Gezi direnişi destanının 3.yıldönümü
Gezi parkı protestolarından bir başka söylemle gezi direnişinden sonra üç yıl geçmiş. Dijital çağın kaçınılmaz ansiklopedisi vikipedide bu konuda kısa bir özet bilgi de mevcut. Kuşkusuz kimi saptamalarda nesnel veya öznel yanlışlıklar olabilir, siz kendinize göre süzgeçten geçireceksinizdir. Çok geniş bir haber kaynakçası da var, ondan da yararlanabilirsiniz.
(Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Gezi_Park%C4%B1_protestolar%C4%B1)
Acaba bu protesto olayları geçmişte kalan hoş bir ses olarak mı anımsanacak, yoksa gerçekten toplumbilimsel olarak incelenmesi gereken bir olgu mu? Bu soruya ilk yanıtı veriyorsanız bunun için çok sayıda naif albüm ve gündelik tipi kitaplar da çıktı.
Eğer bu soruya ikinci yanıtı veriyorsanız, aşağıdaki gibi çalışmalar da yayınlanmış, gözatmanızı salık veririm:
Gezi parkı protestolarında başlayan devinimsellik giderek tüm Türkiyeye yayıldı. Savsöz de Heryer Taksim, her yer direniş olmuştu. İçişleri Bakanlığının resmi verilerine göre, 81 kentin Bingöl ve Bayburt dışında 79unda protestolar yapılmış, protestolara yaklaşık 2,5 milyon kişi katılmış,yine yaklaşık 4900 eylemci kuşkulu konumunda gözaltına alındığı, 600den fazla polisin, 4 bine yakın eylemcinin yaralandığı belirlenmişti. Performans sanatçısı Erdem Gündüzün Taksimde başlattığı duran adam eylemlerine her gün ortalama 50 insanın bireysel olarak katıldığı saptanmıştı.
Bu arada Türk Tabipleri Birliği Başkanı Özdemir Aktanın açıklamalarını da anımsayalım: 4 ölüm, 12 kişide göz yitimi, ve genel olarak 60ı ağır 7832 yaralı bir yana, savaşlarda bile görülmeyecek biçimde sağlık birimlerine saldırı ve sağlıkçıların hem de kelepçelenerek göz altına alınması söz konusu olmuş.
Bu protesto olgusuna (sürdürülebilir yaşam bakışıyla üç boyutta (iktisadî - toplumsal - ekolojik) bakıldığında sorunsal tam kapsamlı ele alınmış olur.
Ekolojik boyut
Taksim gezi parkındaki protestolar Topçu kışlası görünümüyle bir alışveriş merkezi inşaatı için oradaki ağaçların kesilmesine karşı eylemcilerin direnişi ile başlamıştı bilindiği üzere. Gerçi dönemin başbakanı (RTE) çok sayıda fidan diktikleri savını ileri sürmüştü, ama gerçek pek de öyle değildi! Belki fidanla ağacın, ağaçla ormanın aynı şey olmadığı konusunun kavranması sorunu var, ülkemizde! Atatürkün Yalovadaki çiftlik evinin kendisini, ağacın dalı kesilmesin diye biraz öteye taşıttığını da anımsayalım bu arada. Aslında burada ağaç simgesini iyi anlamak gerek, aslında ağaç yaşam demektir! Konu tek bir ya da birkaç ağacı savunmak değil elbette, konu yaşam alanını savunmak. Kaz dağlarını savunmak, Ergene havzasını savunmak, Munzur suyunu savunmak vd. Nitekim buralardan insanlar da vardı gezi parkı protestolarında.
Aslında bu sorunsalın tam adını koyalım: kentsel dönüşüm denilen kent ekolojisi tahribatı projesi diye tanımlayabiliriz. Bu proje iktisadî ve toplumsal boyutları da olan ve bunların birbiriyle girişik olduğu bir proje.
İktidarın ekolojik tahribat projeleri sepeti salt kentsel dönüşümden ibaret değil elbette. Maden ruhsatları, Kanal İstanbul, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) kapsamı dışına bırakılan projeler vd. Saymaya koyulsak, Temelin fıkrasındaki gibi hangi birisi, hangi birisi? Kısacası tüm Türkiyede doğa tehdit altında.
