı ile doğruyu ayırt etmede en güçlü kıstas emek gerektirip gerektirmediğidir.

Felsefi temel budur. Gerisi bizim ustalara kalmış…

Toplam 589 defa okunmuştur.

Ender Helvacıoğlu diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.