Prof. Dr. İ. Melih Baş
Prof. Dr. İ. Melih Baş - Paris İklim Zirvesi: Sözleşme güzel de hesap tutmuyor!

Paris İklim Zirvesi: Sözleşme güzel de hesap tutmuyor!

20 yıldır süregelen tartışmalı ve sonuçsuz toplantılardan sonra 200e yakın ülke siyasal temsilcileri Pariste iklim değişikliği ile ilgili bir sözleşmeye imza attılar. Sözleşme birçok basın organında sevinçle karşılandı, hatta bu konuda en muhalif tonda yayınlar yapan The Guardianda bile! 

Oysa sözleşme ile bağıtlanan hedef ve içerik, ilgili ve yetkin kurumların bilimsel çalışma model çıktılarıyla uyuşmuyor.

Önce sözleşmede ne bağıtlanmış, ona bakalım. Küresel ısınmadaki artışın 2 (Celsius) derecenin altına düşmesi hedefleniyor, tercihen de 1,5 (Celsius) dereceden söz edilmiş. Ama gelgör ki, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (HİDP=IPCC), sözleşmeye taraf olarak imza atan ülkelerin Niyet Edilen Ulusal Katkı (NEUK – İngilizce INDC) Planlarından yararlanarak hazırladığı sentez raporundaki modelde 2,7 (Celsius) derece ile 3,7 (Celsius) derece arasında bir küresel ısınma olacağı saptanmış. Örneğin, 2 derecenin altına düşülmesi için Türkiyenin NEUKunu ikiye, üçe katlaması gerektiği belirtiliyor. Bu duruma ne demeli? Altı kaval üstü şeşhane!

Acaba sözleşmede fosil yakıt, kömür, petrol ve doğalgazın adları geçiyor mu derseniz, rastlayamadık! 32 sayfalık metni okudum, inanamadım bir de yazılımın aramasını kullandım, yine bir şey çıkmadı. Haklarını yemeyelim, tabiat ana sözcüğü geçiyor ama! 

İmzalanan sözleşmede konulan hedef, fosil yakıtların % 80inin toprak altında kalmasını gerektiriyor. İmzalayan ülkelerin hedefe ulaşmak için her 5 yılda bir hesap vermeleri de kararlaştırıldı. Paris sözleşmesini bir son değil de yeni bir başlangıç olarak yorumlamak çok da yanlış gözükmüyor. 

Belirtmeliyiz ki, imzalanan sözleşme, yükselen denizlere, şiddetlenen fırtınalara, daha derin taşkınlara maruz halklara kısa erimde fazla bir şey getirmiyor.

Hükümetlerin bu kararın arkasında durmaları ve buna yönelik çalışmaları, elbette ki halkların bu konuda işin takipçisi olup, hükümetlerine kamuoyu baskısı yapmaları ile olanaklı. Çünkü gerçek ve asıl istem, bu konuda gelişme değil, yaşanabilir bir dünya. Bunun için de tüm fosil yakıtlardan vazgeçilmeli ve yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçilmeli. 

Sözleşmeye bakılırsa, Kyoto anlaşmasının süresinin sona ereceği 2020den başlayarak 2100e dek sera gazı emisyonları her yıl yüzde 3 azaltılarak (zengin ülkeler her yıl yüzde 10 azaltarak), 2050de sıfırlanacak yani karbon nötralizasyonu gerçekleşecek.  

İklim Değişikliği İçin Tyndall Merkezinden İngiliz iklimbilimci Kevin Anderson bunu gerçekçi bulmuyor, 2 derecenin altında kalabilmek için zengin ülkelerin sera gazı emisyonlarını 2020ye dek yüzde 70, 2030a dek yüzde 90 azaltması gerektiğini savlıyor.

HİDPnin yaptığı model çalışmasına göre atmosfere verilebilecek olan azami karbondioksitin miktarı 2900 Gt (cigaton= 1 milyar ton demektir). Bunun 1900 Gtu 2011e dek zaten verilmiş. Kaldı mı geriye 1000 Gt ? 2011den 2014e dek 140 Gt daha salınmış yani atmosfere verilmiş. 2100e dek kaldı mı geriye 860 Gt ? Bundan iki kalem daha düşelim: 60 Gt (Ormansızlaşma etkisi), 150 Gt (Çimento endüstrisinin salımı). Kaldı mı geriye 650 Gt ? Şimdi de 2015ten Paris Sözleşmesinin devreye gireceği 2020ye dek salınacak miktarı hesaplayıp (yıllık yaklaşık 37 Gtdan diyelim yaklaşık 185 Gt), düşelim kaldı mı geriye 465 Gt. Bozdur bozdur harca. 2020den 2050ye dek sürecin sonunda karbon nötralizasyonu veya etki sıfırlanması nasıl olacak? Bu arada petrol, doğalgaz ve kömür konularında faaliyet gösteren tekellerin rezervlerinde 2795 Gt karbon olduğu bilgisini de paylaşalım. Geldi mi gündeme tekellerle mücadele kaçınılmaz olarak? 

Zaten NASA Goddard Enstitüsünden James Hansen, sıcaklık artışı hedefiyle ilgilenmeyi doğru bulmuyor, enerji dengesiyle ilgilenmeyi salık veriyor. Hansen, on bilim insanıyla birlikte yaptığı çalışmada atmosferdeki karbondioksit yoğunluğun 350 ppm (milyonda parçacık demektir) düzeyine, tercihen altına çekilmesi gereği sonucuna varmışlar.             

Peki ne yapılmalı?
J. B. Fosterın son yazısının (Monthly Review, November 2015) başlığıyla başlayalım yanıtımıza: System change not climate change. Yani, Foster diyor ki, sistemi değiştirin, iklimi değiştirmekle uğraşmak nafile çaba! Çünkü kapitalizmin sermaye birikim modeli, iklimin değişmesine kilitli. Yazıyı okumanızı salık veririm.

Küresel ısınma sorunu, piyasacı çabalarla, örnekse etkili bir karbon piyasası işletimi vb. piyasacı çabalarla hafifletilebilir ama çözülemez, hatta kilit olur. Köktenci çözümün yaşam biçimimizi değiştirip eko-toplumcu bir düzene geçilip, daha tutumlu ve fosil yakıtlardan kurtulup, tümüyle yenilenebilir ve temiz enerji kullanımıyla sürdürülebilir yaşama ulaşmak olduğu unutulmamalıdır. 

Bilimsel çalışmalara göre, eğer ısınma 2 derece olursa, gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar. Bu yüzde 30a sizin, sizin çocuğunuzun ya da torununuzun, sizin kedi-köpeğinizin, sizin bahçenizdeki kiraz ağacının, ormanınızdaki sincabın girmeyeceğine dair vadeli işlem senedi almak ister miydiniz? O zaman İsrafil Beyin kurduğu Eko-Kıyamet Menkul Kıymetler Anonim Şirketine gecikmeden başvurun. Web sitesinin linki de şöyle: www.ecoapocalypse.investments.com !   

Dipnot : Bu arada ENVERe yani enerji verimliliğine de önem vermek gerek. ENVER Derneğinin örütbağında ülkemizin Enerji Verimliliği Strateji Belgesine de ulaşabilirsiniz.  

Toplam 1029 defa okunmuştur.

Prof. Dr. İ. Melih Baş diğer yazıları:

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.