Ne yazık ki, ülkemizde bütünleşik algı yeterince oturmuş değildir. Bu yüzden birçok kişi, bu işin bir ağaç meselesi olmadığını ya da onun ötesine geçtiğini söylüyor. Yanlış, daha doğrusu eksik diyebiliriz! Sorunu yanal düşünme tekniğiyle bütünleşik algı yerine, sıraerkil (hiyerarşik) algı dizgesiyle anlamaya çalışmak alışkanlığı çok yaygın toplumumuzda. O zaman da sorunsal düzgün biçimde kavranamıyor.
Toplumsal boyut
Toplumsal bağlamda yapılmak istenen hamleyle, sağlanmak istenen amaç ve hedefler şunlardı: 31 Mart gerici ayaklanmasının simgesi Topçu Kışlası (ayrıntılı bilgi için bkz. Miyase İlknurun Cumhuriyetteki yazı dizisi,16.6.2013 ve izleyen günler) inşasıyla toplumsal belleğin Cumhuriyetten emperyalizmin yeni tezgahladığı Yeni-Osmanlıcılığa kaydırılması; halkın (1 Mayıs vb. eylemlilikleri yaşadığı) meydanının elinden alınması.
Gezi direnişinde hükümetin orantısız şiddet kullanması bir yana, toplantı özgürlüğüne ait Venedik Komisyonu 25.6.2012 tarihli kararlarına da hükümetçe aykırı davranıldığı belirtiliyordu o günlerde (Bkz. Rıza Türmen, Taksimde hukukun rafa kaldırılması, Cumhuriyet Gazetesi, 20.6.2013 tarihli nüsha).
İçlerinde Eren Erdem ve İhsan Eliaçık gibi öncülerin de bulunduğu antikapitalist ve devrimci müslümanlar direnişe bizzat katılırlarken, dinbilimsel uzmanlardan Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk bu direnişe ilişkin çok olumlu ve destekleyici görüşler yazarken (bkz. Özgürlük direnişinin getirdikleri,Yurt gazetesi,25.6.2013), Diyanet İşleri Başkanlığının Alo Fetva hattından direnişçilere kimyasal gaz sıkılmasında sakınca bulunmadığına ilişkin görüş verdiği öne sürülmüştü (Aydınlık gazetesi,25.6.2013). Oysa sağlıkla dolaysız ve dolaylı ilgili meslek mensuplarının meslek örgütleri kimyasal gazların sağlığa zararlı olduğu yönünde görüşler sundular. Biber gazı 1925 ve sonra da 1969da yapılan Cenevre Konferanslarında kimyasal silah olması nedeniyle kullanımı yasaklandı. Ayrıntılı bir çalışma için bkz. Haluk Duralın Aydınlık gazetesinin 20.6.2013 tarihli nüshasındaki yazısı.
Gazın ekonomisine de değinmeden geçmeyelim. Son 12 yılda 62 tonluk biber gazı ve göz yaşartıcı sprey ithal eden Türkiye, 21 milyon dolarlık ödeme yapmış. Umut Oran tarafından bu bilginin de eksik olabileceği, sadece gaz bombalarının atıldığı silahları kapsadığı, gaz fişeklerinin ise kapsamadığı belirtiliyor. Kimdir bu biber gazı ihraç eden şirketler derseniz change.org adlı örütbağda bulabilirsiniz. Bu arada Beşiktaş-Çarşı öbeği yandaşlarının savsözünü anımsayalım: Biber gazı oleey! Gezi parkı protestolarında Çarşı öbeğinin oynadığı önemli rolün altını çizmeden geçmek olmaz. Çarşı öbeğinin Taksime girişi TV kanallarında özel bir yer tutmuştu. Forza Beşiktaş tarafından Youtubea konan kısa bir örnek var.
Daha sonra Çarşıya dava açılmıştı anımsarsanız. Çarşı tarafından bestelenen Sık bakalım sık bakalım dizeleri direnişin resmi olmayan başlıca savsözlerinden biri oldu. Daha sonra polis tarafından gözaltına alındılar Çarşı öbeğinin kurucuları ve kimi önderleri hem de yağma amaçlı çete kurmaktan. Çarşı öbeği de avukatları aracılığıyla uzun bir açıklama yaptılar, ve şunu vurguladılar: Çarşı halktan ve haktan yanadır!
Belki vurgulanması gereken çok değişik bir olgu da 4 büyüklerin (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor) yandaşlarının birlikte kolkola direniş sergilemeleriydi. Hatta İstnbulun üç büyüklerinin ortak bir arması da çizildi ve adına da İstanbul United dendi. Bakın simgesine:
Psikiyatrist Prof.Dr. Mansur Beyazyürek çok ilginç bir saptamada bulunmuştu: Eylemler, yurttaşlara antidepresan gibi geldi. İnsanlar, Her şey boş, bir şey yapamıyoruz duygusunu yendiler. Artık ümitsizlik, sinmişlik yok. Türkiyede hiçbir şey 31 Mayıstan önceki gibi olmayacak.
Halkın tencere, tava vurması olgusu da gecelerin bir başka rengi olmuştu. Aslında bu devinim, Türklerin Şaman dinindeki yeryüzünün kötü ruhlarca işgaline karşı yapılan tahtalara vurmak eylemine dayanıyor bir anlamda.
Sanal medyanın isyanda oldukça işlevsel bir rol oynadığı çok net, tabii ki Kızıl Hackerler Birliği başta olmak üzere. Hatta bu yüzden Wall Streeti işgal et (Occupy Wall Street : OWS) devinimi ile koşutluk da yorumlarda bolca vurgulandı.
OWS ile bir başka benzerlik de hareketin esasen Y kuşağı (1980-2000 arası doğumlular), ya da orta sınıf (ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Şimşek, Orta Sınıf adlı kitabı), ya da beyaz Türkler -bu tanımlamalara katılmasanız da!- çıkarıldığı ve yaygınlaştırıldığı savı çok yaygın dile getirldi. Bu sav üzerinden özellikle Y kuşağına ait karakteristik özelliklerden biri olan bireycilik bağlamında hareketin örgütsüz ve ideolojisiz olması biçiminde birtakım saptamalar yapılageldi. Ancak, bu protestoların bir ölçüde örgütlü ve de bir ideolojisinin olduğundan söz edilebilir diyenler de oldu. Bunun kanıt ve belirtileri de Atatürk posterleri, Türk bayrakları, Mustafa Kemalin askerleriyiz ve Hükümet istifa savsözleri. Ayrıca bu nicedir süregelen bir sürecin bir halkası (Ayrıntılı bir tartışma için bkz. Mehmet Bedri Gültekinin yazısına bkz. Aydınlık, 21.6.2013). Zaten hükümetin ciddi ölçüde paniğe kapılmasının nedeninin de bu olduğu belirtiliyor. Daha sonra ortaya çıkan Birleşik Haziran Hareketinin de (BHH) bu zeminin bir ürünü olduğunu anımsamak gerek. Okurlarımız ayrıntılı bilgi için BHHnin şu adresine bakabilirler: http://www.birlesikhaziranhareketi.org/belgeler/
İşçi sendikalarının da direnişe katılmaları olaya sınıfsal bir boyut kattı, kuşkusuz. Hatta 156 ülkeden 175 milyondan fazla işçiyi temsil eden Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC, 21-22 Haziranda destek amaçlı eylem yapma çağrısında bulunmuştu.
Hükümet kanadı direnişçilere birkaç çapulcu dedi ve bu çapulcu sözcüğü direnişte özgün bir sözcük haline geldi. Garanti Bankası genel müdürü Ergun Özen bile ben de çapulcuyum dedi. Kuşkusuz Onun amacı NTVnin yayın çizgisinin protestosu kapsamında bankadan kaçan müşterileri durdurmaktı belki. Çapullama, çapuling gibi türevsel sözcükler de ortaya çıktı.
Gezi bağları (Gesi bağları gibi hani!) protestoları katılımcıların dayanışma ve mücadele duygularının gelişmesine çok somut katkılarda bulundu, kömünar oluşumlar vb. ile. Bu anlamda geleceğin demokrasisinin inşasına katkılar da söz konusu oldu.
Bir başka toplumsal olgu, net biçimde ortaya çıkan polis devleti düzeninde (polis devleti ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Deniz Adalı, Tekelci Polis Devleti, Kaldıraç Yay.) kimi polisler tayinle Doğuya kaçmak isterlerken, kimilerinin de intihar etmeleri de toplumbilimsel bir incelemeye konu olabilecektir. Bu arada kimi aynı kiyafetli, eli telsizli eylemci provakatörlerin polis olduğu savlarını da belirtmeden geçmeyelim.
Duran adam eylemleri vb. birçok model ikon çıktı ortaya Gezide. Küçük bir derleme bile ilginçlik taşıyor. Bu arada park forumları hatta halk meclislerinin ortaya çıkışını da unutmayalım.
Geçimbilimsel (iktisadi) boyut
Bu boyutta ilk gözümüze çarpan şey, neo-liberal siyasanın sıkı izleyicisi olan iktidarın, düşsel-mekanlarla örgütlenmesi (mekansal fantazmagorisi) büyük alışveriş merkezi oluyor.
Emperyalizmin yeni-liberal sosyo-iktisadî yapısında iktisadî zincirdeki dağıtım işlevine ait kalıp artık değişmiştir. Daha önceki dönemde bu işlevi gören parekendeci esnafların modası bitmiş, yerini büyük alışveriş merkezleri almıştır. Türkiyede de bu dönüşüm, özellikle 24 Ocak 1980den sonra başlayıp, giderek hız kazanmıştır. İstanbul-Ataköydeki Galleria, ABD Houstondaki benzerinden kopyalanmıştı, bir ilk olarak!
AVM Yatırımcıları Derneğinin son yaklaşık rakamlarına bakalım. 81 ilin 53ünde AVMler varmış. 2015 sonu itibariyle AVMlerin 360 olan sayıları PricewaterhouseCoopers (PwC) şirketinin raporuna göre 2018 sonunda 415 olacakmış. Kiralanabilir alanın da 10,5 milyon metrekareden 13 milyon metrekareye yükselmesi bekleniyormuş.
AVM denilen mekan, aşırı tüketimin kutsallaştırıldığı, aldatıcı görünümlerle dolu bir mabettir aslında!
Parekendeciliğin çok ötesine geçen kamusal bir yaşam (eğlence) alanı oluverdiler bu mabetler. Bu mabetlerde insan(cık)ların gelecekteki gelirlerini plastik bomba da denilen kredi kartlarıyla harcamaları, gereksinmesi olmayan isteklerine şehvetle sahip olmaları bir fantezi gibi görünüyor; ama uçan ya da buharlaşan diyelim gelecekte sağlanacak gelirler ve borçlanmalar acı ama gerçek. Bu kamusal mekan, bir soygun filmi kurgusuyla kurgusal bir mekan oluvermiş durumda. Burada görmek ve görülmek diye bir olgu sözkonusu, ama kişiler aslında burada şeyleşiyorlar, başka bir deyişle hiçleşiyorlar belki de! Bu eğlence merkezinde eğlendikçe-satın aldıkça sanal doyum(suzluk) ve büyülü ortamda kayboluyor Bay Hiç-Şey ve Bayan Şey-Hiç!
Emperyalizmin AVM mabetlerinde görüntüsel olarak toplumsal, kültürel unsurlar, tırışkadan pop müzik konserleri, aydınlatma gösterileri vb. ile ön plana çıkarılıyor. Mabette alt gelirliler çoğuncalıkla ucuz çöp gıda yiyip, seyirlikte seyirci konumunda izlerken, orta ve üst gelirliler de veriş-alış yapıyorlar. AVMlerle ilgili olarak ayrıntılı bilgi için şu kaynağa bakabilirsiniz: Emrah Tuncer, İktidarın Mekansal Örgütlenmesi, Kibele Y., 2012.
Gezi parkında farklı bir ekonomi modeline ilişkin manzaralar ortaya çıkverdi. Paranın geçmediği ve paylaşmacı, herkesin gereksinimini karşıladığı, olanakları ölçüsünde katkıda bulunduğu naif bir deney. Bakın aşağıdaki fotoğrafa, kasa masa yok!
Gezi parkıyla başlayan direnişin Türkiye ekonomisine faturasından söz ediliyor, ama aslında gelişmekte olan ülkelerde ekonomide 31 Mayısla biten haftada olumsuz rüzgarlar esmeye başlamıştı bile. Güney Afrika randı, Brezilya reali, Meksika pesosu, Hindistan Rupisi o hafta TL.den de fazla düşüşlere sahne oldular. Türkiyeden para çıkışı 31 Mayıstan da önce başladı, bunu rakamlara bakarak anlamak olası. 14 Haziran ile biten haftada bu süreç daha da hızlanmıştı. Kısaca söylemek gerekirse küresel piyasalarda düşük faiz-bol nakit para ve parasal akışkanlık oyununda sona gelinmişti. Sorun esasen faizler düşünce (artınca değil) kâr eden bankaların faiz yükseltme hırsı değil, Türkiyede düşük tasarruf nedeniyle Türkiyeye borç veren yabancı fonlara bağımlılıktır. Türkiyenin geçimbilimsel sağlığına bakıldığında sayrılık tanısı koyabileceğimiz birçok kalem vardı oysaki –gerçi hâlâ var-: kaynak bulmakta zorlanacağı ölçüde dış borçluluk, finansmanında zorluk yaşanacak cari açık, yüksek oranlı (özellikle genç ve eğitimlilerde) işsizlik, satınalma gücü paritesi değerine göre kişi başına Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) ölçütü bazında 27 AB ülkesi ortalaması 100 kabul edilirse Türkiyenin değerinin bunun yaklaşık yarısı olması vd.
Tüm bu yukarıda sayılan nedenlerle geçimbilimsel sorunlar bu protestoların sonuçları değil, nedenleri aslında. Hükümetin geçimbilimsel siyasası ve uygulamaları bu işin nedeni sonucu değil nesnel olarak. Taksim yöresi esnafının geçici olarak bozulan işleri, sermaye piyasalarındaki abartılı olmayan düşüşler vb. işin balık kılçıkları o kadar!
Meraklısı, Aydınlık gazetesinin 17-18 Haziran günlü nüshalarında Deniz Yıldırımın yazı dizisine göz atabilirler: 11 yıllık iktidar faiz lobisinin eseri, organize soygun ve faiz lobisi. Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. Faiz lobisi, Süleyman Yaşar, İstanbul, Çıra yayınları, 2013.
Elbette kimi hükümet yanlısı (yeni moda deyimle yandaş) sermaye öbeklerinin hükümeti destekleyici basın açıklamaları vermiş olmaları olağandır. Beri yandan TÜSİAD da çok hafif eleştirel konuşmuştu. Hatta buradan Gezi direnişçilerine kapısını açmak zorunda kalan Divan Oteli ve restoranı üzerinden ilerici bir Ali Koç masalı (miti) bile çıkarılmıştı. Anımsayın, Mustafa Koçun ölümünden kısa süre önce onunla birlikte Recep Tayyip Erdoğan ile başbaşa neler görüştükleri konusunda çok rivayetler var!
Ekonomi deyince, Midilli adasında gezerken satın aldığım, bir Uzo imalatçısının ampul biçimindeki şişede ürettiği Uzoların yok sattığı bilgisini de paylaşmış olalım. Pazar ve yaratıcılık mantığı işte! Bakın:
Gerçekçi olup olanaksızı istemek: Park forumlarından ve giderek Birleşik Haziran Hareketinden bir iktidar çıkarmak
İstanbulun çeşitli ilçelerinden başlayarak başta Ankara ve İzmir olmak üzere yurdun çeşitli illerine yayılan park forumları olgusu ortaya çıktı. Öncülüğü yine Beşiktaş çekti, Abbasağa parkı forumu ile. Yeniköy (İstanbul) parkı forumunda hükümetin yeni-liberal politikalarına karşı mücadele de gündeme geldi. İzmir Gündoğdu forumunda alınan kimi kararlar şöyleydi: Forumlar dertleşme yerine dönüşmemeli, somut eylem kararları alınmalı / AVMler boykot edilecekse, tüketim alışkanlıkları da değişmeli, gereksiz tüketimden kaçınmalı, pazarlara yönelinmeli / AVMlere sinema izlemek için gidenlere seçenek sunmak amacıyla mahallelerde açık hava film gösterileri yapılmalı.
Kadıköy Yoğurtçu Parkı forumunda bir resim sergisi düzenlenip, gözaltına alınan kişilere yardım amaçlı gelir elde etmek öneriliyordu. Ankara Yüzüncü Yıl Bölgesi forumunda Atatürk Orman Çiftliğinin satışını engelleme çalışmaları yürütmek kararı alınıyordu.
Park forumlarında gündeme gelen kararların ortak yanlarına bakalım. Kimi kararlar kısmî ve yerel, kimi kararlar ise genel, sınıfsal, ülkesel nitelik taşımaktaydı. Aslında bu kısmi ve yerel kararlarda kesin sonuç alınabilmesinin genel, sınıfsal ve ülkesel nitelikteki kararlar doğrultusunda somut savaşım ile olanaklı olabileceği forumlarda net biçimde ortaya konması, tartışılması ve gereği için neler yapılabileceğine ait kararlar alınması gerekiyordu. Ancak bu kararların mutlaka 5N1K ilkesiyle ele (ne amaçla, ne, nerede, nasıl, neden, kim sorularına net yanıt üretilen biçimde) alınması gerekliydi. Sonrası da uygulama ve bilgi geri beslemesine koşut kararların gereken boyutlarda gözden geçirilmesiydi.
Kimi kararlar tüketimden gelen gücün kullanımına yönelik iken, kimi kararlar da üretimden gelen gücün kullanımına yönelikti. Aslında bu ikisinin birbiriyle bütünleşik ele alınması gerektiği forumlarda ele alınmalı, bilinç sıçrayışları sağlanmalı ve gereği için yine mutlaka 5N1K ilkesiyle kararlar alınmalıydı. Sonrasında da yine uygulama, bilgi geri besleme ve gerekiyorsa kararlarda gözden geçirme çalışmaları yapılmalıydı.
Bu düşünceyle Birleşik Haziran Hareketi (BHH) oluştu belki de. BHHye ait ayrıntılı bilgiyi kendi örütbağında (http://www.birlesikhaziranhareketi.org/) bulabilirsiniz. BHHnin etkililiği konusu başlıbaşına ayrı bir inceleme konusu, onu da belki BHH ile organik ilişkide olan genel yayın yönetmenimiz Merdan Yanardağ yapar.
Pınar Ercan, Cumhuriyet gazetesinin o zamanlar çıkan aylık Sürdürülebilir Yaşam ekinin bir nüshasında-25.6.2013 Gezi parkı direnişinde yer almış olan Müştereklerimiz adlı öbekten andığımız eke söyleşi veren bir kişi olarak, şöyle diyor: Parktaki üç ağaçtan yola çıkıp, bütün dünya politikasıyla ilişkilendirdiğimiz için bu direniş oldu.
Sorun ağaç mı? Yoksa Topçu Kışlası kılığında aslında yapılacak AVM mi? Yoksa hükümet mi, ya da rejimin kendisi mi? Elbette sorun, bu iktidarın güttüğü çarpık ve sürdürülemeyecek toplumsal-iktisadî-ekolojik yaşamın değiş(tiril)mesi, bunun için de iktidarda bu üçlü siyasayı güdecek ve bir sürdürülebilir yaşamı savunacak hükümetin olması.
Sonsöz
Gezi protestolarına ilişkin yapılmış müzik parçaları arasında hem üç boyutlu (ekolojik-toplumsal-geçimbilimsel) bakan hem de organik (müzik gereçleri itibariyle) bir parça aradım, müzikaliteleriyle (müzik kaliteleriyle) kendilerini kanıtlamış bir topluluğun bir parçasını sonsöz olarak paylaşmak istiyorum: Kardeş Türkülerden Tencere Tava Havası. Daha önce izleyenler için bir anımsama, izlememişler için de bir tanışma olur, umarım sevilir. Hoşkalın.
YORUM YAZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.